Değerli dostum Sezai Bayar’ın, Açık Gazete’de yayımlanan “Sol boşluk nasıl doldurulur?” başlıklı analizlerine bizim “ aslan sosyal demokratlar”dan bir yanıt gelmedi. Bu eksikliği Sayın Bayar da hissetmiş olmalı ki, yazısının beşinci bölümüne “Umarım bu yazılar suya yazılmış addedilmez” diyerek başlamış…
Tam bir “ Vurdum duymaz, Kör Ayvaz” manzarası yani ..
Eh, bu durumdan vazife çıkarmak da mahallenin delisi olarak artık bana kalıyor..
Gazete haber bürolarının en miskin günleri Pazardır..
Sabah erkenden kapılar açıldığında çaycılar ve temizlikçilerden sonra stajyer muhabirler gelir. Gece feneri nerede söndürdüğü bilinmeyen haber müdürü keyfi yettiğinde öğleye doğru teşrif eder. Büroya adımını atar atmaz, akşamdan kalma davudi sesiyle “Çocuklar, bu gün dişe dokunur bir haber var mı?” diye sorar.
Gündemde birkaç kıytırık basın toplantısından başka bir bir şey yoktur. Şef, soda eşliğinde mahmurluk kahvesini yudumlarken günü kurtaracak haberin girizgahını da yapmaya başlar:
“ CHP’ de ne oluyor çocuklar?”
CHP’de, her zaman bir şeyler mutlaka olur…
“ Partiden ihraç edilen eski il yönetimi bugün basın toplantısı düzenleyecekmiş…”
“İstanbul kongresinde de dün yine kavga çıkmış!”
Şef, haberin çatısını oluşturacak yorumu yapar:
“ Bu CHP’den de bir b… olmaz zaten…”
Gazetenin birinci sayfası yavaş yavaş hazırlanırken günü kurtaracak CHP haberleri de ekranlardan akmaya başlar..
CHP dediğin, tıpkı bir un çuvalı gibidir; ne zaman vursan tozu çıkar.
Hiç bir riski olmayan atışı en serbest alandır..
Parti yönetimini yerden yere vurduğunuz için gazete ilanlarınıza bir halel gelmez..
Patronunuzun alacağı ihalelere zararı dokunmaz…
Çok bereketli bir konudur CHP .. Ne zaman canınız isterse CHP ve solla ilgili yazacak bir şeyler bulursunuz..
Yanlış anlaşılmasın, sözüm Sezai Bayar dostuma değil.
Ben Sezai Beyi, objektif, dürüst bir gazeteci olarak tanıdım.
Umarım “soldaki boşluk”tan sonra, şimdi sağdaki boşluğa da bir el atacaktır..
“Sağdaki boşluk nasıl doldurulur?” sorusuna yanıt arayacaktır..
Hatırlatma olsun diyerek isterseniz aklıma gelen birkaç şeyi sıralayayım..
…Türkiye’de, devlet arsalarını yağmalamanın, banka hortumlamanın alfabesini alfabesini daha 1970’ li yıllarda Demirel kardeşler yazdı. Hacı Ali Demirel, Ankara’da kurduğu Özel Yükseliş Koleji’ni, bedavaya kaptığı Devlet Demiryolları arsaları üzerinde, geri dönmeyen Ziraat Bankası kredileriyle yükseltti. Siyasette 40 yıl boyunca Süleyman Demirel adı, kardeşlerinin, hısım akrabasının yolsuzluklarıyla birlikte anılır oldu. Sonradan gelen Yeğen Yahya Demirel ise hepsine rahmet okuttu, banka boşaltmanın bilinmeyen sırlarını keşfetti.
Tansu Çiller, adı sanı bilinmeyen sıradan bir öğretim üyesiydi. TÜSİAD Dergisinde yazdığı bir yazıyla Süleyman Demirel’in ilgisini çekti, yıldızı parladı, siyasetin çekim alanına girdi. Demirel’in “kızım” dediği Çiller, Başbakan olduktan sonra, Çankaya’ya çıkan “Baba”sının sakallarını yolmaya başladı, ona kan kusturdu. Demir Leydi Tansu’nun kocası Özer Bey de Demirellerden gelen aile geleneğini sürdürerek İstanbul Bankası’nı götürdü..
Sonradan DYP’nin başına gelen Mehmet Ağar ise Emniyet Genel Müdürlüğü ve Bakanlık yıllarında Güney Doğu’da bin gizli operasyona imza atmakla övündü. Kimse, bu operasyonlardan kaçının kanla sonuçlandığını, kaçının “faili” meçhul olduğunu sormadı.
ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın ise Susurluk Çetesinin lideri Abdullah Çatlı ile yakından görüştüğü belgelerle kanıtlandı. Çakıcı ile telefon konuşmaları kayıt altına alındı. Mafya ile içli dışlı olmakla suçlandı, Yüce Divan’da yargılandı.
Amaaan…! Ben de niye boşuna nefes tüketmeye, kime laf anlatmaya çalışıyorsam..
Bizim halkımız yiyiciyi, “lüp” edeni çok sever.
Halkımız, tarihi boyunca Cumhuriyete, çağdaşlaşmaya, demokrasiye hizmet etmek isteyenlere hiç ilgi göstermedi. Cumhuriyet’in ikinci adamı İsmet İnönü’yü hep “Sağır İsmet” diyerek aşağıladı.
Bu halk, Devletin bir kurşun kalemine dahi elini sürmemiş, milletvekili maaşıyla aldığı arsasını dahi devlete bağışlamış Bülent Ecevit’e hiç gün yüzü göstermedi. Onun Rahşan’ıyla, kedileriyle, romantikliğiyle uğraşıp durdu.
Ama, hısım akraba ve yakın çevresiyle gırtlağına kadar yolsuzluklara batmış Süleyman Demirel ‘i yıllarca baştacı ederek, “Baba” diyerek bağrına bastı..
Erdal İnönü’nün, İsmail Cem’in, Aydın Güven Gürkan’ın, Altan Öymen’in, Erol Tuncer’in, Murat Karayalçın’ın, Fikri Sağlar’ın, Ercan Karakaş’ın, Recep Tayyip Erdoğan’dan nereleri eksikti?
Daha yeteneksiz oldukları için mi bir yerlere gelemediler; kimi kahrından öldü, kimi hala köşelerde sürünüyor..
Sezi Bayar dostum, mesleğimizin duayenidir, benden daha büyüktür. Aklı benden daha iyi erer, o günleri daha iyi anımsar.
Umarım “sağdaki boşluk nasıl doldurulur?” sorusuna da bir yanıt arayacaktır..
Daha da önemlisi, 50 yıllık sağ ve dinci iktidarların verdiği tahribatlardan sonra, Türkiye’nin Cumhuriyet ve demokrasi yolunda kaybettiği boşluğu nasıl doldurulacaktır?
Haydi bakalım Sezai ağabey, kalemine kuvvet! Birikiminle, objektif kaleminle içimizde bu sorulara en doğru yanıtları ancak sen verebilirsin!…
***
KUSURA BAKMA ÖLÜM,
ADIN ÇOK SOĞUK GELEMEM..
Haydaaaa!
Bu da nereden çıktı?
Yazımı tam bitirdim, editörümüz Faruk Eskioğlu’na göndermek üzereyken sevgili arkadaşım Abdullah Gürgün’den “acil” kodlu bir ileti aldım. Okuduğumda gördüm ki, gerçekten de durum çok acil!..
Yazımı iptal edip yerine bu ileti mektubunu koysam olmaz.
Bir dahaki yazının konusu olarak saklasam olmaz, ölümle yarışıyoruz, o kadar zamanımız yok…
En iyisi Gürgün’ün iletisini bu yazının sonuna eklemek ..
Siz de bakın bakalım neler olmuş , neler olacak..
***
Ölümcül kanser hastası, gazeteci ozan Erol Zavar’ın her an yaşamını yitirebileceği bildiriliyor.
Zavar için 15 Aralık tarihinde Sincan’da Yürüyüş yapılacak.
“…
hani filmin en güzel sahnesinde
sinemadan çıkar gibi
hayattan çıkıp gidemem
kusura bakma ölüm
adın çok soğuk gelemem
…”
Erol Zavar’ı bilir misiniz?
Gözümüzün önünde eriyip giden o güzel insanı; kayıp giden bir yıldız gibi…
1967 yılında Zonguldak’ta doğan, ailesi yoksulluk nedeniyle kente, Ankara’ya göçen, evli ve doya doya sevemediği iki çocuğu olan (Evine yapılan baskınla gözaltına alınırken, eşi Elif ikinci çocuğuna hamileydi. Şu anda 7 yaşında bir kızı ve doğduğu günden bu yana cezaevi koşullarında tanımaya çalıştığı 5 yaşındaki oğlu var) daha kırk yaşında bir can. 1997-1998 yıllarında Odak ve Genç Direnişçi dergilerinin sahipliğini ve yazı işleri müdürlüğünü yapan bir gazeteci,
1999 yılında mesane kanseri teşhisi konularak ameliyat edilen ağır hasta.
2000 yılında tutuklana, 2001 yılında da “Yasadışı Direniş Hareketi Örgütü olarak, Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs ettiği” gerekçesiyle “ömür boyu hapis cezasına” çarptırılan siyasi bir mahkum. DÜŞÜNCE SUÇLUSU.
Salt mahkumlara uygulanan kötü davranış ve koşullara değil, ölüme meydan okuyan kişi.
”Ölümü Ektim Randevu Yerinde” isimli şiir kitabını yazan yurtsever, devrimci ozan.
Yüzü gibi aklı ve gönlü de güzel bir insan… İçimizden biri… Can!
”…
Bunca mazeretim varken
yaşama dair,
ölümü aklımdan bile geçirmem
Seviyorum seni hayat
tüm kötü sürprizlerini de…
…”
diyen bir yürek…
Bana gönderilen belgeleden biri “Erol Zavar´a Yaşama Hakkı Koordinasyonu” tarafından ilgili ve yetkili makamlara yollanmış bir dilekçe. Bazı alıntılar sunuyorum:
”Erol Zavar; Ankara 2 No´lu Devlet Güvenlik Mahkemesi´nin 27. 06. 2001 Tarih, 2001/47
Esas ve 2001/114 No´lu Kararı ile: “Yasadışı Direniş Hareketi Örgütü üyesi olarak, örgütün
amacı doğrultusunda mevcut Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs ettiği” iddia
edilerek “TCK 146/1 maddesine göre idam cezası”na ve “duruşmalarda gözlenen iyi hali
lehine takdiri indirim nedeni sayıldığından TCK´ nın 59/1 maddesine göre cezası indirilip
sonuç olarak Müebbet Hapis Cezası”na mahkum edilmiştir.
İlk kez 1999 yılında Ankara Etlik SSK Hastanesi´nde Mesane Kanseri tanısı ile TUR-T
ameliyatı geçirmiş olan Erol Zavar´a stresli ortamlardan kaçınması ve üç aylık periyotlar
halinde sistoskopi yaptırmasının önemi vurgulanmıştır. Gerek yoğun işkencelere maruz
kaldığı 3 günlük gözaltı, gerekse de izleyen tutukluluk surecinde karşısına çıkan tüm
yetkililere durumu ve alınması gereken önlemleri anlatmaya çalışan Erol Zavar ve ayrıca
ailesi ile avukatları bu konuda yıllarca sonuç alamamışlardır.
Diğer pek çok rahatsızlığına ek olarak söz konusu amansız hastalığına rağmen Erol Zavar;
ilgili tüm kişi ve kurumlarca “Hücre Tipi” olarak adlandırılan “F Tipi” ceza evine kapatılmıştır.
Değil 3 ay, 3 yıl boyunca ya sistoskopi cihazı olmadığı ya da zaten kendisi için bu tetkike
gerek bulunmadığı ileri sürülerek baştan savma fiziki muayenelerle adeta hastalığının geri
dönüşsüz bir noktaya doğru evrilmesi beklenmiştir. F Tipi ceza evlerinin izolasyon
koşullarında Erol Zavar´ın migren krizlerinden, astım nöbetlerine, ileri mide ve safra kesesi
yakınmalarından menüsküs ağrılarına dek vücudunda “yardim çağrısı” geliştirmeyen adeta
hiçbir organı kalmamıştır.
Nihayet 2004 yılının Şubat ayında kendisi, eş, arkadaş ve avukatlarının gayretleri ile Erol
Zavar´ın sistoskopi tetkikinin yaptırılabileceği bir üniversite hastanesine sevki
sağlanabilmiştir. 09/02/04 – 25/02/04 tarihleri arasında yatırıldığı Trakya Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesi´nde mesanesinde çok sayıda kötü huylu tümör saptanması
üzerine, 17 Şubat 2004 tarihinde ameliyat edilmiştir. Alınan biyopsi materyalinin patolojik
incelemesi sonucu konan tanı ise “Submukozal invazyonun da izlendiği Transisyonel Hücreli
Karsinom, Who Grade II, mesane, TUR-T” olmuştur
O tarihten bu yana geçen sadece 2.5 yıllık süre içerisinde gerçekleştirilen hemen tüm
sistoskopi tetkikleri ameliyat ile sonuçlanmış ve Erol Zavar sekizinde çok sayıda kanserli
tümörün çıkarıldığı toplam dokuz ameliyat geçirmek durumunda kalmıştır. Vücut direnci ve
bağışıklık sistemi açısından en uygun bakım koşullarında bulunması ve asla strese maruz
kalmaması gereken Erol Zavar bu 29 ay süresince yaşadığı birçok sevk sürecinde saldırıya
uğramış, yeni ameliyatlı haliyle yatağına zincirlenmiş ve en doğal gereksinimlerine dahi
sınırlamalar getirilebilmiş, hatta bazen bizzat imza vererek taburculuğunu öne çekip
izolasyon koşullarına, yani hücresine dönmeyi tercih eder durumda kalabilmiştir.
Eşi Elif Zavar´ın başvurusu üzerine Ankara Tabip Odası tarafından bilirkişi görüşü
alınarak 31/05/05 tarihinde hazırlanan raporda “(…) mevcut tümör ileri evre tümör haline
gelmiş olduğundan hastanın ya Sağlık Bakanlığı Eğitim Araştırma Hastanelerinden birine
sevkinin yapılarak orada yeniden değerlendirilmesi ya da, Üniversite Tıp Fakültelerinden
birine sevkinin (…)” denilmek sureti ile hastalığın giderek ilerlemekte olduğuna vurgu
yapılmıştır.
O günden beri geçen bir yıl zarfında hastalığın ilerlemesi sürmüş ve mesane duvarlarında
ameliyatlar nedeni ile oluşan yıpranma sonucu tümörün bir kez daha yinelemesi halinde artık
mesanenin tümüyle alınması gerekeceği doktoru tarafından bizzat Erol Zavar´ a iletilmiştir.
Daha sonraki olası aşamalar konusunda ise doğal olarak kimse henüz konuşmak
istememektedir.
Ulusal ve Uluslararası Hukuk Açısından Durum:
Bilindiği gibi eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu´nun 399. Maddesi´nde: “Akıl hastalığına
tutulan mahkumlar hakkında hürriyeti bağlayıcı cezanın infazı iyileştikten sonraya bırakılır.
Diğer bir hastalık dahi hürriyeti bağlayıcı bir cezanın infazı halinde mahkumun hayatı için
kat´i bir tehlike teşkil ediyorsa bu hastalıkta dahi aynı hüküm tatbik olunur” hükmü yer
almaktaydı.
Yeni Ceza İnfaz Kanunu´nun 16/2. Maddesi´nde ise “Diğer hastalıklarda cezanın infazına,
resmi sağlık kuruluşlarının mahkumlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu
durumda bile hapis cezasının infazı, mahkumun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa
mahkumun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır” denmektedir.
Erol Zavar´ ın yerinin ceza evi hele Hücre Tipi Ceza evi olmaması gerektiği açıktır. Bu kanun
maddeleri de bu durumun hukuksal ifadesidir. Eşi ve avukatlarının Adalet Bakanlığı´na eski
CMUK 399. madde ve yeni Ceza İnfaz Kanunu´nun 16/2. maddesi çerçevesinde daha da
geç kalınmadan serbest bırakılması yönünde yaptıkları sayısız başvuru bugüne değin
sonuçsuz kalmıştır.
Devletin sorumluluğu sadece kendi ulusal yasalarından da kaynaklanmamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi´nin 2. maddesi : “Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması
altındadır.”
Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi´nin 6/1. maddesi “Her insan
doğuştan yaşama hakkına sahiptir. Bu hak hukuk tarafından korunur. Hiç kimse yaşama
hakkından keyfi olarak yoksun bırakılamaz” demektedir.
Erol Zavar´ın ceza evinde kalması yaşamını büyük oranda riske atmakta, uluslararası
belgelerce de koruma altına alınan yaşam hakkının ihlali anlamına gelmektedir.
Erol Zavar´ a Yaşama Hakkı Koordinasyonu”
Erol Zavar´ ın durumu alabildiğine ivedidir!
Yarın çok geçtir.
Tüm gazeteciler, yazarlar, ozanlar, sanatçılar başta olmak üzere bu yazıyı okuyan herkese, hemen bugün Cumhurbaşkanına bir elektronik ileti, faks ya da mektup yazma çağrısında bulunuyorum. Hemen şimdi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na, Erol Zavar´ın tahliyesini sağlamaya dönük yasal yetkisini kullanmasını isteyen ileti ya da mektubumuzu yollayalım. Bu yazı daha yayına girmeden önce Cumhurbaşkanlığı nın ” [email protected] ” şeklindeki elektronik posta adresine yollanacaktır. Ayrıca tüm gazeteci dostların olayı takibe almalarını ve okuyucularına günü gününe bilgi vermelerini öneriyorum.
Biliyorum bazıları Erol Zavar’ı gazeteci, yazar, ozan saymak istemeyecektir. Onlara göre o yalnız bir mahkumdur. Unutmayalım ki, günümüzün en tanınmış gazetecileri yazar, ozan ve sanatçıları mahpus damlarında yıllarını vermiş, halkı için kendi refahını düşünmemiş insanlardır. Bugün Türkiye basını bunlarla sol gazete ve dergilerde yetişmiş insanlarla doludur.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı silahlı militanlara, dağdan inip mecliste siyaset yapmaları çağrısında bulunurken, eline silah almamış, kimseyi öldürmemiş, soymamış yalnız düşünceleri nedeniyle mahkum olmuş, ölümcül hasta bir yurttaşın özgürlüğünü istemek kadar doğal ne olabilir?
Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, size sesleniyorum; ZAVARLAR ÖLMESİNLER!
-Ölümü Ektim Randevu Yerinde
Beklemekten Ağaç Olsun-
Zembereği boşalmış sözcüklerin
Akreple yelkovan öpüşüyor onikide
Bütün ziller vaktinde vuruyor,
tembellik edip gitmeyeceğim
Kusura bakma ölüm
Bugün de gecikeceğim
Sessizlik çökmüş kentin sokaklarına
Martılar uykuya dalmış
Kar bütün izlerini örtmeye hazır
Randevularımıza sadığımdır sektirmem saatini
ama bu sefer tembelliğim tuttu,
ölüm daha çok beklersin beni…
Şimdi kış
ölümün vaktidir derler
ve tecrübelerimden bilirim
kışın ölene söverler.
Kusura bakma ölüm
ben ardımdan sövdürmem.
Bu randevuya asla gelmem.
Bu şiirin içinden tren de geçebilir
Uçak da
Vapur da
Bütün teknolojik ölüm aletleri de
ama hiç birine binmeyeceğim
Kusura bakma ölüm
gelmeyeceğim
***
Gelecek öyle uçsuz bucaksız duruyor ki
Ve ben ne olacağını merak ederken
hani filmin en güzel sahnesinde
sinemadan çıkar gibi
hayattan çıkıp gidemem
Kusura bakma ölüm
Adın çok soğuk gelemem
Bunca mazeretim varken
yaşama dair,
ölümü aklımdan bile geçirmem
Seviyorum seni hayat
tüm kötü sürprizlerini de…
Erol Zavar, 17 .02.2004
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi
Mahkum Koğuşu No:6
Ereol Zavar hakkında daha fazla bilgi için:
CUMHURBAŞKANLIĞI ADRESİ:
T.C Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül,
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı,
06689 Çankaya, Ankara
Faks: 00 90 312 441 38 16
e-mail: [email protected]
Abdullah GÜRGÜN