İSVEÇ’TEN… Öyküleriyle türküler*

Babam, Sağ  karşıtı bir aile  yapısından gelmiş olmasına karşın eski Demokrat Partili’ydi. Sonraları AP’li, Özal’lı yıllarda ise ANAP’lı  oldu. Benim sol görüşlerime hiç ilgi duymadı, sol düşünceyi hep “baldırı çıplakların işi” olarak gördü…

Sonraları bunun nedenlerini çok iyi anladım. Köyde, Acarlar soyu ile aramızda kan davası vardı ve babamın ömrü hep mahkeme kapılarında geçti. Devlete sürekli işi düşerdi. İşlerini yürütebilmesi için, arabası yürüyen, borusu öten partilerin safında olması gerekiyordu.

27 Mayıs’tan sonra, 1965 seçimlerinde daha ilkokul öğrencisiydim.O yıllarda, Komünizmle Mücadele Derneği’nin yayınları, propaganda broşürleri köylere dek geliyordu. Mahallemizdeki evlerin duvarlarına kömürle “Komünizm, her gördüğü yerde ezilmelidir!” yazdığım günleri çok iyi anımsıyorum.

O, “Komünizm belası”yla tanışmamız da çok uzun sürmedi. Babamın pil dayandıramadığı transistörlü Grundig marka radyomuzu koltuğumun altına alır, dağ /taş dolaşırdım.

Bir gün, öğle saatlerinde köye Maden Teknik Arama Enstitüsü(MTA)’nın jeologları gelmişti. Dağlarda maden arıyorlardı. Jeologlardan üçü  Rus, biri Türk’tü. Her gün saat 13’te yayımlanan öğle haberlerini dinlemeleri için radyoyu alıp yanlarına gittim. Türk jeolog, radyoyu elimden aldı, istasyonları karıştırdı, “Bundan sonra burayı dinle!” dedi.

 “Burası” dediği yer, Doğu Almanya’dan yayın yapan “Bizim Radyo”ydu. O günden sonra, Türkiye Radyolarının yanı sıra  “Bizim Radyo”yu da dinlemek bende bir bağımlılık haline geldi. Azerbaycan Türkü spiker Mustafayev, gür sesiyle “Burası bizim radyo!” diyerek anons yaptığında tüylerim ürperir, bir hoş olurdum. “Bizim Radyo”nun verdiği  frekanslardan Moskova Radyosu Türkçe yayınlar servisini, Budapeşte ve Sofya radyolarını da bulmuştum.

Hepsi de emekten, sömürüden, işçi haklarından, ezenden, ezilenden söz ediyor, Nazim Hikmet’in sesinden şiirler yayınlıyorlardı.

Acarlar’la aramızda  yine olay çıkmış, köye jandarma gelmişti. MTA jeologlarından öğrendiğim istasyonu jandarmalara dinletmek istedim. Nazım Hikmet, “Bağır! Bağır! Bağır!”ıyor, herkesi “Kurşun eritmeye çağırıyor!”du..

Askerlerin başındaki Astsubay elimden radyoyu kaptı, neredeyse kaldırıp yere çalacaktı. Bu kez bağıran oydu:

“Bu köyde, komünist radyolardan vatan hainlerini mi dinliyorsunuz!”

Babam, süklüm püklüm geldi:

“Baş efendi, bakmayın çocuğa, ben aslında eski Demokrat Parti’liyim”

Kaş yapayım derken göz çıkarmıştı…

Radyoya, bir daha  dışarı çıkarılmamak üzere sandığa kilitlenme cezası verildi.

Emekten, sömürüden,işçi haklarından, ezenden, ezilenden söz etmenin “komünistlik” olduğunu daha o yaşlardan itibaren öğrenmeye başlamıştım.

Zaten, kısa bir süre sonra da Nazım Hikmet’in bir “vatan haini!” olduğunu öğrenecektim.

Artık köyde, açıktan radyo dinleyemiyor, onu bir silah gibi çaputlara, torbalara sararak dağlara çekiliyor, çalıların, kayalıkların arkasında  “komünist” radyolarını, “vatan hainleri”ni dinlemek  bana gizli bir zevk veriyordu

Ama, henüz bir “vatan haini” olmamıştım. Türkiye radyolarını dinlemek de vazgeçilmez zevklerim arasındaydı.Haber saatlerinde,bütün il ve bölge radyoları Ankara’daki merkez radyoya bağlanıyor.Zafer Celasun ve Jülide Gülizar haberleri “Burası Türkiye radyoları” anonsuyla  veriyorlardı. O yıllarda, bu sunuş şekli kimseyi gocundurmuyordu.

Sabahları, saat 6.30 da  başlayan sohbetli, türkülü “Günaydın! “ programlarını yatakta, uyku arasında dinliyordum. Rüştü Asyalı, “Musa Emmi” adlı köy ziraatçısı rolüyle köylüye tarım ve hayvancılık dersleri veriyordu.

O yıllarda televizyon henüz yoktu.Cumartesi günleri “ Çocuk Saati” ni. Geceleri, “Arkası Yarın” ve  “Radyo tiyatrosu” nu dinliyordum.Hasan Hüseyin’in “Kızılırmak” şiirini ilk kez Serpil Akıllıoğlu’nun hazırlayıp sunduğu “Mahkeme Dosyası” programında dinledim.Ceza Hukuku Profesörü Uğur Alacakaptan,  o günlerde kitap hakkında açılan davayı yorumluyordu.

12 Eylül’den kısa bir süre önce, 11 Nisan 1980’de  faşist bir saldırıya kurban giden  Ümit Kaftancıoğlu’nun “Köroğlu Destanları”yla coşuyordum.

Ama, beni asıl etkileyen Yaşar Özürküt ve Abdullah Yilmaz`in hazırladıkları  “Köy Odası” programlarıydı.

İlk siyasi bilincimin oluşmasında  Bizim Radyo ve Köy Enstitülü öğretmenlerim kadar “Köy Odası” programları da etkili oldu…

***

Yaklaşık kırk yılı aşkın süredir, çelik/ çomak oynadığım günlerden itibaren radyodan tanıdığım, şimdilerde “Gurbetçilik” te buluştuğumuz Yaşar ÖZÜRKÜT ağabeyimin  dört Ciltten oluşan  “ÖYKÜLERİYLE TÜRKÜLER”(*) kitaplarına bakarken dalıp o yıllara gittim…

Yaşar Ağabey, öykülerini yazdığı Türkülerin notalarını ve CD’lerini de kitaplara eklemiş…

O Türküleri yeniden dinlerken içim bir hoş oldu.Ağaran saçlarıma aldırmadan çocuk günlerime, her türkünün bendeki ayrı ayrı  anılarına gittim…

Yaşar Ağabey, Dört Ciltten her birinin girişine “Türkülere emek verenler” başlıklı birer bölüm koymuş.Bu bölümde Türkü ustalarının, araştırmacılarının yaşamlarına, türkülerle ilgili görüşlerine yer vermiş.Bu bölümlerde yer alan, Türkü emekçilerinin adları şöyle:

Pertev Naili Boratav, Muzaffer Sarısözen, Ruhi Su, Aşık Veysel, Neriman Altındağ, Muzaffer Akgün (Birinci cilt) – Zehra Bilir, Aşık Mahzuni, Yıldız Ayhan (İkinci Cilt) – Aliye Akkılıç, Hacer Buluş, Fikret Otyam (Üçüncü Cilt) – Muzaffer Akgün, Can Etili (Dördüncü Cilt) . Şimdi belirtmezsem, sevgili ağabeyim Fikret Otyam, “Ulan oğlum, beni de türkücülerin arasında saymışsın!” diye kızar. Fikret ağabay, türkülere gönül veren “derlemeci” olarak kitapta yer alıyor.

Şimdi, “Solistler geçidi” diyerek beni yüreğimden vuran ilk Türküden başlayayım:

Ağgül seni cemakende görmüşler,
Ağ gülüm gülüm,
Siyah saçın sırma ile örmüşler,
Yar eğlen eğlen, gül eğlen eğlen
Rüyamda seni sana vermişler,
Ağ gülüm gülüm,,,
(…)

Merhum babamın türküsüydü bu..

Omzunda tırpanıyla tarlaya, tapana  giderken söylerdi. Babam, “Ürüyamda” diye söylerdi, “Ürüyamda seni bana vermişler..” diyerek tamamlardı.

Bildiği tek türkü buydu, başka  da türkü bilmezdi…

Devenin sırtındaki bebeğini kartallara kaptıran Yörük gelininin  “BEBEK” Türküsünü dinlerken,  karı/koca  Köy Enstitülü öğretmenlerim Bahar ve Nebi Dadaloğlu’nu düşündüm. Öğretmenlerim, bir dağ köyünde görev yaparlarken okul lojmanında uyur halde bıraktıkları yeni doğmuş bebeklerini lağım fareleri parçalamıştı…

“Çökertmeden çıktım Halilim” bıçkın gençlik yıllarımızın türküsüydü. Hep bir ağızdan bastıra bastıra “Çakır da gözlü Gülsüm’ümü Çerkez Kaymakam aldı” diye söylerdik.

“İNCE MEMED” türküsü, beni .İnce Memed adını duyduğum ilk yıllara götürdü. Annemle birlikte, radyodan her akşam  “Arkası Yarın” programında dinlemiştik. Haççe’yi, İnce Memed’i, Apti Ağa’yı ilk o zaman tanımıştım. Bölümbaşlarında ve sonlarında; Roman: İnce Memed, Yazan: Yaşar Kemal, radyoya uyarlayan….1966 yılında Kadirli ortaokuluna başladığımda ilk tanıdığım ve okuduğum roman İnce Memed olmuştu…

“HEM OKUDUM HEMİ DE YAZDIM” Umutsuzluğa düştüğümüz günlerde koro halinde söylediğimiz bir türküydü.

Hacer Buluş’un sesiyle “ÜRGÜP’TEN DE ÇIKTIĞIMI GÖRMÜŞLER” türküsü bana köyümüzdeki kan davasını anımsatır:

Ürgüp’ten de çıktığını görmüşler
Kır atının gelişinden bilmişler
Seni öldürmeye  karar vermişler

Cemal’ım Cemal’ım algın Cemal’ım
Al kanlar içinde kaldın Cemal’ın

Benim amcamın adı da Cemal’dir; eşi Cemile’yi, suyu içilemeyen derede buğday yıkarken  beynine kurşun sıkarak öldürmüşlerdi…

Karadır kaşların ferman yazdırır
Bu aşk beni diyar diyar gezdirir
Lokman hekim gelse yaram azdırır
Yaramı sarmaya yar kendi gelsin…

Kendimi bildim bileli ben de diyar diyar gezerim. Neyimi yitirdim, ne ararım, ne buldum, bilemem.Dost meclislerinde biraz çakırkeyf olunca sazı kapar, bu türküyü kaşını, gözünü yararak söylerim.

Bir de Mahzuni’nin “İşte gidiyorum çeşmi siyahım” türküsünü iyi söylerim.Mahzuni dışında, bu türküyü söyleyenlerden hiç birinin yorumunu beğenmem.

Yaşar Özürküt’ün “Öyküleriyle Türküler” dizisinin ilk kitabında, Ruhi Su, türkülerin önemini şöyle vurguluyor:

“Türkü, insanla başlamış, bugüne gelmiştir. Böyle,insanla başlayıp bugünlere gelebilmiş bir şeye ilgi duymayan bir insan kendisine nasıl ilgi duyar diye düşünüyorum…”

Benim, yazıyı sonlandırırken  vermek istediğim son cümle ise Yaşar ağabeyin  1990 yılında imzalayıp verdiği  “Türkülerin Dili” kitabından:

“Bir Türkmen kocası(yaşlısı-ahn) ölüm döşeğindedir.Nefesi kesildi kesilecek.Kısık sesiyle yanındakilerden birini çağırır:’Bana bir Köroğlu söyleyin, sonra da üstümü örtün!’ der.Genç bir Türkmen gelini elini kulağına atıp tutturur bir Köroğlu koçaklaması:

Yiğitler silkinip ata binende
Derelerde boz kurtlara ün olur
Yiğit olan döne döne döğüşür
Kötüle kavgada kaçar ün olur

Türkü bittiğinde Türkmen kocasının gözleri yumulmuştur; bir daha açılmamacasına..Ne ki mutlu bir yumuştur bu!…Türkülerimizle halkın iç içeliğini anlatmak için başka örneklere gerek var mı?”

Gerçekten de, başka örneğe gerek yok.

Eline, yüreğine sağlık Yaşar Ağabey..

Tıpkı radyo programlarındaki  gibi,

Devamını bekliyoruz..

————————-

* ÖYKÜLERİYLE TÜRKÜLER – Yaşar ÖZÜRKÜT, ( 4 cilt kitap,CD),
www.turkular.com

646850cookie-checkİSVEÇ’TEN… Öyküleriyle türküler*

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.