İSVEÇ’TEN… 28 Şubat bir yanılsama* mıydı?

27 Mayıs  darbesinde, daha ilkokula bile başlamamış, okuma-yazmayı evde kendi kendine sökmeye çalışan bir çocuktum.

Köyün dışında, çeşmenin başındaki iki katlı konağımıza gece atlı tütüncüler gelirdi.O yıllarda, ülkemin bir bölgesinde üretilen ham tütünün başka bir  bölgesinde satılması yasaktı.Tütüncüler, uzak köylerden gelen, babamın arkadaşlarıydılar. Yolcunun karnını doyurmak, atına yem  vermek aile geleneğimizdendi. Eve konuk  gelen kişi eşkıya da olsa, kaçakçı da olsa, dağda gezen genç de olsa, karınları doyurulur, safa ile yolcu  edilirlerdi.Bir kuş, kendini bir çalıya attığında o  çalı, o kuşu korurdu. İhbar edilmezlerdi.İnsan gammazlamak, ihbarcılık  geleneklerimizde yoktu. Adı“muhbir”e çıkanı  yaşatmazlardı…

Tütüncüler, uğradıkları yerlerden yanlarına aldıkları eski tarihli gazetelerle gelirlerdi. Gazetelerin birinci sayfalarında, Adnan ve Menderes ve arkadaşlarının  yargılanırken  çekilmiş hüzünlü resimlerini görürdüm.

Babam, Alevi-Bektaşi geleneğinden gelmesine karşın  o yıllarda Demokrat Parti’liydi. Beğenmediğiniz o köylü aklıyla idamları zulüm olarak görüyordu. İnsanları, at pisliğindeki arpaları seçerek  yedirmeye zorlayan İsmet İnönü’nün tek parti yıllarında çok çektiklerini söylüyordu. Truman Doktrini ile birlikte gelen Adnan Menderes ve onun devamı partilerin kime hizmet ettiklerinin henüz farkında değildi.

Yassıada’daki  duruşmalardan söz açıldığında,bir şiirden mi,yoksa  türküden mi alındığını bilmediğim ,” İşte fabrikada tütüyor duman/ Menderes olmasa halimiz yaman” diye başlayan bir tekerlemeyi yinelerdi.

 Menderes ve arkadaşlarının dar ağacındaki resimlerinden ben de etkilenmiştim. O  soğuk ipi kendi boynumdaymış gibi  hissederdim.Tütün kalıplarını  paketlemekte  kullanılan gazete sayfası büyüklüğündeki kahverengi kağıtların üzerine idam gömleği giydirilmiş, boyunlarında ip takılmış, bazen de ipte sallanan  insan resimleri çizerdim.Babam, bu resimleri konuklarına gösterdikten sonra,köşelerini hamurlayarak oturma odamızın  duvarlarına asardı.

Menderes ve arkadaşlarının idam cezasını hak ettiklerine bugün de inanmıyorum.Günümüz iktidarlarının yaptıklarına, yolsuzluklarına baktığımda, Menderes ve arkadaşlarına haksızlık yapıldığını bile düşünüyorum.O idamların faturasını daha sonraki yıllarda ilkel bir intikam duygusuyla Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına ödettiler..Bir yanlışı, daha büyük başka bir yanlışla gidermeye çalıştılar.Her iki idam da tarihte utanç verici  kara lekeler olarak yer aldı.O idamları daha sonraki yıllarda başka idamlar  izledi. Kenan  Evren, 12 Eylül’ün 26. yılında, daha 16 yaşında  bir çocukken yaşı  büyütülerek idam edilen Erdal Eren’le ilgili kararı imzalarken  bile ellerinin titremediğini söylediği günleri de gördük..
 
27 Mayıs ve  idamlar, Türkiye’nin hiçbir sorununa çözüm getirmedi.40 yıl boyunca Süleyman Demirel gibi birini  milletin başına tebelleş etmekten başka da bir işe yaramadı.

Adalet Partisi’nin kurulduğu yıllarda,köylere dek dağıtılan,Karagöz- Hacivat bozması resimlerle süslü  “Hacı Emmi” adlı bir gazete ile Demirel ve AP’nin propagandası yapılırdı.

Sonra, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin “Komünizm, her görüldüğü yerde ezilmelidir” diye başlayan kitapları geldi…

 Okullara  Amerikan yağları,konserveleri,süt tozları geldi…

Ardından, Amerikanın çok iyi Türkçe bilen  barış gönüllüleri ta köylere kadar  dağıldılar. Amerika’dan, Amerika’nın dünya barışına katkılarından,Türkiye’yi çevreleyen Komünizm tehlikesinden söz ediyorlardı…

O yaşlarda, çok uzaklarda bir yerlerde Amerika adlı “ yardımsever” bir akrabamızın olduğunu sanıyordum.Arkadaşlarımla,birbirimizin bileklerini kavrayarak, yağ ve,süt paketlerinin üzerindeki resimlerdeki  gibi “Amerikan  tokası” yapıyorduk. Elime geçirdiğim tebeşire benzeyen taş  parçalarıyla duvarlara ne anlama  geldiğini bilmeden “Komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir” diye yazıyordum.

Kendimde dönüşüm yapabilmem için büyük şehirlerde, olayların içinde zorlu yıllar yaşamam gerekti.Bütün ömrünü  köyde geçiren,böyle dönüştürücü  bir süreci yaşamayanlardan değişmelerini beklemek ne denli gerçekçi olur  bilemiyorum.Kim bilir, ben de onların yaşadığı koşullarda kalsaydım, onlar gibi olur, yıllarca Demirel’in, olmadı Tayyib’in  peşinden koşar dururdum belki..
.
27 Mayıs darbesi, belki Menderes’i götürdü, ama, onun devamı olan Adalet Partisi’nin  ve Demirel’in yolunu açtı.

Görünürde,  ülkede “ sol” dalga yükseliyordu. Ancak  her defasında  iktidara gelen Süleyman Demirel  ve Adalet Partisi oluyordu.

Doğası gereği enternasyonalist olması gereken “sol” un ana karakteri  ise “milliyetçi”ydi.Asker, devrimin vazgeçilmez halkalarından biri olarak görülüyordu. DEV-GENÇ mitinglerinde hep birlikte “Ordu gençlik el ele, Milli cephede” sloganları atıyorduk.Rahmi Saltuk, sazının teline dokunarak  “Başı karlı yüce dağlar ne olur/ Asker ağam gelse yaralarım iyi olur” diye söylemeye başladı mı, salonlar inliyordu…

Tanrı uzun ömürler versin, bu günlerde  90. yaş gününü  kutladığımız üstadımız  Mihri Belli ‘nin  MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM  tezi,  sivil, asker;aydın, bürokrat ve gençliğin ortak  iktidarını hedef alıyordu..Bu gün, en asker karşıtımız gibi görünen Hasan Cemal, o yıllarda  en darbecimizdi. Devrim Gazetesi’nde,Doğan Avcıoğlu ile birlikte askeri darbe planları yapıyordu.

Ülkenin “makus talihini” sol  bir darbe ile değiştirme çabaları, 12 Mart 1971’de sağcı bir  karşı darbe ile sonuçlandı.Sol darbeye o kadar çok inandırılmıştı ki, hiç birimiz,darbeden sonra bile işin vahametini fark edemiyorduk. İlhan Selçuk ağabeyimiz, bile darbeden bir gün sonra, 13 Mart tarihli “Pencere” köşesinde “Ordu kılıcını attı” diye başlık atıyordu.Daha sonra o “kılıç”, başta İlhan ağabeyimiz olmak üzere bir çok, sol, devrimci , demokratı Sansaryan Han ve Ziverbey Köşklerinde işkenceye çekti.

12 Mart askeri darbesinin lideri Memduh Tağmaç, “Siyasi gelişme, ekonomik gelişmenin önüne geçti” diyordu, buna izin verilmiyordu…

12 Mart’ta şapkasını  alıp giden Demirel, kısa sürelerle iktidarı Ecevit’e emanet ederek soluklandıktan  sonra yoluna devam ediyordu. Sağ vitrin , artık  ırkçı MHP ve dinci , MNP ve MSP gibi partilerle çeşitleniyordu.

1980 öncesinde, sol’un  tarlalarda ve  fabrikalarda güçlendiği sanılıyor, ama iktidara gelen hep  sağ oluyordu.

Oluk oluk kan akıyordu ve ülke o yıllarda çoğu üniversite öğrencisi olmak üzere beş bin değerli evladını yitiriyordu.

Ve, 12 Eylül’ün “Atatürkçü” generali Kenan Evren, “Atatürkçülük” adına yönetime el koyuyordu.

O yıllar,aynı zamanda “Soğuk Savaş”ın sürdüğü, ABD’nin, Sovyetler Birliği’ne karşı, içinde Türkiye’ni de yer  aldığı “Yeşil Kuşak “ adıyla İslami bir duvar örmeye çalıştığı yıllardı.

“1978’de Afganistan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra Amerikalılar bu ülkedeki direnişçi tüm İslamcı gruplara sınırsız yardımda bulundu. Bununla yetinmeyen ABD, 1980’li yılların ortasında Kaide örgütünü Usame bin Ladin’e kurdurdu. CIA, Pakistan ve S.Arabistan istihbarat örgütleri, Kaide’nin güçlenmesinde ve Molla Ömer ile birlikte Taliban’ın kurulmasında, bu örgütün Nisan 1996’de Kabil’de iktidara taşımasında büyük rol oynadılar. (…)

Bu arada Afganistan’da CIA kamplarında eğitim gören on binlerce ‘radikal İslamcı’ kendi ülkelerine dönerek Kaide benzeri örgütler kurdular…” (1)

12 Eylül’ün “Atatürkçü” ve “ Laik” Kenan  Evren’i, radyo ve televizyonda, meydanlarda halka seslenirken Kuran’dan ayetler okuyor, babasının da büyük bir din adamı olduğunu vurguluyordu.

 Yeni  palazlanan PKK tehdidini önlemek için  Kürt  bölgelerine uçaklarla  Kuran ayetleri atılıyordu.

Okullarda din dersleri zorunlu hale getiriliyordu.

Darbeden sonraki ilk seçimde,1983 yılında“Yeşil Kuşak” kendine uygun bedene de kavuşuyor, bir eli ABD’de, diğer eli İslam’da Turgut Özal iktidar oluyordu.

1990’lı yıllarda  Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra  “Yeşil kuşak” projesi işlevsiz bırakılmadı, küçük  bir rötüşle “Ilımlı İslam”a dönüştürüldü.Artık, karşıda mücadele edilecek bir blok yoktu ama, “Yeşil Kuşak” için verilen emeklerin de boşa çıkarılmaması, ABD’nin İslam ülkeleri üzerindeki denetimin sürdürülmesi gerekiyordu.

Türkiye’ye, “Ilımlı İslam” içinde önemli bir rol  biçilmişti.
Ancak, Turgut Özal’ın ölümünden sonra ANAP “İslami” söylemden uzaklaştı. ANAP, DYP,MHP  ve CHP yapısı bu modele uymuyordu. Modele en uygun parti Refah Partisi ‘ydi. Ancak,bu parti ile lideri Necmettin Erbakan, Amerika ve  ve İsrail karşıydı.Irak İşgal edilecekti, ama  Bülent Ecevit ile Necmettin Erbakan, Saddam’la “al takke, ver külah” ilişkisi içindeydiler.Onlar iktidarda kaldıkları sürece Irak’ın işgali mümkün  görünmüyordu.

Öyleyse, “Ilımlı İslam”a ayak uyduramayan tüm bu partilerin gitmesi, ABD ile daha uyumlu bir partinin gelmesi gerekiyordu.

Ajandada Recep Tayyip Erdoğan adı  işte o zaman arandı  ve bulundu.

Yapılanmanın gerçekleştirilmesi için de yeni bir süreç gerekiyordu.

İşte, 28  Şubat süreci bu koşullarda başlatıldı.

“Laiklik”ve Atatürkçülük”leri  Kenan Evren kadar tartışılmaz olan 28 Şubat’ın “post modern” generalleri “temiz toplum”, “laikliği koruma” savıyla etkili oluyorlardı, ama bilerek ya da bilmeyerek “Ilımlı İslam”ın  değirmenine su taşıyorlardı.

”Temiz Toplum “ için  ta İsveç’lerde bile komşularımızın şaşkın  bakışları arasında ışık açıp , ışık kapattık; ellerimizde tencerelerle, tavalarla sokaklara döküldük de ne oldu?

28 Şubat, adeta  İslamcı bir partiyi  tek başına iktidara getirmenin bir süreci  gibi işledi.

Arı kovanlarına çomak sokuldu.Recep Tayyip Erdoğan, önce Ayaş’ta cezaevine  mahkum olarak yatırıldı, sonra da Ankara’ya Başbakan olarak gönderildi.

“Temiz Toplum” adına tencere, tava çalarak kınadığımız çete reisleri,  “Türkiye’nin kendileriyle gurur duyduğu” liderler haline getirildiler.Çeteler yurt düzeyinde yaygınlaştı.Ölen çete başlarının ruhları kutsanarak anılarına hasılat rekorları kıran  (Boz) Kurtlar Vadisi filmleri yapıldı. Ruhları Irak’a gitti, oradaki Türkiye karşıtlarını hizaya getirdi.(Boz) Kurtlar Vadisi şimdi Oscar’a doğru koşuyor..
 
28 Şubat’la  “Laik” ve “Temiz Toplum” amaçlanmıştı.Sonuç ne oldu?

Ben, bu süreçte kendimi müthiş aldatılmış hissediyor ve bunu hesabını soracak birilerini arıyorum..

____________________

(*) Yanılsama: İllizyon; göz ve bellek yanılması

(1) Hüsnü Mahalli, 7 Şubat 2006, Akşam

646530cookie-checkİSVEÇ’TEN… 28 Şubat bir yanılsama* mıydı?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.