İSVİÇRE’DEN… Fanatizm linç eder, darbe ise idam!

İki şeyden korkmak gerektiğini düşünürüm. Bunlardan biri devlettir, öteki ise halk. Eğer bir yerde halk ve devlet gericiliği bir araya gelmişse durumun çok vahim olduğunu kestirmek gerek. Devlet gericiliği ideolojik ve yapısaldır. Hizmet ettiği sınıfın akli süzgecinden geçmiştir ve ötekine karşı koruma güdüsüyle şekillenmiştir. Halk gericiliği ise töreseldir. Gelenek ve değer yargıları üzerine oturmuştur. Öteki diye kabul ettiği kendisi gibi yaşamayan, kendi inandığı şeye inanmayanları, gizli yada açıktan baskı altında tutar…

Bizde devlet denen şey daha çok bu iki şeyin toplamını ifade eder. Ve ‘öteki’ bu iki baskının bileşeni olan devletten çeker.

Ulus denen akli süreç, dinsel olgu kadar Türk devleti üzerinde etkili olmamıştır. Yarı kalmış, hatta başarıya ulaşamamış Türk ulusçuluğu yoluna devam etmek için bugüne kadar, din olgusunun yardımına ihtiyaç duymuştur. Dini dışlarsak, Türkiye’de batı tipi bir Türk ulusundan bahsetmek imkansızdır.

Sovyet bloğunun yıkılması sonrası oluşan yeni ulusçuluğa kadar, Türkiye’de arı-ulus teoremine oturan bir milliyetçik yoktu. Türkeş MHP’si sokağa inerken, iki elliyle yaptığı kurt işareti eşliğinde attığı slogan “ya Allah bismillah Allah u Ekber dir.” Öyle doğrudan bir Türk ırkçılığına soyunduğunu söylemek de güçtür.

 Türkeş MHP’si Kürdü, Lazı, Gürcüyü vb, daha pek çok etnik kökenden halkı Türk kabul ederken de, din olgusunu ön plana çıkarır. 1980 öncesine kadar Alevilerle çatışmasında da bunu görmek mümkündür. Din kutsalı, daha öncelikli bir belirleyiciliğe sahipti. Kürt meselesine karşı MHP’nin takındığı  tutumda da bunu görmek mümkün. ‘Etle tırnak gibiyiz’ muhabbeti, gerçekte dini bütünlüğü ifade eder.

Bir parantez açmak gerekirse, bu yaklaşım devletin ideolojik yapısıyla örtüşüyordu. M. Kemal Türkiye’sinin diyanet çatısı altında merkezileştirdiği suni İslam, esasta milliyetçi, tek ulus, tek dil, tek bayrak hedefinin restaurasyonu için bir malzeme görevi gördü.

Yeni dönem tartışmaları bu alanda ciddi krizlerin yaşandığına işaret ediyor. Ulus devletin, asimilasyonun ana harcı olarak yedeğine aldığı din, kendi kimliğiyle devletin karşısına çıktı. Burada başbakan Erdoğan’ın; “Cumhurun dediği olur” dan kastıda bu temelde anlamak gerek. Din, devleti artık “akli ulusçulukla” paylaşmak istemiyor.Hatta şöyle demekte mümkündür, Cumhuriyet’in İslam dini ile yaptığı ortaklık, yeni ulusçuluğun ortaya çıkmasıyla ayrışma, hatta çatışma sürecine girmiştir. Burada politize olan bir İslam’dan ziyade, öteden beri özellikle ordu içerisinde, yargı kurumlarında örgütlü bir ideolojik bütünlük gösteren ulusalcılığın politize olma durumu vardır. M. Kemal’in alt ideolojik temellerini attığı “akli Türk ulusçuluğu” İslam’ın kalın duvarına toslamıştır..

 Bu topraklarda, meydana gelen tüm dramların altında, ulus ve dinsel ortaklığın kutsal ittifak imzası vardır. 1940’lı yıllarda askerlik yapan babamın, devlet zorundan gördükleri ile benim 1980’ler Türkiye’sinde  yaşadıklarımın aynı olmasında, gerçekte bu kutsal ittifakın rolü büyüktür.  Dört yıl askerlik yapan babam, ramazan ayında yalan oruçlar tuttu hayatta kalmak için. Sekiz yıl bir yatılı okulda okuyan ben, Müslüman olmadığım halde, ramazanda zorla oruç tutmaya zorlandım. Anlamını bilmediğim dualar ezberledim… İki arkadaşım, ramazan ayında oruç tutmadıkları için okullarında bıçaklandı. . .

Ne var ki, dincilik karşısında zora düşen ulusçuluk, “İslam gelirse, sadece içki reyonları kapatmakla kalınmayacağını iddia etmektedirler” Ancak sorulması gereken şudur, İslam ne zaman devletten uzaklaştı ki, geri gelsin? Devletin işaretiyle Gayrimüslimlerin mallarını yağmalayan, Alevi inancından insanları yakıp etrafında dans eden, İslam’la gelecek İslam farklı mı?

Yok illaki  bir fark aranacaksa o fark, düne kadar devlet içindeki bu çatışmada, ulusçuların yanını tutan Liberaller ve aydınlar, bu yeni durum karşısında İslam’dan yana tavır belirlemişlerdir. Ancak askeri darbelerin yanında yer alan liberaller, aydınlar ve solcular darbeden ne kadar çektilerse, bir o kadarını da devlete tek hakim hale gelebilecek İslam’dan çekecekleri ortada. Tabii bir şeyi unutmamak gerekir. Bizde faşizmin, din ayağı ulusçu ayaktan hep daha derin ve daha barbardı…

Halk gericiliği dediğim şeyde budur. Kitle psikolojisini arkasına almış bir iktidar, her daim darbelerden daha yıkıcı ve tamiri daha zor sonuçlar doğurabilir. Ulusçu faşizm “ötekini” bir akli süreç olarak ortaya çıkarır ve ona karşı örgütlenir. Hitler faşizmi böyle bir şeydi. Ancak, İslam’ın öteki’si geçmişten beri var. İslam’ın ötekisi, Türk ulusçuluğunun ötekisiyle aynıydı. Ermeni meselesinde ve 6-7 Eylül, Çorum, Maraş gibi Alevi olaylarında bu ortaklık görülür. Ne var ki, Kürt ortaklığında bu ihtiyaç karşılanamamakta, yeni ulusçuluğu derin devletle buluşturan da esasta Kürt olgusu oldu.

Ulusçuluğun Kürdü içine alamamasını ve AKP’nin Kürtlerle İslam üzerinden kucaklaşma arzusu, yakın bir zamanda Türkiye’de “öteki” kavramının değişmesine yol açacağını söylemek de mümkündür. ..

Biri mahkemede yargılayıp idam ediyor, öteki sokakta linç ediyor.
İslam-i fanatizmin, bu linç kültürü sokaklarda hep vardı… Mini etek giyeni falçatalarla doğrayan, oruç tutmayanları öldüren. Hıristiyan olanın boğazını kesen, Alevi’yi yakıp etrafında dans eden bir zihniyet  bu topraklardan hiç ayrılmadı…

 

 

1091840cookie-checkİSVİÇRE’DEN… Fanatizm linç eder, darbe ise idam!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.