1978 yılında, Aydınlık Gazetesi’nin sayılı sarı basın kartı taşıyan çalışanlarından biri ve parlamento muhabiriydim. Her gün, öğretim üyesi,gazeteci,aydın,sanatçı ve gençlerin öldürüldüğü günlerdi. Öldürülenlerin sayısı günde 30’u, 40’ı buluyordu.Ülke,o yıllarda beş bini aşkın değerli insanını yitirdi. Bu sayıyı, da daha sonraki yıllarda terörden yitirilen 30 bin kişiye eklememiz gerekiyor.
O günlerde İkinci MC(Milliyetçi Cephe) Hükümeti işbaşındaydı ve Başbakan Süleyman Demirel, ülkücülerin de cinayet işlediğini bir türlü kabul etmiyordu. Aydınlık Gazetesi’nce,Ülkücülerin işlediği cinayetleri mahkemelerdeki belgelerle kanıtlayan bir dosya hazırlandı. Oral Çalışlar, Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni, Nuri Çolakoğlu da Ankara Temsilcisiydi.
Demirel’in o günkü basın toplantısına üçümüz birlikte gittik. Basın toplantısı bitti. Sıra sorulara geldi. Gazeteciler, ülkücülerin işlediği cinayetlere ilişkin sorular soruyor, Demirel bunları kabul etmiyordu.
Nuri Çolakoğlu, mahkemelerce karara bağlanmış ülkücü cinayetlerini içeren dosyayı “Efendim, kanıtları burada!” diyerek önüne koyduğunda, Süleyman Demirel, o tarihi sözünü söyledi:
“BANA, ÜLKÜCÜLER DE CİNAYET İŞLİYOR DETİRTEMEZSİNİZ!”
Şimdilerde ortalarda “demokrasi havarisi” gibi dolaşan Demirel bunu benim külahıma anlatsın…
***
1978 yılının son günlerinde Kahramanmaraş Katliamı yaşanmıştı. Katledilenlerin cenazeleri henüz yerdeydi. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş alel acele bir basın toplantısı düzenleyerek olayın sorumluluğunu “solculara”, “komonistlere” yıkmaya çalışıyordu. Bizim elimizde ise katliam sırasında, silah sesleri arasında banda kaydedilmiş telefon konuşmaları vardı. Telefondaki çaresiz baba “Ellerinde silahlar ve baltalarla bizim eve doğru geliyorlar! Şu anda kapıdalar! Çocukları üst kata gönderdim. Şimdi kapıyı kırıyorlar! Kurtarın bizi!” diye bağırıyordu! Daha sonraki Sivas yangınında olduğu gibi, onlar da kurtarılamadılar. Adamın sesi boğuk çığlıklar arasında kayboldu. Evdekilerin hepsi bağıra bağıra ölmüşlerdi!..
Basın toplantısına bu ses kaydını da götürecek, bir kopyasını “Alın, dinleyin!” diyerek Türkeş’e verecektim…
Basın toplantısı salonunun kapıları açıldı.Masada, Türkeş’e yakın bir yerde oturabilmek için erken girmeye çalıştım. Kapıdaki iki koruma görevlisi kollarımı tuttu: “Sen giremezsin, Aydınlık Gazetesi muhabiri basın toplantısına giremez!” dediler.
Parlamento Muhabirleri Derneği Başkanı’mız Rafet Genç de oradaydı:
“Arkadaşlar durun!” dedi, “Bir gazeteci arkadaşımız basın toplantısına alınmıyor. Biz de izlemeyeceğiz, protesto edeceğiz!”. Anadolu Ajansı ve TRT kameramanları başta olmak üzere hiç bir gazeteci o basın toplantısını izlemedi. Parlamento Muhabirleri Derneği Yönetim Kurulu bir bildiri yayınlayarak olayı protesto etti.
Büroya döndüm. Telefon çaldı.Telefonu Nuri Çolakoğlu açtı. Arayan MHP Genel Sekreter Yardımcısı ve Türkeş’in Basın Danışmanı Yaşar Okuyan’dı. Türkeş adına özür diliyor, üzüntülerini bildiriyordu. Nuri, “Haksızlığa uğrayan arkadaş burada, al onunla konuş!” dedi, telefonu bana verdi. Okuyan bana da, “ Sayın Türkeş’in bu olaydan haberi yok. Çok üzüldü. Genel Başkanımız adına senden özür diliyorum!” dedi.Yaşar Okuyan, yaşayan bir kişidir, anımsar…
Daha sonraki MHP toplantılarının baş konuğu oldum. Bütün seçim mitinglerine çağrılıyor, bir saldırı olasılığına karşı özel olarak korunuyordum.Yaşar Okuyan, nasıl olmuşsa oralara düşmüş, yüreğinde nefret ve kin taşımayan biriydi. Bu hali beni rahatlatıyordu. Gittiğimiz yerlerde görev yapan gazetecilere “Ben ülkücü bozkurtum, bu arkadaş da Mao’cu bozkurt!” diyerek tanıtıyordu.
***
Bütün bunları Roj Tv konusuna gelmek için anlatıyorum.Ben basına getirilen kısıtlamaların acılarını,sıkıntılarını çok çektim, çok yaşadım. Kaynağı ve gerekçesi ne olursa olsun bir yayın organının kapatılmasını da, muhabirinin basın toplantılarına alınmamasını da etik bulmuyorum.
İktidar ve muhalefet milletvekilleri bu kanala bir çok kez çıkmışlar, konuşmuşlar. Çıksınlar, konuşsunlar, ne olur?
Danimarka’daki protestodan sonra, Roj Tv Muhabiri Senem Güneşer, Avrupa’daki çeşitli toplantılarda Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Güle’e zaman zaman sorular sorduğunu, ancak hiç tepkiyle karşılaşmadığını, şimdi sergilenen bu tavrı anlamakta güçlük çektiğini söylemişti. Ben onlarında konuşmalarını doğal karşılıyorum.Bunlara artık alışmamız gerek. Dünya dönerken hep aynı yerde duramayız.
Ben, Roj Tv’nin yayınlarını izlemiyorum.Terör kışkırtıcılığı yapıp yapmadığını da bilmiyorum.Eğer yapıyorsa, böyle bir eylemi uzun süre gözlerden saklaması mümkün değildir. Dünyanın her yerinde, eninde sonunda, yasalar önünde cezasını görür. Ama, ille de ”Kimse onlara bir şey yapmaz” diyorsanız, sizin de yapacağınız fazla bir şey yok demektir. “Türk’e Türk propagandası “ yapmaktan öteye gidemezsiniz.
Terör kışkırtıcılığı yaptığı,belgelerle ve inandırıcı bir şekilde kanıtlanamıyorsa,Kürtlere yönelik haber yayını yapması ve kültürel programlar hazırlaması kapatılmanın ve susturulmanın bir gerekçesi olmamalıdır.
Bu kanal, on yılı aşkın süredir Med Tv ve Medya Tv adlarıyla yayında. Her kapatılmadan sonra ad ve uydu değiştirerek yayınına devam etmiş. Şimdi Roj Tv olarak kapatılması gündeme geldiğinden bu yana yayınlarını Mezopotamya Tv üzerinden sürdürüyor. Roj Tv amblemini kullanmaya devam ediyor.Yarın Roj Tv’yi kapatırsınız, başka bir adla ve uydu ile yoluna devam eder. İnternet ve iletişim çağında bu tür yayınların önüne geçemezsiniz. Şu anda Roj Tv’den başka Kürtlere yönelik yayın yapan dört tv kanalı ve bir internet radyosu daha var. Biri gider,yerini diğeri alır, önleyemezsiniz.
Roj Tv kapatılınca bütün sorunlar hallolacak, Kürt sorunu çözüme kavuşacak mı?
Gerçekçi olalım ve boşuna havanda su dövmeyelim.