“İşten atma yasaklanmalı”

Hayat Tv Yayın Yönetmeni Çubukçu ve Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız, Londra’da 20’nci yılını kutlayan göçmen derneği DAY MER’in Kültür ve Sanat Festivali’ne katıldı. “Türkiye’de demokrasi sorunu” başlıklı panelde konuşan iki konuk, katılımcıların sorularını da yanıtladılar. Bu hafta Çubukçu’nun konuşmaları ve sorulara yanıtını aktarıyoruz. Haftaya da Balkız’a yer vereceğiz…

– Krize karşı örgütlü mücadele çabaları hakkında bilgi verir misiniz?

– Kriz herkesi aynı biçimde vuruyor. Yalnız Türkiye ya da gelişmiş kapitalist ülkeleri değil dünyanın heryerinde aynı saldırılar yaşanıyor. İşten atma, ücretsiz çalıştırma gibi bütün halk tabakalarını baskı altına alan uygulamalara karşı dünya çapında bir mücadeleye dönüşebilir. Bunun için her ülke işçi ve emekçilerinin diğer ezilen halk tabakalarının biraraya gelmesini sağlayabilecek yollar bulmak, örgütlenme biçimlerini yaratmak gerekiyor. Emek Partisi olarak krizin yükünün sırtımıza yıkılmaması için bir mücadele programı geliştirdik ve sivil toplum örgütlerinde tartışmaya açtık. Henüz işin başındayız. Türk İş ve Hükümet arasındaki başgösteren gerginlik bu talep üzerindedir. Türk İş daha dirayetli davranır diğer işçileri kapsayacak biçimde bu programda ısrar ederse krize karşı birleştirici bir rol oynayabilir. Türk İş’in kendisinden kaynaklanan zaaflar var ve böyle bir kapasiteyi ilerletebilecek nitelikte değildir, fakat tabandan da ciddi bir baskı var.

Diğer sendikalar da buna katılabilir. Kürtlerin, Alevilerin çevrecilerin ve emekten yana kurulmuş partilerin ortak mücadele zemini haline getirilebilirse Türk İş’de işler tersine döndürülebilir. Yani bugün burjuvazinin lehine olan uygulamalar işçilerin ve geniş halk yığınların lehine dönebilir.

– Türkiye’de küresel krize karşı mücadelenin küresel bağlamda özel bir önemi var mı?

– Önemli olan İşçilerin birliğini; sektör, din, mezhep, milliyet, cinsiyet farkı gözetmeksizin “Ortak talepler platformu” olarak yaratmak gerekir.

Türkiye coğrafi olarak bulunduğu mevki olarak dünyanın en önemli kriz düğüm noktasında yer alıyor. Kafkasya, Balkanlar Ortadoğu ve Akdeniz ülkelerinin emperyalist ülkelerle çelişkilerini üstünde yaşayan ülke Türkiye’dir. Bu dügüm noktasında çözümleri de kendi bağrında bulunduruyor. Bu saydığım ülkelerde hiçbirinde bizimki kadar örgütlü mücadele deneyimi ve siyasi mücadele birikimleri yoktur. Sanayi ve kültür bakımından en gelişmiş ülke Türkiye’dir. Burada başlayacak bir mücadele diğer ülkelere genişlebilir. Emperyalizme karşı önemli başarılar elde edilebilir.

– Krizden çıkışın yolu nedir?

– Bizim krizden çıkış diye bir derdimiz yok. Kapitalistler çıkacaktır. Bizim kapitalistlerin krizini en az zararla atlatmak diye bir derdimiz var.

Bizim sendikalara önerdiğimiz ve gerçekten ciddiyetle karşılanan ya da aralarında tartışılan programa göre bir kaç talep var. İşten atmaların derhal durdurulması, işten atılan her işçile diğer bütün işçilerin sahip çıkması… Yani sendikaların görevi hangi iş kolunda ya da hangi bölgede olursa olsun işten çıkan her bir işçiye sahip çıkacak “anlayış birliğinin sağlanması”dır. Zonguldak’taki işten çıkarılan maden işçisine Adana’daki tekstil işçileri sahip çıkabilmelidir. İşten çıkarılmanın kesinlikle yasaklanması ve buna ortak cevap verileceği konusunda anlaşma sağlanmalıdır.

Böylece krizin yükünü işçilerin sırtına yıkmaya çalışan patronlara karşı ciddi bir tedbir almış olacağız. Hem biz o yükü taşımaktan kurtulacağız hem de krizin yükünü esas olarak çekmesi gerekenler üslenmiş olacaktır.

Bir diğer talep, ücret kesintilerinde esnek çalışmaya ve taşeronlaştırmaya karşı ortak mücadeledir.

Yine krizin yükünü işçilere yıkmak için çalışma saatlerinde herhangi bir indirim yapmaksızın ücretleri düşürmek ya da çalışma saatleriyle birlikte ücretleri düşürmektir. Buna karşı talebimiz, “çalışma saatleri düşürülsün ama ücretlere de zam yapılsın”dır.

Yapar mı patron? Kendisi bilir. Bizim talebimiz bu olmalıdır. İşçiler arasında şöyle eğilimler de var. Patronlar ve gerici sendikalar bunu kışkırtıyorlar. Geçenlerde konuştuğum bir grup işçiler patronların çok kötü durumda olduğunu söyleyip ağlaşıyordu… “Adam mal satamadığı için benim ücretimi ödeyemiyor” diyorlar. “Ben fedakarlık yaparım o rahatlasın o sonunda benim ücretimi verir” ruh hali var.

Sendikalar da bunu özellikle kışkırtıyor, “işyerini kurtarmanın önemli olduğunu, işçilerin bunun için fedekarlık yapması gerektiği” fikrini akıllara sokuyorlar.

“PATRONLAR KARDAN ZARAR ETMEYİ DÜŞÜNMÜYOR”

Oysa işçilerin krizden kazasız belasız çıkmasının şartı işyerinin kurtulması değildir. Kendi kaynaklarını kurtararak pek çok fabrika kardan zarar etmeyi göze alarak ayakta kalabilir. Aslında birikmiş servet o kadar fazlaki hiç biri şu anda gerçekten batma noktasında değildir. Patronun fedekarlığı ile, işçilerin fedekarlık yapmasına gerek kalmadan kurtulabilirler.

İşçi çıkarmak, ücret düşermek, çalışma saatlerini artırarak ücretleri düşürmek bir kurnazlıktır. İşçileri de “İşyeri hepimizindir. Aynı gemideyiz” gibi demogojilerle ikna ediyorlar. İşçileri bundan uzak tutmak bizim ve sendikaların görevidir.

“İŞTEN ATILAN İŞÇİ ÇOCUĞUNU OKULDAN ALIYOR”

Bir diğer talebimiz işten atılan her işçinin çocuklarının eğitim ve sağlık masraflarının işyeri, bakanlıklar ve yerel yönetimler tarafından sağlanmasıdır. İşten atılan işçilerin başvurdukları ilk yollardan biri çocuklarını okuldan almak oluyor.

Hastaysa ilacını ertelemek oluyor. Doktora götürmüyor, biraz daha idare etme yoluna gidiyor.

Sağlık ve eğitim giderleri devlet, yerel yönetim ya da bizzat işveren tarafından üslenilmelidir. Bu işçilerin önemli ölçüde işsiz kalmalarının bedellerini patrona ödetmek olarak ortaya çıkabilir. Bazı işçiler hemşehri ve akraba işçilerle evlerini birleştiriyorlar. 3 aile biraraya gelerek bir tek ev tutup krizin etkilerinden kurtulmaya çalışıyorlar.

Eğitim ve sağlık masraflarının yanısıra konut ve toplu ulaşım giderleri de bakanlık, yerel yönetimler ya da patron tarafından karşılanmalıdır.

“EMEKÇİ AİLENİN KORUNMASI PROGRAMI”

Biz buna “Emekçi Ailesinin Korunması Programı” adını da veriyoruz. Çünkü birleştirilen evler, çalıştırılan çocuklar ve eşler işsiz ailenin başvurmak zorunda kaldığı bu yollar giderek başka facialara yol açmaktadır.

Bazıları ailesini toptan öldürerek intihar etme yolunu seçiyor. Bu arada cinayet furyası var. Tek tük değil bu olaylar, yaygın bir şekildedir. Başlıca nedeni de ya kredi kartı borçları ya da işsizliktir.

İşsizliğin ya da yığılmış borçların getirdiği ödenemeyen borçları devlet, yerel yönetim ya da patronlar tarafından paylaşılması bu insani trajedinin önünü kesmek için kullanılabilir.

Bu talepler çoğaltılabilir fakat esas olarak bu krizden zarar görmeden çıkabilmek için krizin yükünü asıl yaratanlara ödetecek bir talepler zinciri yaratmak ve ortak mücadele etmek gerekir. “Ortak mücadele” dediğimizde bunun unsurları bellidir. Yalnızca işçiler değil kamu işçileri, emekçi köylülük, aynı demokratik talebi öne süren Aleviler, kadınlar çevreciler ve gençlik birlikte bu mücadele yollarını bulmalıdır.

– Sendikal mücadele ne durumda? Sendikalar gittikce kan kaybediyor. Bu işçi sınıfının örgütlü mücadelesine darbe değil mi?

– Gerçekten işçi sendikaların büyük bir bölümü hızla üye kaybediyor. İşçi kitlesi üzerinde sendikaların etkisi azalıyor. Bunun bir sebebi yeni üye yapma çalışmalarını asılmamalarıdır. Ciddi olarak sendikalar yeni üye kazanma mücadelesini bir kenara bırakıyorlar. Kendi üyeleriyle ilişkileri zayfılıyor. Gittikce AB kavramlarında yer alan Sivil Toplum Örgütleri’ne (STÖ) dönüşüyorlar.

Oysa sendika başka bir şeydir, sivil toplum örgütü başka bir şeydir. Türkiye’de sendikalara STÖ diye tanımlama alışkanlığı başladı. STÖ üyeleri olan ve üyeleriyle birlikte mücadele eden örgütler değillerdir. Bir kaç kişi biraraya gelerek bir proje, bir tasarı hazırlar ve bir yerlere sunar. Türkiye’de de demokratik kitle örgütleri, meslek örgütleri vardır. Devlet ve AB destekli bir girişimdir. Sendikalar da önde gelen bir hedeftir.

Bir taraftan sendikalara olan ihtiyaç işçiler arasında gittikce daha çok kendini hissettiriyor. Diğer yandan da sendikaların yozlaşmış bürokrat kademeleri işçilerden uzaklaşıyor.

– Türk İş’in durumu nedir?

– İşçiler kendi aralarında gerçek sınıf senidkaları kurma yolunda önemli adımlar da atmaktadır. Türk İş’in bugün karşı karşıya kaldığı durum bunu hızladıracaktır. Türk İş bir yandan tabanından gelen baskılarla baş etmeye çalışıyor ona bir yön vermeye, yumuşatmaya çalışıyor. Bir yandan da asıl kendi hedefini uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu bir sıkışıklıktır. Bu sıkışıklıktan bu çelişkiden işçilerin kazançlı çıkması için koşullar vardır. İşçiler bu mücadeleyi er ya da geç kazanacaklardır…

TÜRKİYE’DE SOLUN EVRİMİ?

– Türkiye solu nasıl bir evrim geçirdi. Geldiği nokta nedir? Batıdaki solla kıyaslarsak farkları nedir?

– 1908 meşrutiyet devrimi Türkiye’de ilk kez sınıf temelli tartışmaların başlamasına zemin hazırlamıştır. Türkiye’de ilk kez burjuvazi, işçi sınıfı gibi kavramlar o dönemde ortaya çıkmıştır. Sermaye genellikle yabancıydı ve bir Türk Osmanlı burjuvasizinden söz etmek de mümkün değildi fakat bir Osmanlı Türk işçi sınıfından söz etmek mümkündü. Yerli milli burjuvaziden önce, yerli milli sermayeden önce özellikle maden ve demiryollarındaki yabancı sermayenin çalıştırdığı işçiler ilk defa ortaya çıktı. İlk grev yine yabancı sermayenin elindeki tramvay şirketinde oldu.

İşçi sınıfına ait dünya çapında oluşmuş kavramların tartışılmaya başlaması Osmanlı döneminde Meşrutiyet öncesi kısa dönemde ve sonrasında olduğunu görüyoruz. Kendisine sosyalist diyen milletvekilleri I’nci Meşrutiyet döneminde ortaya çıkmış. II’nci Meşrutiyet’te de daha fazla Avrupa’daki düşüncelerden etkilenenler olmuş… Belki ilginç gelebilir “Büyük vatan şairi” diye öğrendiğimiz Namık Kemal, 1870 ve 80 arasında Türkiye’de sosyalist fikirleri ilk defa tartışan, Paris Komünü’nü kendi gazetesi İbret’te yazıp tanıtan aydınlardan birisidir.

“TÜRKİYE’DEKİ SOL TUHAF BİR EVRİM GEÇİRDİ”

Şüphesiz hem kendi işçi sınıfının gecikerek tarih sahnesine çıkması, hem de işçi sınıfının dünya çapındaki tercübelerini aktaran seçkin Osmanlı aydınları arasından çıkması solu tuhaf bir sol olarak inşa etmiştir.

Avrupa’daki sol düşüncenin gelişimine bakıldığında büyük Fransız Devrimi ve onun içinden çıkan devrimci düşünce “eşitlik kardeşlik ve özgürlük” şiarları… Ve bunun üzerine yükselen işçi sınıfına özgü taleplerle bu eski burjuva devrimi taleplerinin çakışması ve birbirlerini aşarak ilerlememesi… Proleteryanın ve sanayinin gelişmesi ve buna paralel olarak
Marksizmin ortaya çıkması…

Türkiye’de ise Avrupa’daki seyrinden tamamen farklı bir solcu düşünce seyri görüyoruz. Osmanlı aydının temel özellikleri batı kaynaklı bir eğitim ve batıdan öğrenerek ilerlemedir… Dolayısıyla batıdan esinlenilmiştir. Savundukları kendi dinamikleri, devrimci ilerici düşünceler değillerdir. Daha sonra ittihak ve Terakki Fıkrası’nın kurulmasıyla Türkiye’deki pozitif düşüncenin yukarıdan aşağıya “toplumu adam etme” ve “aydınlar yönetimiyle halkın sorunlarını çözme” anlayışının egemen olduğunu görüyoruz. Türkiye’de sol, Marksizm’den çok Pozitivizm’den etkilenmiştir.

ittihak ve Terakkicilik daha sonra Kemalizm içinde yeniden inşaa edilmiştir. Kemalizm cumhuriyet dönemini başlattıktan sonra bu Pozitivizm düşünceye bağlı kalarak yukarıdan aşağıya yeni bir millet yaratma, yukarıdan aşağıya aydınlanmış, ilerlemiş, kalkınmış halk yaratma düşüncesini fiiliyata geçirnmeye çalışmıştır.

Avrupa’da olup bitenin tersine aşağıdan gelen örgütlenmeler, ayaklanmalar isyanlar yoluyla halkın ilerlemesi şeklinde gelişen süreç Türkiye’de yukarıdan bir takım aydın zorlamalarıyla yapılmaya çalışılmış. Halkın bütün insiyatifi ve örgütlenmeleri kırılmıştır. “Siz bilmezsiniz!, iyisini biz biliriz, size de doğruyu gösterecek olan biziz” denmiştir… Ankara Valisi Nevzat Tandoğan “Bu ülkeye komunizm gelecekse bunu da biz getiririz” demiştir… Cumhuriyetin temel anlayışı budur.

Bir gece akıllarına eser ve “laik olunacak” derler, bir başka gece “Latin Alfabesi ile okunacak” denir… Şu ya da bu kanunda hiç bir sivil insiyatife izin verilmez… Bunları talep eden zaten çevreler vardır. Ama onlar ezilir yasaklanır. Ondar sonra uygun görülen miktarda, ölçülü olarak kaşık kaşık verilir. Cumhuriyetin temel politikası budur. “Tepeden aşağıya millet inşa etme modeli”ne uygun olarak Güneş Dil teorisi icat edilmiştir. “Vatandaş Türkçe konuş!”, “Türk milleti zekidir”, “Türk milleti çalışkandır”, “Ne mutlu Türküm diyene” sözleri aslında kendisinin Türk mü, Ermeni mi, Kürt mü diye tartışmak
istemeyen kendi halinde yaşayıp giden Anadolu halkına bir Türklük aşısının dayatılmasıdır…

“Herkes Türktür”, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”, “Herkes Müslüman’dır”… Müsmlümanlık da sünniliktir. Sünniliğin de devlet tarafından tarif edilmişi geçerlidir. Başka türlüsü olunamaz. “Tamam sünnisin ama ezanı Türkçe okuyacaksın” deniliyor. Bu bir dayatma. Buna karşı direniyor insanlar. “Nİye yıllardır okuna gelen ezan ile uğraşıyorsun?” deme hakkı da verilmiyor.

Buna karşı direnenler, mesela Sivas Ulucami imamı Ulucami’nin minaresini çiviyle çakıp şerefeye çıkıp 1 hafta aç susuz arapça ezan okuyunca sopalayla dövüp hapse atılıyor. Bu tür direnişlerin örgütlü yapısı yok. Direndiğin dava uğruna “kendin için bir şeyler istemek” mücadele azmi o kadar kırılmış ki, örgütler o kadar dağılmış ki yukarıdan gelen emirlere tabii olmak normal görülür kılınmış…

– Bu Alevilere bakışa da yansıyor mu?

– Alevilik de öyle… Aleviliği devlet tanımlamıştır… Alevi olmak aslında yasaktıra ama “Hadi onu da hoşgörelim” denilerek aşağılanmıştır. “Hoş değilsin ama yiğitlik ben de kalsın” denilmiştir. Ermeniler öyledir, Rumlar öyledir. Lazlar bir ölçüde öyledir. Dalga geçilir adamdan sayılmaz. Kürtler iyice düşmandır.

Dolayısıyla Türkleştirmek ve islamlaştırmak bu devletin temel politikası olmuştur.

– Kemalizm bundan ayrı bir şey midir?

– Hayır bu Kemalizmin kendisidir. Kemalizm bir yandan milli kurtuluşcudur, anti emperyalizmdir, batıcılıktır, ilerlemeciliktir, sanayide devletciliktir vs vs… “Bu memlekete hayrı olan bir akım mıdır?” diye sorarsanız, evet bunu da inkar etmeyiz. Evet Mustafa Kemal başta olmak üzere cumhuriyetin bu topraklara kazandırdığı çok önemli ilerlemeler, gelişmeler vardır ama esas olarak halka tepeden bakan, halkı koyun sürüsü gibi gören ve gütmekten başka yönetim biçimi tanımayan da bir rejimdir. Esas olarak halkı gütmektir yapacağı iş.. O da sopayla yapılır. Kürt, Türk, Alevi, Sünni ya da herhangi bir mezhepten olup da ölçülere uygun değilseniz sopayı yersiniz! Ölçülere uyduğu süreçte iyi vatandaştır, iyi solcudur…

Osmanlı kadar bile bu konuda esnek olunmamıştır. Osmanlı son dönem öncesinde Ermenilere ve Bektaşiliğe Mevlevilere karşı esnektir… Bu barış içinde yaşanması için asgari bir zemin hazırlayan esnekliktir. Ezmeyi, kesmeyi o da bilir elbetle…

Diğer Osmanılıcıların övdüğü gibi harika bir rejim değil elbetle ama cumhuriyet ile kıyaslanırsa bir esnekliği vardır. Cumhuriyet yeni bir millet yaratma fikri ile ortaya çıkmıştır. Ortada Türk milleti diye bir şey yoktur ve bunu yaratmayı hedefler…

– Bu düşüncenin kökeni cumhuriyet öncesine dayanıyor değil mi?

– Bu Türk Milleti yaratma düşüncesi İttihatçılarda da vardı. Enver paşa ve Talat Paşa’nın çapı Mustafa Kemal kadar değildi. Onlar bunu beceremedi. O kadar geniş ufuk, kültür, irade ve önder nitelikleri yoktu. Bunu becermeye cesaret eden Mustafa Kemal oldu.

– Neden cesaret?

– Bu başkaldıranı ezmeyi gerektiren bir işti… Gerektiğinde kan dökmeyi, büyük zulümleri gerektiriyordu… Kemalizm ile hesaplaşmadan bu yönlerini görmeden demokratik bir toplum için zararlı oluduğunu, engel teşkil ettiğini görmeden solculuk yapılamaz.

Sol kendini pozitivizmden etkilendiği dönemlerde olduğu gibi eski Osmanlı döneminde sınıf tabansız döneminden kurtarmak, bir aydın hareketi olarak Kemalizmin etkisinden de kurtarmak zorundadır.

Türkiye’de solculuk denilince Deniz Baykal’ı da kapsayan belirsiz bir kavram anlaşılıyor. Kendisine komunist diyen burada hapis yatmış, idam edilmiş üyeleri olan örgütler de solcudur. Deniz Baykal da solcudur. Hatta Doğu Perincek de solcudur…

Bunların hiçbiri birbirine benzemiyor. Niye aynı başlık altırda topluyoruz. Bu karışık tarih yüzünden. Öyle bir belirsizlik içinde yüzerek kendini arayan bir macera ki solun macerası… Herkesi aynı başlığı veriyor ve gereksiz yere eşitliyebiliyoruz. Demek ki bu kavramı yeniden inşa etmek gerekiyor. Sosyalistlik, komunistlik, genel olarak sosyal demokratlık vs. bunların hepsine birden solcu demektense herkesin adını ayrı ayrı koyup, “Bunlar ne yapabilir?” diye bakmak gerekir.

Kürtlerin, Alevilerin talepleri, laiklik ve demokrasi tartışılması işte bu süreçte önümüze geldi. Bir yandan kendini yeniden tanımlama, işçi sınıfı bağları içindeki sosyalistlik nedir? ama genel olarak o solculuk, belirsiz solculukla sınıf esasına göre kendini tanımlamış solculuk arasında farkın aydınlanmaya başlamasıyla birlikte laik, demokrat, Kürt ve Alevilerin talepleri de gündeme geldi.

Kürtler Aleviler vs derken bunların elbetle içinde yaşadıkları koşullar dolayısıyla da anlam ifade ettiklerine bakarız, ikincisi bizzat Alevi olmaktan dolayı (mülk sahibi Alev olsa da) baskı görüyorsa o baskıya da karşı çıkarız. Alevilerin büyük çoğunluğu çalışan insanlardır ama öyle Aleviler de vardır ki yükünü tutmuş… Yükünü tutmuş olmasına karşın Alevi olmaktan dolayı baskı görüyorsa o baskıya da karşı çıkarız. Tersini düşünmek Sosyalist düşünçenin Türkiye’de gelişme özelliklerine, bozukluklarına da uygundur. O hastalıkları taşıyan bir durumdur. İşçi sınıfının yararına da değildir.

ÇATI PARTİSİ HAREKETİ YOZLAŞTI

– Çatı Partisi ne aşamada?

– Halk ve demokratik güçleri birleşmesi denilince aklımaza gelen çarelerden biriydi bu. Demokrasi için mücadele eden çeşitli kişilerin, mesleklerin, din, mezhep, milliyet gibi farklı örgütlenmeleri kapsayacaktı…

Farklı örgütlenmeleri biraraya getiren bir siyasi parti kurulması ve demokrasi güçlerini toparlayarak mücadeye sevketmesi bir ihtiyaç olarak görünüyor.

“Çatı Parti” kavramı da bunun için ortaya atıldı. Başlangıçta ÖDP, Emek Partisi, DTP biraraya gelerek bu konunun nasıl yapılacağını tartıştılar ve bir çağrı yayınladılar.

– Beklenti neydi?

– Beklentileri şuydu: Aydınlar, sendikacılar, meslek odaları ve birlikleri, çevreciler, kadın örgütleri, gençlik çeşitli küçük esnaf örgütleri ve köylü üretici dernekleri biraraya gelerek; demokrasi sorununu tartışıp ve bunu gerçekleştirmek için bir siyasi partinin nasıl olabileceği hakkında kendi aralarında karar vermeleriydi…

Buna köy dernekleri, federasyonlar, Alevi örgütleri, Kürt partileri işçi sendikaları vs… Bütün bu halkın değişik kesimlerini temsil ettiğini inandığımız örgütleri, kendileri ve kendileri için bir siyasi parti oluştursunlar diye çağrıda
bulunulmuştu.

Bu 3 parti imza koydu. Akademisyenler, yazarlar, sanatçılar sendikalar vs… Bunlar olumlu baktıklarını bildirip, 300’den fazla birey toplantıya katılacaklarını belirttiler.

Fakat toplantı günü bizim beklediğimiz birleşim sağlanamadı. Zayıf kaldı. Buna karşı çeşitli sol örgütler, dergi çevreleri ve birey olarak eskiden beri Türkiye’de tanınmış solcular geldiler.

Toplantı bir solcu toplantısı havasına büründü. Oysa bizim beklentimiz bir solcu parti değildi. Bütün alt kesimleri temsil eden elbetle tabiatı itibariyle solcu olacaktı, fakat solcular tarafından kurulmuş bir örgüt olmayacaktı. Böyle beklemiyorduk. Tartışmalar bir anda 80 öncesi tartışmalara fraksiyon tartışmalara benzemeye başladı.

Daha Bir ay önce birbirlerini kendi partilerinden atmış olanlar tekrar çatı partisi altında birleşmek istediklerini söylediler. İnandırıcı bir durum değildi. Birbirinizi partiden atmışsanız neden burada yüzleşiyorsunuz. Gidin kendi partinizde yüzleşin dedik.

Bir kaç ay içinde bu eski hastalıkların tamamen depreştiği, solcular arasındaki bilinen fraksiyor tartışmalarının canlandığı bir ortam halini aldı.

EMEP bu platformdan çekildi. ÖDP de parti olarak kendini temsil etmedi. DTP kaldı ve bildiğiniz solcu çevreler kaldı.

Çatı partisi tartışmalarına internetten bakarsanız, bugünün sorunlarından uzak bireysel solcu çekişmelerinin yaşandığı bir ortama dönüştüğünü göreceksiniz.

Beklentilerin tamamen tersi bir sonuç ortaya çıktı. Halk güçlerini birleştirmek yerine solcular kendi aralarında bir alana çevrilerek amacından uzaklaştı.

Bunun ile birlikte biz DTP ve ÖDP ile görüşmeleri sürdürüyoruz. Yeniden daha uygun koşullarda ve özellikle krize karşı mücadele koşullarında biraraya gelmiş güçleri siyasal bir parti çatısı altında birleştirme yollarını aramaya devam ediyoruz. Fikirden vazgeçmedik fatat “Çatı Partisi” adıyla başlayan hareketin yozlaştığı ve amacından uzaklaştığını görerek bu işten çekildiğimizi ilan ettik…

732390cookie-check“İşten atma yasaklanmalı”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.