İtirafçı bir militanın Antalya günleri

12 Eylül’e giden yolun taşlarının döşendiği günler. Siyasi yandaşların yığıldığı Antalya Antbirlik fabrikaları. Komando kampına dönüştürülen işçi yuvalarında, sendika kavgalarına karışan pamuk kokuları ve barut dumanlarının yarattığı fonda; lise baskınları, öğrenci cinayetleri ve tuvalet çukurlarına atılan işçiler. Dinamit üretilen lojmanlar, Karikatürist kadrosuyla işe başlayan bir militan ve dişlilerin dönmesi gereken fabrikalarda, ‘hasım’ işçilere doğru döndürülen tabanca namluları…

Üniversitesi, turizmi ve gelişmiş bir sanayisi olmayan 140 bin nüfuslu bir kentin, pamuk ipliğiyle geleceğini dokumaya, kabuğunu kırmaya çalıştığı günler. Yanık yüzlü işçilerin; pankarta, yazıya, bildiriye ve afişe çıktığı günler.

İşte bir zamanların Antalya’sı…

Tarih, 4 Aralık 1979. Yer, Ankara. Necatibey Caddesindeki Türkiye İşçi Köylü Partisinin genel merkezi. Salonda toplanan gazeteciler, biraz sonra yapılacak basın toplantısında duyacakları cümlelerin bir cinayet romanını andıran içeriğinden habersiz salona açılan kapıyı gözlüyorlar…

Salondan ilk giren kişi, Türkiye İşçi Köylü Partisi Merkez Komitesi Üyesi Mustafa Kemal Çamkıran. Ardından da, çekingen yüz ifadesiyle 19 yaşındaki Ömer Tanlak giriyor salona.

Ömer Tanlak, biraz sonra gazetecilere anlatacaklarıyla Antalya’nın bir dönemine ışık tutacak siyasi cinayetlerin anatomisini çizecek…

Önce Ömer Tanlak’ın kimliği hakkında kısa bilgi verelim.

Tanlak, yukarıda da belirtildiği gibi 19 yaşında, Erzincanlı, Ankara Etlik’te oturuyor. Dokuz kardeşler. Babası Petrol Ofisi’nde Teknisyen. Annesi ev kadını.

Gerisini kendi ağzından dinleyelim:
“Ben Ömer Tanlak. Yakın zaman kadar MHP’li bir ülkücüydüm. Benim resmi bir görevim olmamakla beraber MHP’li birçok yöneticiyle çalıştım. Bu arada birçok olayların içinde bulundum. Beş yıl kadar içinde bulunduğum bu çevrenin içi yüzünü gördükten sonra onlardan kesinlikle kopmaya karar verdim. Bu kararımdan sonra bildiklerimi ve gördüklerimi basına aktararak, kamuoyunu aydınlatmayı kendime görev bildim. Eskiden birlikte çalıştığım arkadaşlarımın da doğruyu görerek benim yolumu izlemelerini diliyorum.”

Salondaki dönemin ünlü gazetecileri, Tanlak’ın hiçbir cümlesini kaçırmamaya çalışarak dinliyorlar. İçlerinden biri, “somut olaylardan söz eder misin?” diye soruyor.
Tanlak, “Mesela Antalya’da bir kişinin öldürülmesi, bir kişinin yaralanması olayına karıştım” yanıtını verince gazetecilerin gözleri biraz daha büyüyor.

Sözü yine Tanlak’a bırakalım: “Öleni bilmiyorum, fakat Aksu iplik fabrikasında olmuştu olay. 1977’nin son haftalarıydı. O zamanlar Antbirlik’te çalışıyorduk. Benim yanımda birkaç kişi daha vardı. Baki Ceylan falan. Bu Aksu İplik Fabrikasında TEKSİF- MİSK çekişmesi vardı. Bir gün, gazete dağıtımına çıkmıştık Aksu İplik Fabrikasında olay çıktı. Sonra Abdurrahman Sağkaya, Genel Müdür bize emir verdi.”

OLAYLAR NASIL TIRMANDI?

Tanlak’ın anlattığı dönemin Antbirlik ve Aksu İplik Fabrikasını, o yılların siyasi atmosferi çerçevesinde, ‘İtiraf’ adlı, Tanlak’ın tüyler ürperten açıklamalarının yer aldığı kitaptan okuyalım:
“Aksu İplik Fabrikası, hisselerinin %49’u Antbirlik, %51’i de devlete ait olan bir kuruluşa aitti. Antbirlik’le İtalyan Marzoli şirketinin ortak yapımı olan fabrika 1974 yılında üretime geçmişti.1. MC hükümeti döneminde Antbirlik genel müdürü görevden alınarak yerine MHP’li Abdurrahman Sağkaya getirildi. Bu tarihten itibaren AKSU iplik fabrikasına girmek isteyenlerden AP veya MHP’ye kaydolmaları istendi. Burada AP ve MHP işbirliği 1975 yılına kadar devam etti. 1976 yılına gelince genel müdür Abdurrahman Sağkaya, Ramazan Özce ve İmtihan Komisyonu Başkanı Aksulu İsmail vasıtasıyla işyerine artık tamamen MHP’liler doldurulmaya başlandı.

BİR İŞÇİ, PARÇALANARAK TUVALET ÇUKURUNA ATILIYOR

MHP’lilerin Aksu İplik’i üs haline getirmeleriyle birlikte fabrikada çalışan 1700 civarında işçi üzerinde her geçen gün daha da artan bir terör uygulandı. MHP’ye karşı olan işçilerin, teknisyenleri yolları kesildi, tehdit edildi. Dövüldü, sindirilmeye çalışıldı. Sindirilemeyen işçiler işten atıldı, teknisyenler görevden alındı. Hatta bu dönem bir işçinin parçalanarak tuvalet çukuruna atıldığı söylendi.

TİCARET LİSESİ ÖĞRENCİSİ H. KOÇ ÖLDÜRÜLÜYOR

Tarafsız işçiler MHP’ye kaydolmazsa işten atılmakla tehdit edildi. Çoğu dışarıdan getirilen ve fabrikaya yerleştirilen komandolar Aksu İpliği Antalya’daki saldırılarında üs olarak kullandılar. Fabrikadaki komandolar buradan Aksu Öğretmen Lisesi’ne, Antalya’daki diğer liselere baskınlar düzenlediler. Ticaret Lisesi’ne yaptıkları bir baskında, H. Koç isminde bir öğrenciyi öldürdüler. İşyerinde palazlanan MHP’liler, 1977 yılında MİSK’e bağlı Türk Mensucat İş Sendikasını fabrikaya getirmek istediler, fakat işyerinde yetkili olan sendika Türk-İş’e bağlı TEKSİF sendikasıydı. Ve Antalya şube başkanı Fikri Gökkaya AP’liydi. MİSK’in fabrikaya sokulmak istenmesi AP’lilerle MHP’lilerin arasını açtı.”

KARİKATÜRİST OLARAK ANTBİRLİK’E ATANAN MİLİTAN

Antalya, her gün tırmanan şiddet eylemleriyle bütün ülke genelinin ortak kaderine doğru hızla evrilirken, kentin yakın tarihinde iz bırakan sarsıcı olayın gerisini Tanlak’ın yazılı açıklamasından okuyalım:
“Ankara’dan hemen Antalya’ya geçtim. Burada Antbirlik’te Genel müdürlük basın yayın bölümüne karikatürist olarak atandım. Antalya Antbirlik Genel Müdürlüğü’ne işe girmemle tekrar olayların içine girdim. Burada genel müdür, zamanın MHP’li ticaret bakanı Agâh Oktay Güner tarafından atanan Abdurrahman Sağkaya idi. Yine aynı alanda üretim yapan Aksu İplik Fabrikası Genel Müdürü ise Antbirlik Genel Müdürü tarafından atanan Atalay Doğan’dı. Atalay Doğan, TÖBDER Genel Merkezi soygunu için emir veren kişiydi. Her iki müdür de Ankara’da militan olarak yetişmiş eli silah tutan kişilerdi. Bu arada Baki Ceylan’da aynı yerde çalışıyordu. Beraber geziyor, beraber eylem hazırlığı yapıyorduk. Ben kendisine bundan sonra olaylara pek karışmayacağımı söyledim. O da bana Metin Öztürk’ün intikamını alana kadar eylem yapacağını, ondan sonra bırakacağını söyledi.

ZAMAN GELDİ ÇATTI…

Bu arada bölge başkanı Ahmet Koçak, bana silah gerektiğini, nasıl alabileceğimizi sordu. Ben de temin ederim dedim. Düşüncem Afşin’e gidip almaktı. Bunun için 30-40 bin lira para ayrılmıştı. Daha sonra Baki ceylan’la atışmalarımız nedeniyle görev benden alınmıştı. Baki Ceylan’la bir gün otururken odaya MİSK bölgeden iki yönetici geldi. Baki ile bir müdür konuştular. Daha sonra dışarı çıktılar. Baki bundan sonra bana ‘zaman geldi çattı’ dedi. Ben ‘ne gibi’ diye sorduğum da, bana artık örgüt şeklinde savaş vereceğimizi bunun için bana da ihtiyaç olduğunu söyledi. Bunun üzerine ben de kendisine sadece eylemlerde fikir vererek yardımcı olabileceğimi söyledim. Bana güvendiğini bu arada Ankara’dan Abdurrahman Sarı ve Cevdet Çankaya’yı getireceğini söyledi.

BU GECE CHP MERKEZİNİ UÇURALIM!

Ankara temaslarımız başarılı olmuştu. Cevdet Çankaya’yı alarak Antalya’ya geldik. Beraber geziyorduk. Lojman olarak kullanılan yer silah deposu idi. Baki burada dinamit imal ediyordu. Bugünleri takiben Baki Ceylan ve örgütü, TEKSİF bölge başkanının arabasını ve evini bombalamıştı. Bana hepsini tek tek anlatıyordu. Bir gün yine bana ‘seninle bu gece CHP merkezini uçuralım’ dedi. Ben yine itiraz ettim. Eylem yapmama konusunda kesin kararımı vermiştim. Bu arada sık sık Ankara’ya geliyordum, iyice soğumak için. Ülkü Ocakları’na gitmez olmuş, söylenenleri kulak arkası etmeye başlamıştım. İnancım da sıfıra yaklaşıyordu. Fakat ayrılırsam nasıl bir yol izleyeceğim konusunda tutarsız davranıyordum. Açık vermeden en kısa şekilde geçmişi unutmaya çalışıyordum. Fakat nasıl olacaktı. Bunun zaman gösterecekti. Bu arada, Baki bana bir şeyler yapmamız gerektiğini devamlı söyler olmuştu. Bende de hep aynı cevabı duyuyordu. Baki ceylan’ın bundan sonraki maceraları ise beni iyice soğutmuştu. Ankara’da ülkücü görüşlü kızlara aldığı tavırlar falan…

MÜDÜRÜN ‘ASIN KESİN!’ EMRİYLE OLAYLAR BAŞLIYOR…

Baki Ceylan’la kırgınlıklardan sonra Hasan Çiçek isimli bir kişiyi daha Antalya’ya getirdik. Olaylar patlak vermek üzereydi bugünlerde. Baki Ceylan’la aramızda gruplaşma vardı… Bu günlerde AP’li işçilerin desteklediği TEKSİF sendikası olayları körüklüyordu. Aksu iplik fabrikasında ülkücü işçiler dövülüyor, saldırılara maruz kalıyorlardı. Fabrikanın kapatılmasını, üretimin durdurulmasını, elebaşlarının işten atılmasını düşünüyorduk. Bu galiba geçici bir süre için oldu da… Bu arada yirmi kişilik bir ülkücü grup çok kötü şekilde dövülmüş, hastanelere kaldırılmışlardı. Bunun intikamının alınacağını söylüyorlardı. Ben ise olayları dışarıdan sadece seyrediyordum. Bana çok garip geliyordu. Ankara Etlik’te afişine, yazısına, sandık başlarına gittiğimiz AP, Antalya’da sendika mücadelesi için tepemize binmeye başlamıştı. Acaba ne yapmalıydı. Gidip de zamanında sizin afişinizi yapıştırdık, şimdi bu borcunuzu ödeyin bakalım demek mi lazımdı. Zaman bütün bunları düşünmekle geçiyordu. Bu arada olaylar devam ediyor, bizi devamlı olarak zor durumda bırakıyorlardı. Bunun için bunlara bir ders vermek gerekiyordu. Öyle bir ders ki bir daha akıllarından çıkaramasınlar. Bunu düşünürken, fırsat kendiliğinden ayağımıza gelmişti. Basın yayın şefi Zafer Büyükkaragöz, el ilanlarını dağıtmaya gittiğinde fabrikada saldırıya uğramıştı. Genel müdürlüğe ait Reno marka otonun camları kırılmış, arabadakiler zor kurtulmuştu. Aynı anda da içerideki 20 kadar ülkücü işçi rehin alınmıştı. Bu işe genel müdür Abdurrahman Sağkaya çok bozuldu. Hemen ufak bir vurucu güç çıkarıldı. Abdurrahman Sağkaya emir vererek ‘asın kesin’ demişti. Vurucu güçte Baki, ben Cevdet, Hasan Çiçek vardı. Hemen silahlı olarak ve üç dinamit lokumu ile hareket ettik. Altımızdaki araba genel müdürlüğündü. Çok hızlı bir şekilde genel müdürlüğü geçmiş, fabrika önüne gelmiştik. Önce fabrika yolunun tutulduğunu görerek biraz ileriki araziden geçmeye karar verdik. Burası bataklık şeklindeydi. Bir müddet yürüdük.

ÖLÜM KUSAN SİLAHLAR ATEŞLENİYOR

Fabrika duvarına çok az bir şey kalmıştı ki, devriye gezenler tarafından görülmüştük. Fabrika duvarında ise oldukça kalabalık bir grup görülmüştü. Bizi önde gelen iki kişi durdurdu. Silahlarımız ağzında mermi bekliyordu. İyice yaklaştığımda ise ıslık çalarak arkadaşlarını çağırıyorlardı. Bu esnada Baki Ceylan paltosunun cebinden çıkardığı 51 Kırıkkale marka 7.65 çapında silahla ateş etmeye başladı. Sıktığı üç el mermiyle iki kişiyi de vurmuş, bunlardan biri ise ölmüş olsa gerekti. Daha sonra olay yerinden sürekli uzaklaşmıştı. Kaçarken biz çalının içine girmiş, Hasan Çiçek ise, yola çıkmaya çalışmış, dinamitle yakalanmıştı. Hasan Çiçek’in yakalandığını önce anlayamamıştık. Çalıların içinde tam dokuz saat kaldık. Yürüyecek hal kalmamıştı. Bizi arayalar ise işi çalıları yakmaya kadar götürmüşlerdi. Biz orada gece geç saatte, dokuz sularında çıktık. Zafer Büyükkaragöz’ün evine gittik. Silahları bırakarak Ankara’ya geldik.”

KATİL, SSK’DA ÇALIŞMAYA BAŞLIYOR

Ömer Tanlak’ın tüyler ürperten açıklaması salondaki gazetecileri şaşkına çeviriyor. Üzerinden iki yıl geçen Antalya Aksu İplik Fabrikasındaki bu cinayetin ayrıntılarını ilk kez ve birinci ağızdan dinliyorlar. Tanlak, 18-19 Kasım 1977 tarihinde yaşanan olayı anlatmayı sürdürüyor:
“Yani bu olay daha önce duyulmadı. Yani olay duyulmuştur da, Baki Ceylan’ın vurduğu duyulmadı hayır.”

Gazetecilerden biri katil Baki Ceylan’ın Ankara’da nerede çalıştığını soruyor.
Tanlak’ın verdiği yanıt, dönemin ruhuna işaret edecek türdendir:

“Burada, Karanfil Sokak’ta SSK’da çalışıyor. Cevdet Çankaya asker kaçağı, yine Etlik’te oturuyor. Altınoluk sokak, 24/ 8’de oturuyor.”

İŞÇİLERİN MHP PROTESTOSU

İşçilerin üzerine ateş kusan silahlar iki işçinin ölümüne ve onlarca işçinin de yaralanmasına yol açmıştı. Bir katliam girişimi olan saldırı üzerine sokaklara dökülen işçiler saldırının kaynağı olan ülkü ocakları üzerine yürüyor ve MHP’li katilleri protesto ediyorlardı. Bir dönem sayıları 2000’i geçen ve Antalya’nın en büyük sanayi kuruluşu olan Antbirlik işçileri, o günlerin Antalya’sında siyasetin nabzını tutacak, Aksu İplik Fabrikası da sık sık silahlı çatışmaların odağı olacaktır. Dönemin siyasi anlayışının rutin uygulaması sayılan KİT’lere siyasi yandaş yerleştirme furyasından fazlasıyla nasibini alan Antbirlik fabrikaları bir yana, Antalya emekçilerinin ortak belleğinin önemli bir merkezi konumunda bulunan ancak bugünlerde üzerinde bir alışveriş merkezi yükselen Dokuma fabrikasının, günümüzün genel geçer siyasi anlayışına göre elden çıkarılması süreci de en az Tanlak’ın itirafları kadar iç burkucudur.

BASINDA İTİRAF SAVAŞI

Biz yine itiraflara dönelim. Ömer Tanlak’ın Antalya’da işlenen cinayetle ilgili anlattıkları dönemin siyasi gündemine bomba gibi düşmüştü. Aydınlık, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet gibi gazeteler günlerce yayınlar yaparken, Aydınlık Tanlak’ın açıklamalarını dizi yazı halinde tam üç hafta yayınladı. Doğan Yurdakul, Örsan Öymen, Uğur Mumcu ve Oktay Ekşi gibi kalemler konuyu işleyen ve dönemin hükümetine bu olayların üstüne gidilmesi çağrıları yapan yazılar kaleme aldılar. Hergün Gazetesi ise Ömer Tanlak’ın itiraflarının para karşılığı yapıldığından tutun da, Tanlak’ın Çin ajanı olduğuna, Ülkü Ocaklarına TİKP tarafından yerleştirildiğine kadar uzanan iddialar ortaya atacak, dönemin karşıt siyasi görüşleri Tanlak üzerinden kozlarını paylaşacaklardı. Tanlak ise Hergün Gazetesi’nin iddialarına Almanya’dan yazdığı mektupla yanıt verecek, Hergün’ü gerçekleri saptırmakla ve kendisini hedef göstermekle suçlayacak, kendisine ve yakın çevresine bir şey olması durumunda gazeteyi sorumlu tutacağını bildirecektir.

MUHASEBE KAYITLARINDAKİ PARA TRANSFERİ

5 Aralık 1979 tarihli Hürriyet Gazetesi olayı okuyucularına şu ayrıntılarla duyuruyordu:
“Antalya’da bir kişinin öldürülmesi ve bir kişinin yaralanmasıyla ilgili olaya karıştı. Antbirlik’te çalışıyordu. TEKSİF- MİSK çekişmesi vardı. Bir gün MİSK’e ait gazete dağıtımına çıkmıştı. Olay çıktı. Abdurrahman Sağkaya emir verdi, dört kişilik bir vurucu güç çıkardı. ‘Asın kesin’ dedi. Hasan Çiçek, Baki Ceylan, Cevdet Çankaya ile Aksu fabrikasına gitmek üzere araziden geçtiler. Ancak yoları kesildi, Baki Ceylan tabancasını çekerek iki kişiye ateş etti. Biri öldü diğeri – sonradan öğrenmiş- yaralanmış ve sakat kalmıştı. Hasan Çiçek yakalandı. Antalya’yı terk edip, Ankara’ya MİSK’e geldiler. Mete Beşen’den 4 bin lira aldılar. Mete Beşen, MİSK’in örgütlenme sekreteri. Gazetelerde olayın üzerine gidilmediğini görünce tekrar ortaya çıktı. Saklanırken kendileriyle temas kuran, MHP’de Mühasip’lik yapan Ali Kaçar’dı… Onlara para sağlıyordu. Sonra sıkıyönetime yardımcı olunmak üzere Ülkü Ocakları gençlik kollarının emriyle kapatılmıştı.”

BAYKAL’IN İTİRAF AÇIKLAMASI…

Dönemin CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal, Antalya’da yaşanan kanlı olayları da içeren Tanlak’ın ifadelerine kayıtsız kalmıyor, yaptığı açıklamada, “Başbakan Demirel son konuşmasında olayların arkasındaki örgütlere yönelmek gereğinden söz etmektedir. Bu çok önemli bir gelişmedir. Ciddiyetle bu saldırıların arkasındaki örgütlerin üzerine yürünecekse ‘itiraf dizisi’ çok değerli malzeme sağlamaktadır. İtirafın bu açıdan değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum” sözleriyle dönemin başbakanı Demirel’e çağrıda bulunuyordu.

Kaynak: İtiraf- Davadan dönen ülkücü Ömer Tanlak anlatıyor
Aydınlık Yayınları, Ocak 1980, Birinci Baskı.

1195850cookie-checkİtirafçı bir militanın Antalya günleri
Önceki haberKKTC üniversitelerini bekleyen tehlike
Sonraki haberTürkiye, Çocuk Hakları Raporu hazırladı
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.