“Türban kararı iktidarı AB’den soğuttu”

İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayhan Kaya AKŞAM’a çarpıcı değerlendirmelerde bulundu:

– Son birkaç haftadır Avrupa ile aramızda bir yumuşama havası var gibi. İrlanda dönem başkanlığından beklentiniz nedir?
– İRLANDA en azından bir tane faslın açılması için yoğun çaba sergileyeceğini açıkça söyledi. AB Bakanı Egemen Bağış’ın Paris ziyaretinde Fransa’nın ambargo koyduğu 5 fasılda vetosunu kaldıracağı resmen Türkiye’ye iletildi. Merkel’in Türkiye ziyaretinde Fransa’nın tutum değişikliğine referanslar yapması da çok önemli. Lokomotif güç dediğimiz Fransa ve Almanya gibi ülkelerin Türkiye’yle ilişkileri yeniden olumlu bir seyre oturuyor. Önümüzdeki günlerde Bölgesel Kalkınma Faslı’nın da müzakereye açılmasını bekliyorum.

KIBRIS MAŞA YAPILDI

– Kıbrıs’ın güneyinde Anastasiadis’in seçilmiş olması Türkiye için umut verici bir gelişme olarak görülebilir mi?
– ANASTASİADİS Annan Planı’na ‘evet’ diyen bir devlet adamı ve ilk söylemlerine bakıldığı zaman barış elini uzatan bir hava içerisinde. Tabii Yunanistan finansal anlamda çökerken bir anlamda Kıbrıs’ı da yanına aldı ve götürdü. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu finansal, ekonomik ve siyasal gücü göz önünde bulundurduğumuz zaman Türkiye ile AB veya Türkiye ile Kıbrıs arasındaki geçmişten bugüne devam eden asimetrik ilişkinin devam etmeyeceğini; yani Kıbrıs lehine esen rüzgârların artık o denli güçlü esmeyeceğini biliyoruz Avrupa içinde. Özellikle 2004 yılından sonra Kıbrıs Almanya, Fransa gibi ülkeler tarafından bir maşa, bir levye olarak kullanıldı ve Türkiye-AB ilişkileri çok ideolojik düzleme oturtuldu. Türkiye’deki iktidar da biraz buna çanak tuttu. Ve son 6-7 yılda Türkiye-AB ilişkileri bir taraftan Fransa ve Almanya gibi muhafazakâr iktidarlar, bir taraftan da giderek artan düzeyde AB şüpheciliği sergileyen AKP iktidarı tarafından donma noktasına getirildi. Yani aslında iki taraf da fiili durumun devamından memnuniyet duyduklarını açıkça sergilediler ve iç siyasette malzeme olarak kullandılar.

– Bugünkü koşullar olsa Kıbrıs’ın güneyi AB’ye alınmaz mıydı?
– ALMANYA ve Fransa’nın bugün artık yanlış kabul ettikleri bir uygulamayla Kıbrıs’ın AB üyeliğine alındığını biliyoruz. 2004’ten sonra Kıbrıs eliyle başlayan, ardından 2005’te müzakerelerin başlamasıyla birlikte biraz daha derinleşen ve 2005 yılında AİHM’deki Leyla Şahin davasıyla tam bir kırılma yaşanan bir süreç bu. Türban konusunda AİHM’nin Türk devletini haklı bulması ve kamu kuruluşlarında türban kullanılmasına müsaade etmeyen kararıyla birlikte iktidarın AB sevdasından, AB davasından yavaş yavaş soğumaya başladığını görüyoruz. Kırılma noktası Şahin Davası oldu diyebiliriz. Adalet ve Kalkınma Partisi’ni 2002 yılında iktidara taşıyan demokratikleşme, insan hakları ve liberalleşme rüzgârı da 2005 yılı itibarıyla tersine evrilmeye başladı ve iktidar partisinde ciddi anlamda bir AB şüpheciliği söz konusu oldu.

ALÇALMA DÖNEMİNDEYİZ

– Avrupalı liderlerin kullandıkları jargon, hızla artan İslamafobi ve ırkçılık düşünüldüğünde bunların hükümette AB şüpheciliğini tetiklemesi doğal değil mi?
– AB üyelik süreci sonuç itibarı ile bir mücadele ve pazarlık alanı. Türkiye tabii ki tamamıyla teslimiyetçi olmamalı. Fakat Türkiye’de yükselen AB şüpheciliğinin bir yanıyla iktidarın süreci yanlış okumasından, biraz da kendine yontmasından kaynaklandığı görüşündeyim. Şahin davasını da o yüzden söyledim. Öbür taraftan da Sarkozy ya da Merkel gibi muhafazakâr, milliyetçi anlayışların temsilcileri ve Türkiye gibi farklı etnisite ve farklı dinin temsilcileri olan insanların olduğu bir ülkeyi AB içinde görmek istemeyen anlayışlar… Avrupa tarihi çok diyalektik bir tarihtir, sık sık yükselişler, alçalışlar olur ve şu aşamada bir alçalma sürecinin yaşandığını biliyoruz. Ancak AB çıpasını hiçbir şekilde bırakmaması gerekiyor. Çünkü AB çıpası iktisadi ve siyasi anlamda zayıflıyor olsa bile insan haklarına saygı, demokratikleşme, özgürlükler anlamında aslında başucunda tutulması gereken bir değerler silsilesidir. Avrupa değerleri bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin pusulasıdır.

Şanghay çıkışı pazarlığın parçası

– Başbakan Erdoğan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’nü AB’ye eş gören sözlerini nasıl değerlendirdiniz?

– BAŞBAKANIMIZ zaman zaman AB kamuoyuna ve siyasetçilerine mesajlar verebilmek için bu tür ifadeler kullanıyor ve ben bunları siyaseten doğru buluyorum. Çünkü bu bir pazarlık ve bu söylemler nedeniyle bugün Fransa ve Almanya gibi ülkelerde çok sayıda siyasetçinin “AB’nin Türkiye’yi kaybedebileceği” kaygısını sergilediğini görmeye başladık. Fakat, iktidar çevrelerinin AB siyasetçileri veya bürokratları konusunda kullandıkları söylem zaman zaman aşağlayıcı ve buna dikkat edilmeli. Siyaset bilimi açısından bu örgütün AB’ye rakip olabileceğini düşünmüyorum.

– Sol siyaset dalgası işimizi kolaylaştırır
– Türkiye ile AB ilişkileri nasıl rayına oturacak?
BİR yıl öncesinde muhafazakâr değerler üzerinden siyaset yapan lokomotif Avrupa ülkelerinin liderleri ve siyasal partileri bir yanda; İslamizm üzerinden, popülist siyaset yapan Türkiye’deki iktidar bir yandaydı. Bu bağlamın değişebilmesi için öncelikli olarak AB ülkelerinde -Fransa’da zaten gerçekleşti- Almanya’da da sol bir iktidarın devreye girmesini bekliyorum. 1999 yılında Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye adaylık statüsünü kazandıran ülkelerin başında gelen Almanya Schröder ve Fischer’in, Sosyal Demokrat ve Yeşiller’in Almanya’sıydı. İngiltere’de Cameron da yerini İşçi Partisi’ne bırakabilir. Avrupa’da daha sosyal demokrat ve sol bir dalga yakalandığında bunun Türkiye’ye de etki edeceği kanaatindeyim. Yani Türkiye’de iktidar değişikliği şart değil.

ÇERKESLER KENDİLERİNİ MİSAFİR HİSSEDİYOR

Çerkesler 150 yıldır bu ülkede ama hâlâ kendilerini misafir hissediyorlar. Çerkes Ethem’e iade-i itibar, anadilde eğitim, çifte vatandaşlık istiyorlar…

– Sizin Çerkesler üzerine araştırmalarınız var. Kürt meselesinde hep Çerkesler örnek verilir “Kendilerini Türk görüyorlar” diye… Çerkesler farklılar mı gerçekten?

– ASLINDA öyle bir şey yok. Bu çoğunluk söylemidir. Çoğunluklar bazen çok genel geçer, tırnak içindeki doğruları sorgulamaksızın, sürekli tekrarlarlar. Çerkesler 150 yıldır bu ülkedeler, Müslümanlar ama hâlâ kendilerini büyük oranda misafir hissediyorlar. Cumhuriyet’in ya da Türkiye’nin kurucu unsuru iken bir süre sonra “ötekileştirilmeye” başladıklarını düşünüyorlar. Özellikle Marmara bölgesinde, Aznavur ayaklanmasının olduğu yerlerde, Çanakkale, Biga… oradaki olayların akabinde yakın zamana kadar gündelik hayatta kendi dillerini konuşamadılar. Çocukluğunda ailesinde Adigeyce konuşulduysa, okulda Türkçe’yi iyi bilmiyorlar. Öğretmenler tarafından Türkçe konuşmaya zorlandıkları zaman ise Türklük konusunda ciddi şüpheci oluyorlar. Bu anlattıklarımı, insanlarla güven sağladığınız zaman bulabiliyorsunuz. Yoksa sokakta herhangi bir Çerkes size “Ben çok memnunum” diyebilir. Bu da çifte söylem dediğimiz durum.

– Çerkesler ne istiyor?
– ÇERKESLER etnik olarak onlar Türk değiller. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabilirler fakat farklı bir dilleri ve kendi içlerinde farklı alt kimlikleri var. Ancak Çerkes üst kimliğinde çoğu zaman birleşiyorlar. Okul kitaplarında Çerkesliğin aşağılandığını düşündükleri ibarelerin kaldırılmasını istiyorlar. “Çerkes Ethem” meselesi onlar için çok yaralayıcı. Çerkes Ethem’e, tırnak içinde ‘Ethem Bey’e itibarının iadesini istiyorlar. Çifte yurttaşlık hakkı istiyorlar. Çünkü artık pek çoğu SSCB’nin çöküşünden sonra Kuzey Kafkasya’ya, ana vatana rahatlıkla gidip gelmeye başladılar. Onlar da anadilde eğitim hakkı istiyorlar. Yani kültürel haklar bağlamında talepleri Kürtlerin dile getirdikleri taleplerden aslında çok farklı değil. Ayrıca “Türkiye’de bütün hak mücadelesi söylemleri Kürtler tarafından monopolize edilmiş ve Çerkeslerin sesleri duyulmuyor” şikâyetleri var. Bu nedenle gerekli resmi kurumların yollarını aşındırırlar.

– Çerkeslerin hiçbir zaman PKK gibi bir oluşuma gitmemiş olmasını nasıl izah ediyorsunuz?

– KÜRTLER bu ülkenin yerleşik halkıdır, kendilerinde pek çok hak görebilirler. Çerkesler ise 19.yy sonlarında 1850’li yılların ortalarından itibaren Rus istilasından kaçabilmek, hayatlarını kurtarabilmek için buralara geldiler. Yaklaşık 1,5 milyon Çerkes’in Kuzey Kafkasya’dan Osmanlı’nın farklı bölgelerine Samsun’dan, Hatay’a, Suriye’ye, İsrail’e Golan Tepeleri’ne, Balkanlar’a kadar konuşlandıklarını görüyoruz. Osmanlı döneminde Balkan milliyetçiliklerine karşı dengeleyici unsur olarak Balkanlar’a yerleştiriliyorlar. Kürt milliyetçiliğine, Rum ve Ermeni milliyetçiliğine karşı aslında Anadolu’yu ortadan bölen bir şekilde, tampon olarak konuşlandırılıyorlar. Ortadoğu’da ise Arap milliyetçiliğine karşı iskân ediliyorlar. Dolayısıyla Osmanlı’nın önemli bir unsurudur ve “İdeolojik olarak kullanıldık biz ve sonra da çöpe atıldık” söylemi vardır Çerkesler içerisinde yoğun olarak. Yeri gelmişken şunu söyleyeyim: Kimlikleri sürekli temcit pilavı gibi çiğnemek bizim içine düştüğümüz bataklık. Bunları konuşmaktan işsizlik, adaletsizlik, siyasete erişememe gibi önemli sorunları konuşamıyoruz.

735510cookie-check“Türban kararı iktidarı AB’den soğuttu”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.