Yok yok, kendimi darı ambarınnda gördüğüm yok..
Sayin Başbakanın yerinde de hiç gözüm yok.
12 Eylül öncesi ve sonrasında parlamento muhabirliği yaptığım günlerde,Çetin Altan’ın, ”politikacı” dediği siyaset alemini çok yakından tanıdım ve onlardan soğudum.
Siz, buna ”kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş” de diyebilirsiniz…
”Başbakanın yerinde olmak ” derken, bugün biraz ”empati” kurmaya çalışacağım.
Sayın Başbakan’la benzer çok yanlarımız var…
İkimizin ailesi kırsal kökenli. İkimiz de zor koşullarda okumuşuz; küçük yaşlardan itibaren bir inancı paylaşmış, farklı yerlerde de olsak birer ”dava adamı” olmuşuz. Üstelik doğum tarihlerimiz de aynı.Yani, kader onu benim yerime İsveç’te sürünen bir adam, beni de onun yerine Başbakan yapabilirdi..
Şimdi aramızda Başbakanlık ”mesafesi” olmasa, ona bir arkadaş gibi daha samimi davranabilir, hatta, ”Arkadaş, bu işler böyle yürümez!” diyerek ahkâm bile kesebilirdim…
Bugünlerde yine Sayın Tayyip Erdoğan’ın ”değişip değişmediği” sorgulanıyor.
Bence, Sayın Başbakan hiç değişmedi ve değişmemesi gerekiyor.
Çünkü, ben de değişmedim.
İkimiz de, yaşayamadığımı gençlik yıllarımızda asık suratlı öğretilerin izleyicisi olduk. Daha doğru dürüst dünyayı bile tanımadan, felsefe öğrenmeden, sosyoloji okumadan, elimize bir roman dahi almadan kerameti kendinden menkul, doğru öğretinin özüyle yakınlığı tartışmalı ”ezberlerin” girdabına düştük…
Örneğin ben, o yıllarda doğmadığım için, Köy Enstitülerinden okuyamadığımdan dolayı hâlâ hayıflanırım.Bu susuzluğumu köy enstitüsü çıkışlı eğitmenlerin, öğretmenlerin öpülesi ellerinde yetişerek gidermeye çalıştım. Daha ilkokul, ortaokul yıllarımda köy enstitüleri ruhunu benimsedim. Sonraki yıllarda bu ruhun solla örtüştüğünü kavradım.Hâlâ da insanlık için en yararlı sistemin solla mümkün olacağına inanırım.
Benim için Köy Enstitüleri neyse, Sayın Erdoğan için de İmam hatip okulları odur.
Çocukluk yaşları,insanın kişiliğinin, fikirlerinin oluştuğu yıllardır. O yaşlarda benimsediğiniz düşünceleri, kişiliğinizde esaslı bir sapma olmadığı sürece kolay kolay terk edemezsiniz.
Şimdi siz benim etimi bıçakla kesseniz de , beni inandığım değerlerden vaz geçiremezsiniz…
Benim için geçerli olan psikolojik, sosyolojik kural neden Sayın Başbakan için geçerli olmasın?
İmam hatip rahlelerinde edindiği fikirleri neden kendisi için bir ”yaşam kılavuzu” haline getirmesin?.
Geçenlerde Çanakkale şehitlerini anma gününde miydi, İstiklal Marşının kabul edilme yıldönümünde miydi, neydi Sayın Başbakanı, Meclis Başkanı ile birlikte ağlaşırken gördüm. Manzarayı izlerken gözlerim doldu. Ne kadar da bana benziyorlardı…
Ben de, beş yıl önce Londra’ya gittiğimde Karl Marx’ ın mezarını ziyaret etmiş;
”Marx dede, sana layık torunlar olamadık, bizi affet!” demiş, mezarına kırmızı karanfiller bırakmış, dua yerine sol kolumu havaya kaldırmıştım…
O yüzden ben , Sayın Başbakanın şeriatçı lider Hikmetyar’ın önünde diz çökmesini de kolaylıkla anlayabilirim.
Benim asıl söylemek istediklerim. bunlar değildi.
Sayın Erdoğan’ı en iyi anlayabileceklerden biri de ben olduğuma göre, ona bu tarihi günlerde Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye öğüdünü (*) okumasını önerecek, haddim olmayarak ” Sayın Başbakan, siz manevi değerleri güçlü bir insansınız, gelin bu dünyevi hırslarından vaz geçin!” diyecektim…
İnançlı biri değilim ama, yine de bana öyle geliyor ki, Sayın Başbakan bugüne dek inandığı yerlerden önemli üç ayrı mesaj aldı:
Attan düşmesi bu mesajlardan ilkiydi. Tanrının sevdiği kuluymuş, ya da verilmiş sadakası varmış ki o kazayı ucuz atlattı…Attan düştüğünde boynu kırılabilirdi. Omiriliği zedelenebilirdi.Şimdi tekerlekli sandalyede dolaşmak zorunda kalan biri olabilirdi. O zaman neyleyim mevkiyi, makamı, parayı, pulu…
İkinci mesaj, baygınlık geçirdiğinde, arabanın camları balyozla kırılarak içinden çıkarıldığı andı…Bereket onu da ucuz atlattı. Bu işler, stresli işler. O anda bir beyin kanaması, kalp krizi de geçirebilirdi. Daha kötü sonuçlar da doğabilirdi..
Üçüncü mesaj da, bu günlerde muzdarip olduğu bel ağrıları..
Sayın Başbakan da benim gibi bu halkın içinden çıkıp geldi.Kimse Başbakana dalkavukluk edip aksini iddia etmeye çalışmasın. Sayın Başbakan da çok iyi bilir ki, bizim halkımız belleksiz olduğu kadar da değer bilmez bir halktır. Tıpkı o huysuz tay gibi, insanı çok çabuk sırtından indirip yere vurur. Ağzına geleni de esirgemez: ” Tayyip Bey artık belini bile tutamıyor. Ne işi var Cumhurbaşkanlığında , bırakıversin bu işleri, kenara çekilsin!” deyiverirler.. Elin ağzı çuval değil ki tutasınız…
Hiç üzülmeyin, Sayın Erdoğan bugün siyasetten çekilse kıyamet kopmaz, yer yerinden oynamaz, kimse ardından gözyaşı dökmez…
Sayın Başbakan, biliyorum, bu ülke her fedakarlığı, özveriyi değer. Ancak, o özveriyi gösterecek, ülkeyi sizin kadar, hatta sizden daha iyi yönetecekler de bulunur..Merhum Özal’ın, ”Alışırlar, alışırlar” dediği gibi, sizin yokluğunuza da alışırlar…
Bu alemde Turgut Özal’dan daha şahşahalısı yoktu. ”Şu küçük dağları ben yarattım” diyordu, Sultan Süleyman gibi adamdı. Herkes etrafında fır dönerdi. Semra Hanım,her sabah kendisini papatya tarlasında uyanmış gibi hissederdi.
Hani, ne oldu?
Dünya onlara da kalmadı..
Turgut Özal’ın, Topkapı’da, çakırdikenleri arasındaki mezarını yılda kaç kişi ziyaret ediyor sanıyorsunuz?
Gelip geçtikçe, Alpaslan Türkeş’in Ankara Beşevler’deki mezarının perişan hali de dikkatinizi çekmiyor mu hiç?
Ankara Belediyesi eski Başkanı Mehmet Altınsoy’unn cenaze töreninde, Necmettin Erbakan’ı televizyonlardan izledim. Vah,vah! Adamcağız tekerlekli sandalyeye düşmüş. Daha önce, Hocanın, ”kayıp trilyon” davasından kaçmak için tekerlekli sandalyeye numaradan bindiğini sanırdım, demek ki gerçekmiş. Erbakan’ın, bugün bir kangren haline gelen ”laik- anti laik” kavgasında günahı çok büyük. Ama, yine de onun tekerlekli sandalyedeki o acıklı hali yüreğime dokundu. Kendi kendime, ”Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli” diyerek düşündüm. Hoca, 12 Eylül öncesinde, Meclis koridorlarında her gün düzenlediği basın toplantılarınıda, Ecevit’le ortak olduğu koalisyonu bozmak için ”Kadayıfın altının kızarmasından ” söz ederdi.
Nereden, nereye!…
Siyasetin ne denli vefasız bir uğraş olduğunu bir kez daha anladım…
Sayın Başbakan, siz, yetinmenin, ”şükür etmenin” ne demek olduğunu iyi bilen birisiniz.
Yedi ceddinize yetecek kadar da malınız, mülkünüz, dünyalığınız var.
Bırakın artık bu işleri…
Alın Emine hanımefendiyi de yanınıza, bir sahil kentimize yerleşin. Oltayla balık avlamanın tadını çıkarın. Çiçek ekin, domates yetiştirin. Bu üç günlük dünyada sevdiklerinizle birlikte olun, torunlarınızı sevin..İçinize sindire sindire Mehmet Akif’i, Necip Fazıl’ı, Arif Nihat Asya’yı okuyun. Ne zamandan beri kitap okumuyorsunuz? Ne zamandır şiir yazmıyorsunuz, farkında mısınız?
Bir zamanlar elden ele dolaşan şiir kasetleriniz vardı, ne oldu onlara?
Politika, sizi sevdiğiniz değerlerden bu kadar mı uzaklaştırdı?
Gelin, kendiniz için iyi bir şey yapın!
Bir sabah kalkın ve ” Ben siyaseti bırakıyorum. Bu benim politikadaki son 5 yılım.. Cumhurbaşkanlığına aday falan da olmayacağım. Önümüzdeki seçim dönemini tamamladıktan sonra politikayı bırakıp köşeme çekileceğim” deyin…
Bakın o zaman neler oluyor?
Ülkede kahraman olursunuz, kahraman!…
Bu, size Cumhurbaşkanlığında geçireceğiniz belalı yedi yıldan daha fazla itibar kazandırır.
Sağın da, solun da yüreğinde taht kurarsınız…
Şimdiye dek hiç kimsenin yapamadığı şeyi yapmış olursunuz…
Ben, sizin yerinizde olsam yapardım bunu..
Gelin, siz yapın!
Dünya fani, ömür kısa…
—————————-
(*) ŞEYH EDEBALİ’NİN OSMAN BEYE ÖĞÜDÜ:
OĞUL;
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar,
Akşam ezanında ölürler.
Avun oğul avun;
Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın
Ama;
Bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen,
Sabah rüzgârında savrulur gidersin.
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener
Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın.
Dünya senin gözlerinin gördüğü kadar büyük değildir.
Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler
Ancak; senin fazilet ve erdeminle gün ışığına çıkacaktır.
Ananı, atanı say bereket büyüklerle beraberdir.
Bu dünyada inancını kaybedersen,
Yeşilken çorak olur çöllere dönersin.
Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma,
Gördün söyleme, bildin bilme.
Sevildiğin yere sık gidip gelme
Kalkar muhabbetin, itibar olmaz.
Üç kişiye acı;
Cahiller ortasında alime,
Zengin iken fakir düşene,
Hatırlı iken itibarını kaybedene.
Unutma ki yüksekte yer tutanlar
Aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma
Bilesin; atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler