‘Teneke’nin 2014 Mart’ında düşündürdükleri

Adana toprağından, “İnce Memed” ile dünyaya, 1955 de seslenmeğe başlayan, ulu bir çınar gibi esmeyi sürdüren, nefes açan, çağdaş bir ozan Yaşar Kemal. İnce Memed’den bu yana yarım asırı aşan bir süreç de, doğanın ve insanın yazgısını, sorgulayarak aktarmayı sürdürüyor.

1950 yılların Adana’sı, çeltik ekimi. Köylüler, ağalar ve genç bir kaymakam. Tecrübesiz, yanılgılara düşürülüyor, toparlanıyor ama, yenilgi kaçınılmaz. Ancak direniyor. Eğilmiyor, satmıyor, günü kurtarmaya çalışmıyor. “Teneke”, Yaşar Kemal’in o dönem de, İnce Memed ile iyice gün yüzüne çıkan yazarlığının ikinci ürününde de, Çukurovanın bir başka geçekliğini sergiliyor.

60 yıla ulaşan zaman diliminde, değişik sahnelerde, değişik oyuncularla ve yeni yorumlamalarla hep perde açtı. Perde açılmaya da devam ediyor. Sinema da, beyaz perdeden de seslendi. Yanlış anımsamıyorsam, geçtiğimiz yıllar da, İtalya’da, opera olarak da sergilendi.

70’li yıllara gelirken, Ankara’da Necatibey Caddesi’nde ki salonda, (HO) Halk Oyuncuları ile, Tuncel Kurtiz, Tuncer Necmioğlu gibi sanatçılarla da, Pir Sultan Apdal’dan sonra sergilenmeğe başlamıştı.

Geçen dönem sezonundan bu döneme de geçiş yaparak, Ankara da, bu kez Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçıları tarafından, sergilenmesi sürdürüyor. Perde açıyor. Perdelerin tümüyle kapatılıp, karanlığa gömülmek istenmesine inat, direnmeyi sürdürüyor ve uyarıyor. “Sahip çıkın.”

Arkamızdan yine teneke çalmasınlar. Yenilmek kader olmasın. Bu denli bir saldırı karşısında, bu direnç, bakalım gelecek günlerde neyi gösterecek.

Oyunu, İzmir’de yetişen, Çukurova’nın sıcağını ve tozunu yiyen, yöreyi ve insanını, yaşayarak tanıyan bir sanatçı, Gürol Tonbul sahneye taşıyor bu kez. Cem İdiz’in müziği ve Selva Erdener’in ağıtları, esere ayrı bir renk ve tad katmış olarak, Ankara sahnelerinden gerçekliği taşımayı sürdürüyor.

Soğuk, karanlık, yağmurlu bir pazar günü, dün eseri Büyük Tiyatro’da izledikden sonra, sorgulamadan kendimi alamıyorum. Sabah haberini almıştım. Ostim’e giderken, Devet Tiyatrosu’nun İrfan Şahinbaş Sahnesi’nin yer aldığı arazi içindeki yıllanmış ağaçlar, yargı kararlarına karşın, yine gece yarısı karanlıkta, ranta kurban edilerek kesilmiş. Atatürk Orman Çiftliği, sonra ODTÜ arazisi ve devam ediyor Ankara da ağaç kesmek. Beton yığınları ve rant uğruna bu gözü dönmüşcesine, toplumdan kaçınılarak gece yarılarında, ağaçlar iş makinalarına kurban ediliyor.

Artık, sessiz direnç de yetmiyor. Algılanmıyor, duyulmuyor. Oyunun sonun da alkışlara, seyircilere selamla yanıt verilirken, bir sanatçının dile getirme gereğini duyması gibi, sesler ve dirençler yükseliyor. Sabaha karşı, Devlet Tiyatrosu arazisi içinde ki sahnenin yanında ki ağaçlar kesiliyor. Perdeler tümüyle kapatılmak isteniyor. “Sahip çıkın” diye sesleniyor. Alkışlar yetmiyor artık, sahip çıkmaya yeterli değil.

Sahnelerin sayısını arttırmak, büyük kentlerin dışında da, yeni sahneler açmak, oyun sayılarını arttırmak, sahneleri, özel tiyatrolarla da paylaşarak, perdelerin daha çok açılmasını sağlamak gibi, etkinlikleri arttırmak yerine, sahneleri ve perdeleri KAPATMAK. Nasıl bir kültür ve sanat anlayışı, sanatçıya ve sanata, eserlere karşı nasıl bir tepki ve hınç. Nasıl bir ruh halidir. Kesmek, yıkmak, kapatmak, dağıtmak, yok etmek. Kolay mı yetişiyor bu insanlar. Birden nasıl heba edilmek istenir bu birikim ve emek ve de değerler.

Bakıyorum, izliyorum, sizlere de aktarmaya çalışıyorum, buralar da hiç, seçilenlerden, yöneticilerimizden, vekillerimizden kimseyi görememenin burukluğunu hissediyorum. Kültür bakanları son yıllar da, hiç tiyatroya gitmeden mi oturdular o koltuklara, ya da gittilerse ne kötülüğünü gördüler de, adeta buldozerle girilerek, bu kurumları yok emeğe çalışıyorlar.

Evet, çeyrek asrı aşan bir süredir, Ankara Belediyesi, sanatın içine ne yapmayı düşündüğünü açıkca belirten bir yönetim anlayışına sahip, bir Başkan tarafından yönetiliyor. Bu kader mi, bu oyunda ki gibi, bir yenilgi mi hep.

“Teneke”de, Kaymakamı uyaran, çeltik ekiminin yol açtığı sıtmadan, ölümlerden yakınıp, sonra korku ve küçük menfaatlerle, kaymakamı yalnız bırakan köylüler, asıl yenilen onlar değil mi ? Kendilerine sahip çıkan Kaymakamın gidişine, küçük menfaatler karşılığın da (üzülerek de olsa) “Teneke” çalmayı seçiyorlar.

Şimdi Metro’de çorba dağıtımı, kömür çuvalı yüklü dağıtıma yol alan tırlar, başlayan veya yakında başlayacak olan erzak torbaları dağıtımı, her otobüs de geç ulaşım ve yoğunlukdan tartışan insanlar, hep küçük menfaatlerle yeniligiyi kader halinde sürdürmeğe devamı mı edecekler. “Teneke”, 60 yıl sonra yine sahneler de. Ama geçmişde değil, oyunda tellalın da belirttiği gibi, bu sahneler değişik gerçekliklerle yurdun her yerinde sürüyor.

Televizyon izlemekden, bağırmalardan, gerçekliklerin saptırılmak istenmesinden, hep seyirci olarak kalmayı sürdürüp, yaşamda ki oyunu değiştirip, sanatın oyununun galip gelmesini sağlamak o denli zor mu ? Ne diyor Yaşar Kemal “Teneke”de, bir kez daha kulak verelim. “Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünde değildir. Yalanın geleneği var, senin doğrununsa hergün yeniden yaratılması gerek. Her gün bir şafak çiçeği gibi yeniden açması gerek.”

Şimdi bu perdeler kapatılacak mı. Bu perdelerin kapatılmasına seyirci mi kalacağız. Bu acelecilik de neden, 12 yıl sonra, kapatma gereği de nereden çıktı. Ne zararı var topluma. Bunları kapatın diye bir istek mi geldi. Seyirci her oyuna, günler öncesinden parasını verip, biletini alarak salonları dolduruyor. Gelenlere para da vermiyorlar, köfte, döner, ekmek su da dağıtmıyorlar. İnsanlar paralarını ödeyerek, ekmek gibi, su gibi, kültürel gereksinimlerini karşılıyorlar.

Sergilenmek istenen, perdeleri kapatarak, karanlığı tercih etmek mi, bu oynanan oyunu kim istiyor. Kim sahnelemek istiyor. Bu oyununun içinde, kimler yer alıyor. Yarın bu gelişmeleri nasıl açıklayacaklar acaba. Bizler bu salonlarla yetiştik, çocuklarımızı da öyle yetiştirmeye çalıştık. Sorumluyuz çağımıza ve geleceğimize karşı. Bu sahneye konulmak istenen oyuna, görevde ve yetkili olanların bazıları da, seyirci mi kalacak. İçlerine bu günden bu gelişmeleri nasıl sindirebiliyorlar acaba.

Sessiz kalmak da artık onaylamak anlamına yorumlanıyor. Perdeler kapanmamalı ve açılmalı. Sahne ışıkları, yaşamın gerçeklerine de ışık tutatarak, aydınlatmayı sürdürebilmeli. karanlık boğmamalı yaşamı.

Ankara soğuk, yeniden sisli ve bulutlu. İnceden yağmur yağmaya başladı bir kaç gündür ve sürdürüyor yağmur toprağı yeşertme çabasını. Mart bitiyor. Nisan yağmurları ise baharın geldiğini müjdelemek için bekliyor. Baharı bekliyoruz, baharı hakedecekmiyiz.

Arkadan “Teneke” çalanlar, çalma sürecek mi ? Kader, “Teneke” çalmakla değişmiyor. Ama kaderi, “Teneke” çalanlar öncelikle kendileri için değiştirebilirler mi ? “Teneke” seslerinin yerini ne alacak ?

Perde açılıyor. açılmayı da sürdürmeli. Haydi oyunda yerimizi almaya.

__________________

* Ankara. 10 Mart 2014. Pazartesi. [email protected]

1561000cookie-check‘Teneke’nin 2014 Mart’ında düşündürdükleri

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.