Toprak kokar mıydı?

Gençlik yılları geride kalmış, ağırmış saçları ile yurduna geri dönmüştü. Eski sıcaklığı aradı ama artık buralı olmadığını hissetti. Sokaklar yabancıydı, tıpkı insanlar gibi. Yabancılaşma dedikler bu olsa gerek!
 
Geldiği ülkede de yabancıydı, bugüne kadar o ülkede hep vücudu kalmış, yüreği bugün topraklarında yürüdüğü ülke için atmıştı. Toprak dediğime bakmayın siz, topraklar betonların altında kalmıştı, olduk olmadık yerde asfalt ile örtülmüştü toprak. Toprağın kokmadığı ülkeye gelmişti. Eskiden her yağmur başlangıcını bekler, toprağın o hoş kokusundan sarhoş olurdu.
 
Toprak sulanmıyordu artık, betona damlayan yağmur tanecikleri bir anda akarsu oluşturuyordu. Geldiği ülkede ise betona düşen yağmur tanecikleri hemen mazgaldan aşağıya süzülür giderdi, o yüzden yağmur geçirmeyen ayakkabı arama sorunu hiç olmamıştı. Şimdi ayakları su içindeydi, paçaları ıslaktı. Yağmur eskisinden fazla mı yağıyor diye düşündü, hayır. Eskisi gibi yağıyordu, fakat yollar sel olmuştu. Haberlerde duyduğu bir gerçekle yüzleşiyordu, yağmur yağdığında trafik felç olur. Evet, felç olmuştu, kımıldayamayan araçlar ve kornalar. Korna sesleri arasında karşıdan karşıya geçmeye çalışan insanlar. Seke seke koşuyorlardı. Bazıları suyun içinde rahat rahat yürüyordu ama azınlıktaydılar.
 
Yıllar sonra dönmüştü, kalbin attığı yere. Bıraktığında büyük bir köydü, köy büyümüş, gökdelenler ile dolmuştu, yollar araçlarla, sokaklar insanlarla… Bir merkez vardı eskiden, şimdi her yer merkez olmuştu. Buluşma yerleri değişmemişti yine de. Yoksa başka yer bilmediği için mi bilmiyordu! Eski arkadaşlarını aramıştı, onları gördüğünde ne kadar zaman geçtiğini hissetti. Sanki sert bir rüzgar suratını yumruklamıştı. Her gördüğü arkadaşında değişimi gördü, sıcaklığı bulamadı. Bir şeyler eksikti, gülümsemelerde bir şeyler yabancıydı, yapaydı, fakat adlandıramıyordu. Adlandıramadığı ama hissettiği o kadar çok şey vardı ki, düşünmeye kalksa yaşayamayacağını düşünüyordu. O yüzden düşünmeden hissetmeye devam etmeye karar verdi. Martılara baktı, tıpkı eskisi gibi, vapurların arkasından kanat çırpıyorlardı. Simit atanlara baktı, eskisi gibiydi. Vapur ve simit. Çay da vardı, vapurda ayaküstü satış yapanda. Satanların ellerinde tarak yoktu ellerinde ama başka şeyler vardı ve eskisi gibi bağıra bağıra ellerindekinin özelliklerini anlatıyorlardı, hediyesi söylenmeden geçilmiyordu elbet! Değişimin olduğu yerde değişmeyenlerde vardı.
 
Kavganın şehrindeydi, kavganın sertliklerinin yaşandığı o sokaklara baktı. Cepheleşen mahalleler, sınırları belirleyen sokaklar yoktu. Sınırlar coğrafik olmaktan çıkmış içselleşmişti. İçselleşmişti, çünkü sınırları belirleyen ekonomiydi. İşi olanlar birbirleri ile görüşüyorlar, olmayanlar eğer yolda karşılaşırsa selam verir konuma gelmişti. Eski arkadaşlar eski olmuştu. Karşılıksız selamlaşmalar bile ortadan kalmıştı. Sıcak sarılmalar, grup halinde dolanmalar gözlerinin önünden geçmişti. İstiklal caddesinde gelene gidene baktı tek başına, kalabalık eskisi gibi akıyordu ama insanlar çok değişmişti. Şimdikiler daha hızlı yürür buldu. Hızlı yürümeleri yanında coğu yalnızdı. Bakışlarda bir durukluk, belirsizlik vardı. Ara sıra grup halinde dolanan turist grup görüyordu, onlarda başka yerde olmanın getirmiş olduğu merak ile bakıyorlardı çevrelerine. Buralı olanlar yalnızdı ve ellerinde cep telefonu, görmedikleri birileri ile sıcak sohbet halindeydiler. Gözle görünmeyen ile yapılan sohbet, yüz yüze yapılan sohbetten daha sıcak ve daha içten olduğunu düşündü. Yüz yüze yapılan sohbetler nedense hep iletişimsizliği içinde barındırıyordu. Teknoloji çok şeyi değiştirmişti, yanındakini unut, uzaktakini yakınlaştır!
 
Yıllar yılı iki ülke arasında sıkışıp kalmıştı, tercihi burasıydı ama artık buralı bile değildi, yabancıydı. Her yerde yabancı. Buna alışmak zor olacaktı, en azından bir yerli olmayı istemişti yıllar yılı ama değildi. Burada turist, orada yabancı olmuştu. Dönmek istiyordu, dönemiyordu, yaşamak istiyordu, olanaklar yoktu. Bütün şehirler birbirine benzemişti. Orada gördüğü tüm mağazalar burada da vardı, orada gördüğü tüm insanlar burada da vardı, orada duyduğu tüm diller burada da vardı ve her iki tarafta da yalnızdı. Yalnızlık içselleştirmişti bilmeden. Şimdi içselleştirdiğini çıplak olarak algılıyordu. Hissettiği ama anlamlandırmadığı yalnızlığı yaşıyordu.  İstanbul’da olmanın bir farklı noktası vardı, boğazı ve vapurları. Vapurların vazgeçilmezi martılar. Martı sesleri ve içindeki seste buralı olduğunu söylüyordu ama işi yoktu. İşi olmayanın, yani parası olmayanın memleketi olur muydu?


“Memleket mi, daha uzak,
gençliğim mi, yıldızlar mı? “



Dilinde dizler, yüreğinde memleket sevdalısı büyük şair dönmüş olsaydı eğer, düşünür müydü bu şiiri? Ne önemi vardı şimdi, hissederek yaşamak varken bu şehri…


http://www.cemoezkan.de
http://cemoezkan.blogcu.com


 

713400cookie-checkToprak kokar mıydı?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.