İSVEÇ’ten… Bizim hüzünlü aşklarımız…

Kız beğenme konusunda çok maymun iştahlı biriydim.Bir hafta önce bayıla bayıla evlenme teklifinde bulunduğum kızdan, bir hafta sonra hiçbir neden yokken vazgeçerdim.Bu yüzden, 35 yaşıma kadar evlenemedim…

İstanbul’ da, Güneri Cıvaoğlu’nun yönetimindeki Güneş Gazetesi’nde çalışıyordum. Talimhane semtinde oturan bir kızla konuşuyorduk. Ailesiyle tanışmam gerekiyordu. Kavacık’taki Dilber teyzeme gittim; (Sivas Katliamında yananlardan Aşık Nesimi Çimen’in eşi)

“Teyze, annem burada yok, ama yerine sen varsın.Kalk, seninle kız bakmaya gidiyoruz” dediğimde,kadıncağız ne kadar çok sevindi,mutlu oldu. Hemen giyindi, hazırlandı, “Alim, Alim, tanrı bana bu günleri de gösterir miydi,senin mürüvvetini de görebilecek miydim?” dedi. Hemen uzun vadeli hayaller kurdu: “Bizim evin arkasındaki iki oda boş, süpürür temizleriz, şimdilik orada oturur, kira vermezsiniz”

Oldum olası uzun vadeli plan yapmasını sevemem, “Dur bakalım teyze” dedim, gün doğmadan neler doğar?”

Gözüme kuşkuyla baktı:

 “Yine maymun iştahlılık yapmıyorsun değil mi, beni ortalara düşürüp sonunda rezil etme!”

Pastaneden baklava falan alacaktım, teyzem karşı çıktı,”şimdilik pasta, masta gibi bir şeyler al, tatlıyı işi bağladıktan sonra yeriz!”

Kız evine dolmuşla,minibüsle gidecek değildik ya. Bir taksi çevirdim. Talimhane’nin yolunu tuttuk. Kış günüydü. Hava erken kararmış, yağmur yağıyordu. Her taraf çamur içindeydi. Bir yere kadar gittik, taksi durdu, şoför, “Kusura bundan öteye gidemem, bu arabaya milyonlar bağladım, sizin üç kuruşunuz için çamura saplayamam.”

Önce, fazla para istiyor, sandık, ama adamın derdi para değilmiş. Borcumuzu ödeyip çaresiz indik.ıner inmez de, mahallenin köpekleri sardı etrafımızı. “Oşt, moşt” diye bağırıyor, taş atmaya çalışıyorum, ama yerde taş yok. Teyzemin morali çabuk bozuldu:

“Yavrum, senin bu karışık, kuruşuk işlerin hiç bitmeyecek mi? Gündüzün gözü mü çıktı. Hafta sonunda, gün ışığında sakin sakin gider, bakardık. Acelen neydi, yangından mal mı kaçırıyorsun?”

“Neyse teyze, oldu bir kere!”dedim.

Beni asıl düşündüren kızın Ninesi…Daha gitmeden hakkında ön bilgiler edinmiştim.Nine, torunun bir gazeteciyle evlenmesine müthiş karşı çıkıyormuş:

“Aman kızım,memlekette başka adam mı kalmadı, gittin çulsuz gazeteciyi buldun”, deyip duruyormuş…

Daha görmeden Nineye karşı diş bilemeye başlamıştım bile. Ama,elden ne gelirdi; kız evi, naz eviydi…

Eve girmeden önce kendime çeki düzen verdim, havalı görünmeye çalıştım. Bir şey sorulduğunda sesim gür çıksın diye boğazımı temizledim.Bu başbelası Nineye karşı kuyruğu dik tutmalıydım…

Kadın,sandığımdan da beter çıktı. Bir gözü de şaşı mı ne? İkinci şube’nin adamları gibi gözlerini üzerimden hiç ayırmıyor. Tebdilim şaştı, elim ayağım birbirine dolaştı. Tepsiden çayı almaya çalışırken bardağı devirdim, az kalsın kızı yakıyordum. İşte, Nine tepkisini ilk o zaman belli ettirdi.

“Tev dılo!” diyerek elini şöyle bir salladı, Sivas Kürtçe’siyle bir şeyler mırıldandı.Ben anlamadım,ama teyzem anladı.”Bana bak kocakarı, yeğenim hakkında böyle ileri, geri konuşamazsın;misafire karşı biraz hürmetli ol!” dedi. Haydaaa! İster misin, kız bakmaya geldik, derken şimdi evde bir kavga, gürültü çıksın!…Sonradan öğrendim ki, Nine,kıza, “Nereden buldun bu pejmürde kılıklı herifi!” diye söyleniyormuş…

Nine, oturduğu minderden kalktı, daha yakınıma geldi. Bu pek hayra alamet değildi.şaşı gözünü kirpiştire kiripiştire bildiği halde sordu:

“Kurban, sen ne iş yapıyorsun?”

Kadında pek “kurban” diyecek göz yok, ama dur bakalım:

“Kurban, senin işin nedir?”

“Gazeteciyiiim!”

Sesim o kadar gür çıkmış ki, büfedeki bardaklar şıngırdamaya başladı.

“Parası nasıl, iyi para kazanıyor musun bari?”

Açık vermemek gerek:

“Eh, idare ediyoruz işte !”

Nine:

“Senin dükkânın nerede, kurban günde kaç tane gazete satıyorsun?” diye sormaz mı?

Ne dükkanı, ne gazete satması… Meğerse, Nine,beni bir köşe başındaki büfede gazete satan gazeteci sanıyormuş…

Ben, bu kız bakma faslından hiçbir yel anlamadım. Ne yediğimden, ne içtiğimden bir şey anlayabildim. Şimdiden böyle olduktan sonra, bunun sonu mu olur?

Komşu manavın oğlunun taksisi varmış, onu çağırdılar.Gece geç saatlerde eve dönerken, Teyzem, iğneli iğneli sordu:

“Ne diyorsun, oğlum, neye karar verdin? Telefon edip,köyden anneni, babanı kız istemeye çağıracak mısın?”

Hiç sesim çıkmadı…

“Böyle bir kadının torunuyla evlenilmez” diyerek o kızdan da vazgeçtim…

***

12 Eylül öncesinin siyasi günleri…

Mesut Akın, Muhammet Atmaca ve ben, mahalle kâhyası gibiydik; Ankara’ nın Seyranbağları semti bizden sorulurdu.Halkevi’ne sürekli gelen Tıp ve Dişçilik Fakültesi öğrenicisi arkadaşlarımız, mahalle halkını sağlık taramasından geçirir, tedavi görecekleri okuldaki hocalarının yardımıyla hastanelere yatırtır, diş tedavilerini bedava yaptırırlardı.

İşte bu düzen içinde gidip gelen tıbbiyeli bir arkadaşımız, gönlünü fena halde bir gecekondu kızına kaptırmıştı.Kız doğru dürüst ilkokulu bile bitirememişti, ama bizim siyasete yeni yeni ısınan yaman biriydi. Kavgalarda iki, üç kişiyi birden yere sererdi.

İçedönük, sessiz bir çocuk olan tıbbiyeli arkadaşımız, kızın bu özelliklerinden çok etkilenmişti. Daha doğru dürüst ne konuşmuş, ne de birbirleriyle anlaşmışlardı.Çocuk, arkadaşlık teklif ettiğinde, kız lafı ağzına geri tıkamıştı:” Ne arkadaşlığı lan! Beni, önüne gelenle flört eden burjuva kızı mı sandın! Ben, öyle arkadaşlıktan, markadaşlıktan anlamam, isteyeceksen, gel,beni annemden,babamdan adam gibi iste;yüzük, nişan tak!”

Mesut, Muhammet, ben;mahallenin üç ekâbiri, çocuğu da yanımıza aldık, kız istemeye gidiyoruz…

Yemekler, çaylar geldi. Ağırlanmamıza, izzeti ikrama diyecek yok…Kız, çantada keklik gibi görünüyor ya, yine de belli olmaz…

Konuyu açmanın zamanı geldi.Üçümüz, birbirimizin gözüne baktık. İçimizde ağzı en iyi laf yapanımız Mesut Akın.Grevlere, köy çalışmalarına katılmış, halkın nabzını tutmasını iyi biliyordu.Sözü ona bıraktık. Mesut, önce bir bardak su içti, boğazını temizledi:

“Amca, her halde doktor arkadaşımızı tanıyorsunuz!” dedi. Adam, eliyle “şöyle, böyle!” işareti yaptı…

“Arkadaşımız, çok,değerli ,terbiyeli bir insandır.Seneye tıbbıyeyi de bitiriyor…”

Pür dikkat kesildik.Bakalım sonunu nasıl bağlayacak…

” Arkadaşımız, içki nedir bilmez!”

Derin bir sessizlik oldu…

“Sigarası da yok!”

Muhammed’le birbirimizin gözüne baktık, bu içki, sigara faslı da nereden çıktı…

“Yani,sana nasıl anlatsam, arkadaşımız kahvehaneye bile gitmez!..”

Kapının arkasına deminden beri sabırla dinleyen gelinlik kızın birden tepesi attı:

“Tev! Desenize arkadaşınız da otun biriymiş…Sabahtan akşama kadar evde, burnumun dibinde mi oturacak?…”

Bu kız isteme faslı bir daha hiç açılmadı…

646030cookie-checkİSVEÇ’ten… Bizim hüzünlü aşklarımız…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.