Rahmetli annem, “Değirmen gitmiş, şıkşıkısını arıyorsun” derdi.
Eskiden su değirmenleri olurdu. Buğday, habire dönen yuvarlak iki taşın arasında öğütülerek un,bulgur haline getirilirdi. “Şıkşıkı” değirmen taşının dönüp dönmediğini kontrol eden bir aygıttı. Değirmenci, gece bir köşede uyuklarken. arada bir kulağını diker. şıkşıkının “tık tık” ses, çıkarıp çııkarmadığını dinlerdi. “Tık” sesi devam ediyorsa, sorun yok demekti…
Gün ağabeyimin Çifte Sürgün ve “İnkarın İnkarı ” başlıklı yazısını okurken annemin o sözünü anımsadım.
Başka bir kader arkadaşım Abdullah Gürgün’ ün( Apo) o yazıya gönderdiği yoruma bir noktada katılıyorum.
Gerçekten de, bizim bir zamanlar kızıl bayrak dalgalandırdığımız varoşlarda şimdi şeriatın yeşil bayrağı dalgalanıyor. Ne oldu o güzelim insanlara, neden böyle tersyüz oldular, oralara nasıl gittiler?
Bugün, işin en başına dönerek “Dünkü sosyalizm çarkı bozuktu, ustası da yanlış seçilmişti ” diyerek dövünmek ne işe yarar? Aydınlıkçı hareketin geldiği noktayı elbette ki eleştirebilirsiniz. Hatta, birileri kulağının üzerine yatmaya çalışsa da, eleştiri özeleştiri yoluyla geçmişten olumlu dersler çıkarmak kaçınılmaz? Ben bu eleştiriyi iyi niyetle zaman zaman yaptığım için, uğradığım haksız ve acımasız saldırıları sineye çektim.
Ancak, bir noktada çok dikkatli oldum. Kendi grubumuzun hatalarını sosyalizmin geneline fatura etmeye çalışmadım. Dün olduğu gibi, bugün de sosyalizmin genel değerlerine bağlılığımı sürdürüyorum. “Marks da yanlıştı, Lenin de..” gibi değerlendirmelerle insanların zaten yarımyamalak olan sosyalizm inançlarını yok etmeye çalışmak kimin işine yarar? Elbette, o ustaların da yanlışları olmuştur ve o da yeri geldiğinde değerlendirilir. Ancak, her iki yazıdan birinin konusunu neredeyse sosyalist ilkelerin çürütülmesine ayırmak, üstelik de bunu Gün Zileli gibi birinin yapması doğrusu benim yüreğimi burkuyor ve sosyalizme değil de Gün Zileli’ye inancımı sarsıyor. Başlangıçta, Aydınlık hareketine ilişkin eleştiri noktalarımızın aynı olduğunu sanıyordum. Ama görüyorum ki, sosyaliizmin genel ilkelerini değerlendirmede de Gün’le esastan ayrılıklarımız var. Ben, yanlışıyla, doğrusuyla, günahlarıyla sevabıyla sosyalizmin genel ilkelerine bağlı kalacağım ve onun önderlerine laf edilmesini hoşgörüyle karşılamacağım. Troçki ile ilgili değerlendirmelerde haklılık payı olabilir. Ancak, bugün Lenin’i çürütmek, Troçki’ nin haklılığını kanıtlamaya çalışmak da pratikte bir işe yaramıyor ve insanların sosyalizme olan inançlarını zayıflatmaktan öteye bir işlev görmüyor.Ben, sosyalizmin genel ilkelerini ve ustalarını korumak konusunda fanatik olacağım. Gençlik anılarımın en güzel köşesine oturttuğum o değerlerin yitip gitmesine izin vermeyeceğim. O değerleri en azından bir nostalji olarak yaşatacağım.Bakış açım, nesnel ve diyalektiğe uygun olmayabilir. Hatta, yanlış da olabilir. Ama,bu benim kişisel seçimim ve elbette ki sadece beni bağlar..
Biraz da bugüne gelsek diyorum Gün ağabey..
Örneğin, neler oluyor şu Irak’ta? Dünya nereye gidiyor? Bu gidişin sorumluları kimlerdir? Nedir bu Büyük Orta Doğu Projesi? Ilımlı İslam bir palavra mı? AKP’nin gizli ajandası var mı? Türkiye’ de bir şeriat tehlikesi söz konusu mu? Bu soruların yanıtlarını biraz da sizin pencerenizden öğrenmeye çalışsak..
Şu araba konusuna gelince.. Ben, o çetin ve çetrefil yolu, bundan sonra hiç kimsenin arabasına binmeden gücüm yettiğince ayaklarımın üzerinde durarak yürümeye çalışacağım.Kişisel olarak seninle de, eski arkadaşlarımla da hiç bir sorunum yok. Tek sorunumuz, birbirimizin farklı düşünmesine alışamamak.. Ben, insan olarak Doğu Perinçek’i de, Gün Zileli’yi, Halil Berktay’ı da, Oral Çalışlar’ı da,Nuri Çolakoğlu’yu da, hatta, merhum annesinin önüme koyduğu iki lokma ekmeği yıllar sonra haram ederek boğazımda bırakan Kadim Ülker kardeşimi de seviyorum. Biz o yolları beraber yürüdük. O hareketin içinde yaşadığımız güzel arkadaşlıklar var, beni ben yapan değerler var. Hüzünlü aşklarım var. Ceketim var, gençlik anılarımı yazdığım defterlerim var. Bugün, Doğu Perinçek’in de Gün Zileli’nin de geldikleri noktaya belki üzülürüm ama, ikisinin de tuz, ekmek hakkını inkar edemem..
Birbirimizi, ayrılıklarımızla sevmesini başarabilmeliyiz.
Geçmişte bize kurşun sıkan ülkücülerle kol kola yürümeyi dahi başarabildikten sonra birbirimizi neden sevmeyelim?
Bir sözüm de sevgili Apo’ya. Arabadan indikten sonrası da o kadar kolay değil. Öyle valizini alıp gitmekle olmuyor. Hala o arabanın içinde bulunan çok sevdiğim arkadaşlarım var. Onlara bir el sallamaya da hakkım yok mu?
_______________
Not: Gün Zileli’nin yazısına gönderdiğim yorumda belirttiğim kitap bastırma olayının Abdullah Gürgün’le bir ilgisi yoktur. İnternette yazıştığım İstanbul’daki başka bir eski arkadaşla ilgili bir konudur. Yanlış anlaşılmasına meydan vermemek için belirtme gereği duydum.