Bayram’dı ,Kemal’di, Zülküflü’ydü, Yunus’tu* adları…
***
Ankara Atatürk Lisesi’nde okuduğum 1968’li yıllarda, yeni /yeni palazlanan gençlik hareketlerini bastırmada kullanılan ”“toplum polisi” vardı.
Başlarına yuvarlak- beyaz kasklar giydikleri için o yılların popüler meşrubatına benzetilerek onlara “fruko” da denirdi…
Kolej ve akademi bitirenlerini saymazsanız,polisin çoğunluğu ortayı,liseyi zar, zor bitirmiş yoksul köylü, ya da taşra çocuğudur.
Zaten zengin çocuğu gidip de polis olmaz.
Daha önce, inşaatlarda çalışmaktan, lokantalarda bulaşık yıkamaya dek yapmadıkları iş kalmamıştır.Askerliklerini bitirdikten sonra da “bir baltaya sap olmanın” zamanı gelmiştir.Artık, geleceği planlamak, evlenmek,ev kurmak zorundadırlar.
Ancak, bütün bunları yapabilmeleri için önce sağlam bir işlerinin olması gerekir.
İlçedeki parti başkanından, ildeki eşrafa dek çalınmadık kapı bırakmazlar.Ankara’da,Meclis önünde kuyruklarda sürünür,ilin milletvekilinden bir medet umarlar.
Eğer, sihirli anahtarları bütün kapıları açmayı başarırsa onlara “Gel,devlete polis ol!” derler.Can, mal onlara emanet edilir.Toplumun düzeninden, devletin güvenliğinden onlar sorumlu olur.
Dayağın “cennetten çıkma” olduğunu ta çocukluklarından itibaren bilirler. Küçükken köyde, arkadaşlarından az mı dayak yemişlerdir.Zaten kendilerini bildiler bileli anneleri babalarından dayak yer, köy yerinde kızını dövmeyen dizini döver, altta kalanın da canı çıkar…
.
Üç-beş aylık hızlandırılmış bir eğitimden sonra takarlar bellerine silahı,verirler ellerine copu;”Haydi Yunus, vatan sana emanet!”, salarlar meydanlara!..
Yunus, büyük kentin varoşlarıyla ilk kez yüz yüze gelmektedir.Şehir kültürüne yabancıdır.Daha gideceği durağı, bineceği otobüsü bile bulamaz.Büyük kentle sorunları vardır.
Göreve başlar başlamaz kısmetine çıkan gece nöbetlerinden, ortasına düştüğü kalabalıkların uğultusundan çabuk yorulur, bocalar.Artık, ne gecesi bellidir, ne gündüzü. Evde bir tas sıcak çorbaya hasrettir.
Bu perişanlığı daha fazla sürdürmenin anlamsız olduğunu kavrar.Köyden eli, yüzü düzgün birini bularak evlenmenin zamanı gelmiş de geçiyordur.
Köylü kızı deyip de geçmeyin, o eskidenmiş.
Ruju, ojeyi, kaş, göz boyamayı daha koyun sağarken, ahır süpürürken öğrenmiştir.Çamaşır makinesinin eni iyisini, buzdolabının çifte kapılısını televizyon reklamlarından bilir.
Gör ki, daha adını bile yazmayı beceremeyen köylü kızı, şehir yerinde Yunus’un başına ne masraflar açar.
Daha kente adımını atmadan evini dayalı, döşeli ister. İstikbal’den mobilya, Alarko’dan şofben beğenir.Koltuğu, kanepesi tamam olacak.Bulaşık makinesi olmazsa olmaz.
Düğündü, dernekti, cicim aylarıydı derken,peş peşe kızlar, oğlanlar doğmaya başlar.Altı nüfus, tek maaş, neylesin Yunus?
Yaz aylarında mutfak masraflarını azaltmak için çoluk çocuğu birkaç aylığına köye göndermek ister. Hanımı,”Çocuklar köyde biraz temiz hava alsınlar,taze sütle,yumurtayla beslensinler” diyerek kandırmaya çalışır.Ama, köy yerine de hediye almadan öyle elini kolunu sallayarak gidilmez ki. Baba’ya gömlek, anneye fistan, emmiye, dayıya bir içimlik tütün göndermek gerek.
Her sıkıntıya katlandın, sonunda hanımı, çocukları köye gönderdin diyelim.O da nesi? Daha haftası bile dolmadan köyden telefon üstüne telefon gelir:“Çocuklar, köy yaşantısına dayanamıyor.Küçük kız ishal oldu… Oğlanın boğazı şişti…”.
Köprülerin altından da çok sular geçmiştir.Hanım da tezek kokusuna yabancılaşmıştır artık.Bir an önce şehir yaşamına geri dönmek için günleri iple çeker.
Yunus, daha otobüs terminalinde karşılamaya gider gitmez fark eder hanımdaki iki karış suratı.Hanım, barut fıçısı gibidir. Annen şöyle dediydi…Ablan böyle dediydi..
Hiç yoktan bir de “Bilezik isterim, burma isterim!” diye tutturmaz mı?
Hanım o da nereden çıktı?
Güya o da polis karısıymış.Köye hizmetçi kılığıyla gidip gelmişmiş.. Dürüye’nin, kocası daha iki yıllık polismiş.Araba sahibi olmuşlar. Şehirden ev almışlar, arsa almışlar. Dürüye’nin kolları da burma/bileziklerle kaplıymış.Kendilerinin nesi varmış. Git/gelKonya altı saat..
Hanımın öfkesi dinmek bilmez.Başlar ta köydeki eski defterleri karıştırmaya.
Zaten sen köyde küçükken de beceriksizin tekiymişsin.Doğru dürüst iki koyunu, dört keçiyi kurda kuşa kaptırmadan otlatıp getiremezmişsin..
Yunus da, herkes gibi çocuklarını alıp lunaparklara götürmek, Gençlik Parkı’nda dondurma yedirmek ister.Hafta sonları genellikle nöbete denk geldiği için bir türlü yapamaz.Hafta içinde de çocuklar okuldalar
.
Zaten alış- verişe gittiklerinde de hanım onu canından bezdirir:
“Şunu da al, bunu da al!”
“Paran yoksa kredi kartı kullan. Sen daha kredi kartı kullanmasını da mı öğrenemedin aYunus?
Gümrüklere, trafiğe, hava limanlarına “hatırlılar” yerleşmiştir,bir adamını bulup oralara dakapağı atamamıştır.
Yunus’un payına düşen, kalabalık meydanlar ve “cop” tur..
Göreve başlamak için evden ayrılırken yaşlı babası bastonuna tutuna tutuna eşiğe gelmişti.Yunus’un yakasını tutarak “Oğul”demişti, “Sopanı güçsüze,mazluma karşı kullanma.Zalimlerin, haramilerin sofrasına oturma .Çocukların boğazından haram lokma geçirme. Sözümü dinlemezsen iki cihanda ellerim yakanda olur..”
Olaylarda copu her kaldırdığında babası gelirdi gözlerinin önüne.
Kendisini en öne süren amirine diklenirdi:
“Benim de çoluk çocuğum var arkadaş. Sürmeyin beni hakkını arayan bu insanların üzerine. Gece düşlerime giriyorlar, sabahlara dek uyuyamıyorum!”
Olaylardan sonra arkadaşları, amirleri tarafından göstericilerin üzerine yeterince gitmemekle, görevini ihmal etmekle suçlanır.
Tek başına nöbet tutarken sık sık çoktan toprak olmuş babasıyla konuşurdu:
“Baba! Baba! “ derdi,”Altı nüfus, tek maaş, geçinemiyorum. Bir borç batağına saplandım, içinden çıkamıyorum.Sen bana bir yol göster baba” derdi
Yol mol göstereni olmazdı.Babası, söyleyeceği sözü söylemiş,sonra da çekip gitmişti.
Evdeki huzursuzluk da iyice çekilmez olmuştu.Sabah/akşam her günkü dırdırdan bıkan çocuklar, kafalarını yorganın altına sokup gizli gizli ağlıyorlardı.On üçündeki oğlan hala yatağı ıslatıyordu.Büyük kız, altı aydır,”Baba,yaş günümde bana telefon al! ”
diyordu.Yaş günü geldi geçti, telefon alınamadı. Kız, o günden sonra büyük bir sessizliğe gömüldü.
Yunus,“Kredi kartı” yüzünden mahkemelik de olmuştu.Önümüzdeki ay mahkemesi vardı.Maaşına haciz konacaktı.Eve icra gelmesi de an meselesiydi.
Son umudu,Meclis’teki çıkmaz olası kredi kartlarıyla ilgili o yasaydı.Yasa çıkarsa, belki borçlarının bir bölümü silinirdi.
O umutları da boş çıktı.
Meclisteki o yasa da yaralarına ilaç olmadı.
Her derde katlananYunus, böylesi hallerde güçlü olmak konusunda yeterli donanıma sahip değilldi.
Son zamanlarda büyük kız gibi onun da üzerine bir durgunluk çökmüştü.
Bir ateş topu gibiydi..
Bir yerlerden bir patlak vereceği biliniyordu.
Ama bu olasılık hiç akla gelmemişti.
O gitti yapılabileceklerin en kötüsünü yaptı.
Köşeye sıkıştırılmış çaresiz bir akrep yavrusu gibi,
İntihar etti!…
__________
*Yazıda adı geçen Yunus bir düş ürünüdür.