İSVEÇ’TEN… Ninnilerimizi besleyen korkularımız

Durup durup yeni  bir  şey  çıkarıyorlar.

Son günlerde büyük medyamızı  yine bir telaş aldı.

Yabancıların aldığı taşınmaz sayısı, Türkiye genelinde 50 bini aştı. Yabancılar arasında ilk sırada Yunanlar, ikinci sırada Almanlar var. En çok satış yapılan il İstanbul. Onu Antalya izliyor

Rakamları üst üste, yan yana sıralıyorlar:

Sahil kentlerimizde,

Yunanlar 12 bin 535…
Almanlar 12 bin 53
İngilizler 6 bin 983
Suriyeliler 4 bin 607
Hollandalılar 1833…..

ev  satın almış..

Hayret, listede Amerikalılar yok.

Demek ki, Amerika’nın Türkiye üzerinde herhangi bir gizli emeli yok.

Böylece Amerikalı emekli albay  Ralp Peters’in,  Türkiye’yi lime lime parçalanmış gösteren  haritası da fos çıkmış oluyor…

Almanlar, Alanya’ya dadanmış.

Kuşadası’nı İngilizler parsellemiş.

Bu arada “misyonerlik  faaliyetleri”nin yeniden  ısıtılarak  gündeme getirilmesi de  bir rastlantı olmasa gerek.

Ülkenin  can damarı sanayi kuruluşları  Ofer’lere pazarlanırken, İncirlik’teki uçuşlara  orası başka bir ülkenin toprağıymışçasına kayıtsız kalanlar, konu  yabancıların sahillerde üç beş ev satın almasına gelince ellerine cetveli, hesap makinesini  alıyorlar:

Vatan toprakları yavaş yavaş avuçlarımızın  içinden kayıp  gidiyor mu ne?

Beyler!

Genç Cumhuriyet,Truman Doktrinleriyle, Marshall Planlarıyla,CENTO’suyla, NATO’suyla , gizli/açık. İkili Anlaşmalarıyla, askerinin potin bağından palaskasına kadar yabancılara  bağımlı hale getirlirken aklınız neredeydi?
Ucuz kahramanlık yapmanın alemi yok.

AKP iktidarında turizm zaten baş aşağı  gidiyor. Turizm Bakanı, sanki Turizm Bakanı  değil  de tapu memuru.Belli ki, karınlarını açarak kumların üzerinde  sere serpe  yatanlardan  gelecek  haram parada gözleri yok..

Milyonlarca konutun bulunduğu Türkiye’de, yabancıların 50 bin ev satın alması ni gibi sakıncalı sonuçlar doğurabilir?

Ben düşündüm, aklıma bir kaç ihtimal geldi.

Belli mi olur, örneğin, yabancılar, aldıkları bu  evlere top, tüfek, füze gibi silahlaryerleştirebilir,yarın Türkiye işgal edilmeye kalkışıldığnda topların namlularını pencerelerden dışarıya uzatarak bizi arkadan  vurmaya  çalışabilirler. Ev, toprak satın almak suretiyle  nüfusumuzun çoğunluğunu ele geçirerek milli bekamızı ortadan kaldırmaya çalışabilirler.

Şaka bir yana, böyle bir kuşku ve güvensizlik, yüreklerini Türkiye’ye adamış, bizimle aynı koşullarda  yaşamayı yeğleyen bu  insanlara  karşı yapılmış  büyük haksızlık  değil mi?

O insanları  ”potansiyel işgalci” olarak görürseniz, ”vur!“ deyince öldüren ”linç“ kültürünün etkisindeki  fanatik  güruhu üzerlerine salmış, rahip öldürmelerine, papaz yaralamalarına zemin hazırlamış olmaz mısınız?

Neden korkuluyor?

Türkiye’de, 80 bin camiye karşılık, 1500 dolayında kilise var.

Ama, ”misyonerlik  faaliyetleri”nin sonucunda dinin elden gideceğinden korkuluyor.

Varlığıyla övünülen yüzde 99 oranındaki  Müslüman, yüzde 1’lik azınlıktan korkar mı?

Duyulan bu güvensizlikle, dini çoğunluğa karşı da bir haksızlık yapılmış olmuyor mu?

***

Avrupa’da, sayıları 5 milyona yaklaşan bir Türk çoğunluğu var.

Almanya’da, 1 milyonu aşkın Müslüman, satın aldıkları kendi evlerinde oturuyorlar.

Orada bir tehlike sözkonusu olmuyor.

Ama  bizde,dört tane yaşlı Alman, oturmak için   deniz kenarında ev satın aldıklarında  ”Vatanın elden gitmesi” tehlikesi beliriyor.

Ya onlar  ahmak,

Ya bizde bir özgüven eksikliği var..

Cumhuriyet Gazetesi’nden Sevgili Hikmet Çetinkaya, ”Yarın,sahil kentlerimizdeki  Beleediye Başkanları da Hristiyanlardan seçilirse hiç şaşmayacağım” diyor.

”Parmağım kör gözüne” diye buna derler.

Bir Hristiyan yurttaşımız Beleediye Başkanı seçilirse  kıyamet mi kopar?

Onlar, Türkiye’yi AKP’lilerden daha kötü mü yönetirler?

Bildiğim kadarıyla, Hatay’a bağlı  Arsuz Belediyesi’nin  CHP’li Başkanı Fuat Süme bir Hristiyan yurttaşımızdır.Çoğunluğu Müslüman olan Arsuz’luların  oylarıyla seçilmiş.Fuat Süme, Ankara Universitesi Ziraat Fakultesini bitirdikten sonra Amerika`da Virginia ealet universitesinde doktorasini tamamladiktan  sonra askerliğini de Türkiye’de yapmış. Amerika’ya dönmek yerine Arsuz’a yerleşerek halka hizmet etmeyi yeğlemiş.Ben, Arsuz’a hiç görmedim. Fuat Süme’yi de hiç tanımam..Ama orada (Hristiyan olmayan) yakınlarım var.Arsuz’da, Hristiyanlar  ve Müslümanlar bir arada, kardeşçe  yaşıyorlar.Oralara gitden  CHP’lileri, Cumhuriyet Gazetesi  çalışanlarını da güllerle karşılıyorlar.Türkiye’nin laik düzenini  kendileri için sığınılacak birliman olarak görüyorlar.

Sevgili Hikmet Çetinkaya, bu sözlerinizle en başta o insanlarımızı yaralamış, düş kırıklığına uğratmış, güvendikleri dağlara kar yağdırmış olmuyor musunuz?

Siz, eskiden  halklar arasındaki dostluklara  vurgu yapardınız. Bülent Ecevit’in, ”Sıla derdine düşünce anlarsın/ Yunanlı ile kardeş olduğunu”  diye başlayan dizelerini dilinizden düşürmezdiniz.Ne oldu size?

Yabancı ülke parlamentolarında kaç tane Türkiye kökenli Milletvekili var, hiç saydınız mı?
Bunlardan biri  Sevgili ağabeyim Yaşar Özürküt’ün eşi, İsveç Sol Parti Milletvekili Sermin Özürküt’tür.Türklerle birlikte İsveçlilerin de oyunu alarak oraya seçildi..İsveçliler, Almanlar, Hollandalılar, Türkiye  kökenli adaylara oy verirken sizin duyduğunuz kuşkuları duymadılar. duymuyorlar?

Sorumu yineliyorum:

Onlar mı ahmak, yoksa  biz mi özgüven yoksuluyuz?


Ben, 8.5 Milyon nüfusu olan bir ülkede yaşıyorum.

Oturduğum ev bana ait.

Satın alırken kimse baha karşı herhangi bir  kuşku duymadı.

İsveç’te,1,5  Milyon dolayında  yabancı yaşııyor..

İsteyen her yabancı, istediği yerden ev satın alabilir.

İsveç’in en büyük üçüncü  kenti Malmö’nün de içinde yer aldığı Güney Skåne bölgesi  bir zamanlar Danimarka  toprağıymış.Danimarka, daha fazla toprağa ihtiyacımız yok diyerek bu bölgeyi, kavgasız gürültüsüz bir şekilde  İsveç’e armağan etmiş.

Danimarka ile  İsveç arasında köprü bağlantısının kurulmasından sonra  30 bin dolayında  Danimarka’lı İsveç’e yerleşti, ev satın aldı.

İsveç okullarında  50’nin üzerindeki yabancı dilde ”ana dili” eğitimi  veriliyor.

İsveç ile Danimarka arasında sınır sadece kağıt üzerinde var. Gelip giderken kimseye pasaport sorulmuyor, kimlik kontrolü yok…

Hiç bir İsveç’linin ”bölünme, parçalanma” endişesi taşıdığını duymadım.

Ama,  nüfusu 8O Milyona dayanan, dört kıtada at koşturmuş  benim kahraman milletim, ülkedeki 1500 kiliseden, yabancıların 50 bin  ev satın  almasından  korkuyor.

Bu paranoyalar hep bizim alın yazımız mı?

***

Keşke daha çok yabancı  gelse, Türkiye’den daha çok ev satın alsalar.

Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin  yan yana  evlerde kardeşçe yaşayabildikleri  o eski İstanbul  günlerine keşke  yeniden dönebilsek…

İnanın ki, Türkiye’nin  gelişme dinamikleri  buralarda  saklı.

Zaten padişah analarımızın çoğu da yabancı değil miymiş?

Osmanlı’nın  genişlemesinin sırrı  biraz  da oralarda  gizli  değil  mi?

Bizdeki  bütün yenileşme  hareketleri  de zaten dışarıdan ittirmelerle olmadı mı?

Askeri darbelerimizi bile dışarıdaki  “dostlarımızla” dirsek teması  içinde gerçekleştirmedik mi?

Takiyyeli de olsa, bazı gelişmeleri AB’nin zorlamalarına  borçlu değil miyiz?

***

Ak Deniz, Ege, Marmara, Kara Deniz sahillerimizle İstanbul’daki  bütün konutların mülkiyeti  bu güne dek  bize aitti  de bir hayrını  mı gördük?

Dilber Teyzem’in, Çengelköy sırtlarında, kirada oturduğu  köprü manzaralı bir evi vardı.Ev sahibi, tuvaleti, banyoyu, mutfağı deniz tarafına yapmıştı.Yatak odaları ve balkon Talimhane’nin gecekondularına bakıyordu.Ev sahibine, balkonu neden denizden yana koymadığını sormuştum.Aldığım yanıt çok ilginçti:Boğazdan geçen gemilerin  gürültüsünden, vapur düdüklerinden  rahatsız oluyormuş…

Bu güne dek, deniz kenarındaki konutlarda çul, çaput içinde doğup büyüyen  analarımızdan, bacılarımızdan  kaçının bedeni bir kez  olsun  tuzlu deniz suyu gördü?
.
Don ve şalvar yerine mayo ile adam gibi denize  girmesini ne zaman öğrenebildik?

 

Gelsinler, İngilizler, Fransızlar, Hollanda’lılar; hiç olmazsa biraz  daha adam oluruz.
 

Bu güne dek, topraklarımız  üzerinde tadını çıkararak insanca yaşamasını  ne zaman öğrenebildik?

Tarihte, bir daha hiç yakalayamayacak bir şansla , bize, altın tepsi içinde güzel  bir yurt  armağan edildi.

Ama bir türlü onun  değerini bilemedik.

Bu ülkenin  geleceği için didinenleri boğazladık,susturduk.

Yurtsever  gençlerimizi yağlı kurşunlara uğrattık, iplerde sallandırdık.

Aydınlarımızı, sanatçılarımızı  işkencelerden geçirdik, ateşlere attık.

Aydınlatmacı öğretmenlerini dağ başlarında süründürdük.

Bir dönem ırkçılığın paçasına yapıştık,

Sonunda şeriatçılıktan medet umar hale geldik.

Ay yüzlü kadınlarımızın yüzünü örttük, onları kara  çarşaflara gömdük.

Genç Cumhuriyeti , daha yirmi beşinci yaşından itibaren  pazarlamaya başladık;

Truman Doktrinleriyle, Marshall Planları’yla, üstü örtülü İkili Anlaşmalarla  çanına ot tıkadık.

Morrison’cu Süleymanlar yarattık.

“Benim memurum işini bilir”  diyen Özal’ları, çetecileri “vatansever” ilan eden  Çiller’leri,

İistifçileri, vurguncuları, hortumcuları iktidara taşıdık.

Bırakalım devede kulak bile olmayan yabancılara satılan evlerin üzerinde komplo teorileri üretmeyi.

Bugün İncirlik Üssü kimlerin denetiminde, kime  karşı kullanıyorlar.Oradan nerelere, ne   taşınıyor, haberiniz  var mı?

Yabancılara mülk satışı , 20 –25 yıl önce Turgut Özal’ın  İstanbul,.Sarıyer’i, Sevda Tepesi’ni  Araplara pazarlamasıyla başladı.

 Yıllarca, ülkenin bütün değerleri işportada pazarlanırken sustuk.
 
Sıra  Türkiye’de yaşamaya gönül   üç/beş yabancının  ev satın almasına gelince uyandık..

Birden, çırılçıplak, yersiz, yurtsuz kalma korkusu sardı yüreğimizi.

Osmanlı’nın dağılmasından beri bu korku yüreğimizde hep vardı, hep diken üzerinde oturuyor gibiydik..

Zaten,Türkler, Orta Asya’dan bu yana  yerleşik  bir düzen  tutturmayı  bir türlü beceremediler.

 “Ferman padişahın, dağlar bizimdir”diyerek yeniden yollara düşme korkusuna kapıldık.

Çünkü, biz, ninni yerine korkularla büyütülmüş  bir neslin çocuklarıydık…

646760cookie-checkİSVEÇ’TEN… Ninnilerimizi besleyen korkularımız

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.