Penceremin önünde, kıştan beri cansız duran çınar ağacının tomurcuklanan dallarını camdan içeriye doğru uzatmasıyla birlikte fark ettim baharın geldiğini…
Ağacın tepelere yakın bir yerinde ara sıra gözüme çarpan eski bir kuş yuvası vardı.Önceleri hiç ilgimi çekmeyen bu yuva, bir sabah, bilinmeyen bir yönden gelen iki kuşun dallara konmasıyla anlam kazanmaya başladı.Yumruk büyüklüğündeki kuşların boyunları siyah, göğüsleri sarıydı. Serçe desen, serçe değillerdi, bülbüle de benzemiyorlardı hiç…
Kuşlar, gelir gelmez bir telaşla eski yuvanın karşısındaki dala yeni bir yuva kurdular.Dişi kuşun yumurtlamaya başladığını, yumurtalardan birini yuvadan düşürmesinden anladım. İlerde size, kuşların civciv çıkardıkları, yavrularını yuvadan uçurdukları günleri de anlatırım belki.
Geçen Pazar göl kıyısında koşarken gökyüzünde kalabalık bir kuş sürüsü gördüm. Havada boğuk sesler çıkararak uçan bu iri kuşlar, birkaç tur attıktan sonra gölün karşı kıyısına kondular. Yanlarına yaklaşıp yakından inceledim. Ayakları, gagaları uzun; boyunları,sarı, yeşil, mavi tüylerle kaplıydı.Daha çok leyleğe benziyorlardı.Göl kenarında köpeğini gezdiren İsveç’liye sordum; “trana” dedi.Trana’nın sözlük karşılığı turnaydı.
Türkülerden tanıdığım, soylarının artık tükenmek üzere olduğunu sandığım turnaları İsveç’te görmek varmış.
O anda belleğimde ne kadar turna türküsü varsa dilimin ucuna geldi:
“Allı turnam bizim ele gidersen/ Şeker söyle kaymak söyle bal söyle/ Eğer bizi sual eden olursa/ Boynu büyük gözü yaşlı yar söyle”
“İki turnam gelir allı karalı/ Avcı vurmuş kanatları yaralı”
Ruhi Su da ne güzel söylerdi:
“Hazreti şahın avazı/ Turna derler bir kuştadır/ Bir yanı Nil deryasında/ Asası bir derviştedir//Nerde Pir Sultan’ım nerde/ Özümüz asılı darda/ Yemen’den öte bir yerde/ Düldül hala savaştadır”
Ne çok turna türküsü var bizde.
“Yemen ellerinden beri gelirken/ Turnalar Ali’yi görmediniz mi”
Yemen ellerinden beri gelirken turnaların Ali’yi görüp görmedikleri bilinmez ama, İsveç ellerinden beri gelirken ben onları gördüm…
Bahar kendini iyice belli ettirdi ama,
Akşamları soğuk oluyor hâlâ.
Şimdi İsveç’te leylak zamanıdır.
Dağ, taş, dere, tepe silme leylak.
Ama güneş yeterince ısıtmadığı için leylakların kokusu yok…
Alışamadım gitti bu kokusuz leylaklara;
Kokusuz leylak olur mu hiç…
(*) Bu yazı 13 Mayıs 2007 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin PAZAR YAZILARI sayfasında da yayımlandı.