“DAĞLARA KARDAŞ DAĞLARA”
Çeke çeke hal kalmadı
El atacak dal kalmadı
Başka çıkar yol kalmadı
Dağlara kardaş dağlara
Sivas’ta yakılanlardan Aşık Nesimi teyzemin eşi; 14 Kasım’da, Kıbrıs’ta trafik kazasında yitirdiğimiz Aşık Cemali de eniştemdi..
Aşık Cemali’nin, siyasi bilincimin oluşmasında ve kişiliğimin temellerinde harcı var.Dedesi Kara Mustafa, Kurtuluş Savaşı’nda Fransızlara karşı çete savaşlarına da katılmış, Maraş, Göksun yöresinde tanınmış bir eşkıyaymış.Babası Hacı Uçkaç da bu geleneği sürdürmüş, yıllarca dağlarda yaşamış;“Ben Hacı Uçkaç’ım” diyerek yol, bel kesen, arsızlık yapan bir köylüsünü dağda yakalayarak kulakların dan birini kesivermiş.“Git artık, bundan sonra seni herkes tanır,senin Hacı Uçkaç olmadığını bilir “ diyen bir eşkıya..
Sürekli “uçar” ve “kaçar” durumunda olduğundan ,soyadı yasası çıktığında nüfus memuru soyadını kayıtlara “Uçkaç” olarak geçmiş.
Kurtuluş Savaşı bittiğinde, yararlılıklarından dolayı kimse onlara çiftlik, han, kamam bağışlamamış.Hacı Uçkaç, eşkıyanın dünyaya hükümdar olamayacağını anlayınca toprağa yerleşmeye karar vermiş.Gitmiş,Göksun’un, Taşoluk Köyü’ne ait Basırık Deresi’ndeki büyük bir toprak parçasını işgal etmiş. 500 haneli Taşoluk Köyü’lüleri ile toprak kavgası 50 yıldan fazla sürmüş. Taşoluk Köylüleri, topraklarından zorla atamadıkları Hacı Uçkaç’ı devletin gücüyle atmaya çalışmışlar.12 Mart 1971’den sonra, ihbar üstüne ihbar! Deniz Gezmişmi aranıyor, gitmiş”Burada saklanıyor“ diyerek ihbar etmişler. Radyolardan Mahir Çayan’ın, Sinan Cemgil’in arandıkları haberlerini duyduklarında soluğu karakolda almışlar:” Hacı Uçkaç’ın evinde saklanıyorlar.Bunların kendileri de zaten eşkıya..”.Her gün kontrol, her gün jandarma baskını..
Hacı Uçkaç’ın ölümünden sonra çocukları Basırık Deresi’ni eski sahipleri Taşoluk’lulara satarak Göksun’u terk etmişler..
***
Asıl adı Cemal Uckaç olan Aşık Cemali,Hacı’nın dördüncü oğluydu.Taşoluk Köylüleriyle kavgalarında bir çok kez hapse düşmüş, saz çalmasını hapiste öğrenmiş…
Ablamın yanında, Kadirli’de ortaokula başladığımda iki gözlü kerpiç bir evde oturuyorlardı.Yeğenlerim Aysel ve Ayhan henüz küçüktüler.Diğerleri henüz doğmamıştı.
Belirli bir işi mesleği olmayan Cemali, günün büyük bölümünü evde saz çalarak geçiriyordu. Soranlara, “Babadan kalma silahı artık duvara astık, onun yerine sazı ele aldık”diyordu.Henüz Aşık Cemali olarak tanınmamıştı.Bir gün eve elinde ant adlı sol bir dergiyle geldi. Bunun sol bir dergi olduğunu yıllar sonra anlamıştım.Uzun Çarşı’nın ara sokaklarındaki bir matbaa ve matbaacı’dan söz ediyordu. Osman Çakmak adlı bu matbaacı, Kadirli’nin Sesi Gazetesi’ni çıkarıyordu.Gazetenin sol içerikli olduğu söyleniyordu.İlçenin zengin toprak ağaları gazeteye ve sahibine diş biliyorlardı. Matbaa, gece birkaç kez kurşunlanmış, şimdi de yakılmak isteniyordu.Cemali’nin silahı vardı.Hiç bir çıkar gözetmeden matbaayı ve matbaacıyı koruma görevini üstlenmişti.Elden dağıtılan gazete sadece Yaşar Kemal’in uzaktan akrabası Ramazan Yaşar’a ait kitabevinde satılıyordu.Dağıtım görevi ise çoğu kez bana düşüyordu.Bir torbanın içinde koltuğumun altına aldığım gazeteleri kitabevine, Türkiye Öğretmenler Sendikası(TÖS)’e, bazı esnaf ve avukatlara gizlice dağıtıyordum.(Yıllar sonra, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihi’ni okuduğumda, o yıllarım gözlerimin önüne geldi.Kendimi, gizli yayın organı İSKRA’yı dağıtan partizanlara benzettim.)
Matbaacı ve eşi sonradan eve de gelmeye başladılar.Osman Çakmak, Cemali’ye bazı kitaplar okuyor, onun yazdığı şiirleri düzeltiyordu.Kitaplarda neler yazıldığını anlamıyordum.
TÖS, Halk Oyuncuları Tiyatrosu (HO)’nun ’nın sahnelediği Yaşar Kemal’in TENEKE oyununu Kadirli’de sergilemek istiyordu. Gerçek bir olaydan alınan tiyatronun konusu Kadirli’de geçiyordu.Yaşar Kemal, İnce Memed gibi, bu oyunu da Adliye’nin önünde arzuhalcilik yaparken yazmıştı.Bir defasında sokakta “vurun komüniste!” denilerek baltalarla,satırlarla kovalanmış, Yaşar Kemal kendini Kasap Hoca’nın evine atarak zor kurtulmuştu. Teneke oyunu, Mehmet Can adlı idealist bir kaymakamın ağalara karşı verdiği mücadeleden sonra, ardından teneke çalınarak ilçeden sürgün edilmesini anlatıyordu.Halk Oyuncuları Tiyatrosu’nun daha önce Kadirli’de sergilediği Pir Sultan Abdal oyunundan sonra olaylar çıkmıştı.Yine saldırı olmasından korkuluyordu.
Cemali, TÖS yöneticisi ve benim matematik öğretmenim Mehmet Tapan’la tiyatronun güvenliği konusunu görüşmeye giderken beni de götürdü. Salonun ve oyuncuların güvenliğinden Cemali sorumlu olacaktı.Tiyatronun sergileneceği yazlık Zafer Sineması’nda hava gergindi. Cemali’nin , iki kardeşi ve yeğenleri sinemaya gelen yolları tutmuşlardı.
Ben,Cemali’nin yanından ayrılmıyordum. Bir ara kardeşi İsmail’i göstererek işaret ederek, “Git İsmail’e söyle, tam köşede dursun!” dedi.Gittim,söyledim.Salon ağzına dek doluydu.Saldırı hazırlığı içindeki gruplar, köşe başlarında Cemali ve kardeşlerini gördüklerinde yılarak uzaklaşıyorlardı.Hacı Uçkaç’ın dölleri, Kadirli’de “Solcu ve belalı” olarak biliniyordu. Oyun, o gece kavga, gürültü çıkmadan sergilendi. Ertesi gün, Cumhuriyet Gazetesi haberi “Teneke oyunu Kadirli’de olaysız sergilendi” şeklinde verdi.
Aşık Cemali saz çalmayı iyice geliştirmiş, artık kendine ait besteleri de çalıp söylüyordu. Çukurova bölgesinde düzenlenen konserlerden bir çoğuna katılıyordu.
68’li yıllardı ve Cemali’nin, konsere gelen gençleri coşturan bir parçası vardı:
Saltanatçı bize düşman
Dağlara kardaş dağlara
Doğduğuna olsun pişman
Dağlara kardaş dağlara
Çoğu yerde konserlerden sonra sivil polisler tarafından götürülerek ifadesi alınıyor, bu “Dağlara kardaş, dağlara”nın anlamı soruluyordu.
Çeke çeke hal kalmadı
El atacak dal kalmadı
Başka çıkar yol kalmadı
Dağlara kardaş dağlara
Mahkemelerde hakkında davalar açılıyor. Cemali, söylediği parçanın son dörtlüğü başına işler açıyordu:
Cemali’yim silah sazım
Mert oğluyum mertçe sözüm
Sıkışırsam dağda gözüm
Dağlara kardaş dağlara
Çok geçmeden Cemali’nin güvendiği dağlara da kar yağdı..12 Mart darbesinden sonra, Cemali gibi dağlara bel bağlayan nice devrimci, “kan uykularda hayın tuzaklar”a uğratıldı.
Aşık Cemali ,12 Mart sıkıyönetiminde iki ay içerde kaldı.Babam geldi, aç, susuz kalan çoluk çocuğu topladı, köye götürdü. Hakkında “Halkı silahlı isyana teşvik” suçundan dava açıldı. O da kendini“Benim silahım sazımdır, ben sazımla mücadeleyi kast ettim” diyerek savundu. Davası beraatle sonuçlandı.Çıkacağı gün, kendisini yargılayan yargıç geldi, “Şu dağlara kardaş dağlara parçasını bir daha söyle!” dedi. Cemali, yetinmedi, arkadaşlarıyla birlikte gördükleri işkenceyi anlatan ve nakaratı “Yaktı beni kahpe dölü!” ile biten yeni bestesini de söyledi. Yargıç,”Bize mi kahpe dölü diyorsun?” diyerek çok kızdı. “Anlaşılan bu adam uslanmamış, güzel bir dayak attıktan sonra bırakın!” dedi. Cemali, çıktığında yürüyemiyordu. Ayakları şiş içindeydi.Günlerce yatakta kalmak zorunda kaldı.
***
Kadirli’de eski çevresinden kimse kalmamıştı..Matbaa talan edilmişti. Osman Çakmak halâ hapisteydi.
Hiçbir geçim kapısı kalmadı. Geldi bir süre bizim köyde kaldı.
O arada, Bülent Ecevit “Kıbrıs Barış Harekatı”nı gerçekleştirdi. Kıbrıs’ta, Rumlardan boşalan köylere Türkiye’nin dağ köylerinden elleri vurdu, kırdıya yatkın insanlar götürülüp yerleştiriliyordu.Aşık Cemali ve kardeşleri de yazıldı. Basırık Deresi’nden sonra Kadirli’de de tutunamadılar, ver elini Kıbrıs…
Orada iki kez ziyaretlerine gittim..Cemali, Türkiye’deki havayı burada bulamıyordu. Suskun sazı duvarda çürüyordu. Beş çocuk ekmek diyerek eline bakıyordu. Geçmişte ne varsa unutmuş, kendini tarlaya,traktöre kaptırmıştı. Beni, Magosa’da oturdukları Yeni Alan İçi Köyü’ndeki eski Rum kilisesini ve mezarlığını görmeye götürdü. Kilisenin bütün duvarlarındaki freskler, kapı ve pencereler tuz, buz edilmişti. Mezarlıktaki oymalı güzelim mermerler balyozlarla parçalanmış bir halde ayaklar altında sürünüyordu. Üzüldüğümü görünce, “Ben de çok söyledim, çok uğraştım, kimseye laf dinletemedim” dedi;sonra ekledi: “Ben çok karşılaştım, Rum köylüsüyle bizim köylülerin birbirinden hiçbir farkı yok ki! Onları birbirine düşman edenlere lanet olsun!” dedi.Daha önce, bu köyde yüzyıldan beri Türkler ve Rumlar bir arada yaşıyorlarmış. Savaştan sonra Rumlar gitmiş, yerlerine Türkiyeli Türkler gelmiş.Ama, şimdi yerli Türklerle Türkiye’den gelenler ayrı ayrı kahvelerde oturuyorlardı.Kıbrıs’ın yerlileri, kızdıklarında, “Rumlar sizden iyiydi” diyorlarmış. Cemali, bu trajikomik durumu anlatırken “ Ama,Türkiye’den gelenler de, onlara yapmadığını bırakmadı” dedi.
Cemali de, ablam da, çocukları da Kıbrıs’ta mutsuzdular. Oralara bir türlü uyum sağlayamamışlardı. Cemali’nin,duvardaki sazının pas tutan telleri çürüdü,bir bir koptu.. İşsizlik, umutsuzluk, çaresizlik aile içi geçimsizliklere kapı araladı. Cemali, 50’sinden sonra, ablamı, çocuklarını terk ederek çıkış yolunu başka bir beraberlikte aradı.Başka biriyle evlendi.Ablam,artık iyice büyüyen çocuklarını alarak gitti İngiltere’ye yerleşti.
Son zamanlarında Aşık Nesimi de Dilber teyzemi terk etmişti, Dilber teyzem,”Bu Aşık milleti,uçkuru gevşek bir millettir” derdi.Aşık Mahzuni’yi ,Davut Suları’yi, Ali Ekber Çiçek’i, Mahmut Erdal’ı, Osman Dağlı’yı örnek gösterirdi.Mahzuni’nin terk ettiği ilk eşi Suna, ayaklarının üzerinde duramamış, yaşamını sokaklarda sefalet içinde noktalamıştı Mahzuni, adının yeni yeni duyulmaya başladığı yıllardı.Ankara, Tuzluçayır’da oturuyordu. Dilber teyzemle birlikte evlerine gitmiştik.Oğlu Emrah o zamanlar daha küçücük bir çocuktu. Ne iyi bir kadıncağızdı Suna…
***.
Aşık Cemali, onca çıkmazların arasında bile adam gibi adamdı.Annemin ağır bir beyin kanaması geçirdiğini duyduğunda, ta Kıbrıs’tan koşa koşa Adana’ya geldi.Yıllardır görüşememiştik.Hepimize tek tek sarıldı, ağladı, “Ben sizden hiçbir zaman kopmadım!” dedi.Bana, “Neden böyle olduk, ne oldu bize?” diye sordu. Hastane kapısında, ayaküstü bu soruya yanıt veremedim.Doğrusu, verecek doğru dürüst bir yanıt da bulamıyordum.
Ölüm haberini duyduktan sonra, ablamı aradığımda, hıçkırıklarını tutamıyordu. Halâ yitmeyen duygularını, “O, benim çocuklarımın babasıydı !”diyerek ifade ediyordu.
Basırık Deresi’ndeki kavgalı yılların, 12 Mart’ların güç yetiremediği Aşık Cemali’yi, basit bir trafik kazası aldı, götürdü!
Özlemi “Dağlara” gitmekti; Kıbrıs’ta, çöl sıcağında kaldı.
Ölüm, adın kalleş olsun!…