Türkiye gerçek yobazlarını mumla arıyor!

1960’lı yıllarda Kaş’ın henüz turizme açılmadığı ve bütün doğallığıyla o çarpıcı Akdenizliliğini koruduğu dönemde küçük lokantasında ilçeye gelen tek tük turistleri ağırlayan Ali Eriş, o dönemler gelen turistlerin yiyip içtiklerinin hesabını avuç dolusu parayla ödediklerini anlatır… Dolayısıyla o yıllarda iyi para kazandığını söyler. Zaman zamanda bu paraları harcamak için taksi tutup o dönem doğru dürüst karayolu bile bulunmayan Kaş’tan Fethiye’ye gezmeye gittiklerini ekler…

Yine bir Fethiye gezisinde görüp beğendiği ve satın alarak üzerine giyip denize girdiği şortu üzerinden çıkarmadan Kaş’a gelir… Ancak o zaman kadar bir erkeğin şort giydiğini görmeyen bir grup Kaşlı esnaf Ali Eriş’i tefe koyarlar ve şort giyerek gençlerin ahlakını bozduğundan dolayı hakkında kaymakama şikâyette bulunurlar. Bir grup Jandarma gelip Ali Eriş’i karakola götürmek isterse de aralarında arbede çıkar. Ancak sonunda kaymakamın karşısına çıkarılan Ali Eriş’e, ‘esnafın şikâyeti’ anımsatılır ve şortla sokakta gezmemesi konusunda uyarılır, konu tatlıya bağlanır…

Yıllar önce Kaşlı esnafın Ali Eriş’e gösterdiği refleksin nedeni ne olursa olsun, ortaya çıkan yeni bir durum karşısında yaşadığı yere karşı duyduğu sorumluluğu da barındırdığını bir kenarda tutmak durumundayız.

Bugün yaşadığı kentin dağları, kıyıları ve hatta sokağı-caddesi buldozerlerle tarumar edilirken en küçük bir refleks göstermeyen esnafın nasıl bu halet-i ruhiyeye geldiğini de düşünmek zorundayız…

Miskin Âdemoğulları
Ekinlere benzer gider
Kimi biter kimi yiter
Yere tohum saçmış gibi
(Yunus Emre)

ENFORMATİK CEHALET

Toplum olarak iki ayrı ucun çektiği farklı yönlere doğru ve düşüncesizlikle yol alınıyor bir süredir. Belki de uzun süredir böyle. Bir yanda sınıfsal gerçekliklerini ve içinde bulundukları dönemin değerlerini dayatan yobazlar, diğer yandan da kendini bu yobazlara karşı konumlandıran ve yobaz olmadıklarını göstermek için kendi değerlerinden uzaklaşmak pahasına yobazların yaptığının tam tersini yapmaya çalışan ve tam bir çağdaşlık karikatürü olan diğerleri.

Aslında burada “Türkiye bugün gerçek yobazlarını mumla arıyor” gibi bir cümle kurulacak olsa hemen gösterilecek refleksin içeriğini tahmin etmek zor değil. Ancak semboller ve algılar üzerinden refleks göstermeye alışmış olan ve kendini yalnızca bu kanaldan ifade eder hale gelen şizofrenik ruh halinin gerçek refleksini yitirmesiyle içinde sürüklendiğimiz bulamacın içinde debelenip duruyoruz.

Şimdi gösterilecek refleksleri göğüslemeye hazır olduğumuzu bir kenara not edip meramımızı anlatmaya koyulalım. Ki, bu yolla gerçek refleksimizi yitirip yitirmediğimizin de sağlamasını yapmış oluruz…

Aleviler, Kürtler, liberaller, Kemalistler, ulusalcılar, cumhuriyetçiler, Cumbul’cular, Cumok’lar, emekliler, şurada burada ahbap çavuş ilişkileriyle danışmanlık kapanlar, çıkar arkadaşları, modern ötesi kadın örgütleri, kendini arayanlar, kendini kaybedenler; mimarlar, mühendisler, bir ilkokul çocuğu zekâsı ve tavrıyla birbirine Atatürk’ün sözlerini ‘forward’ edenler, kendi kültürlerinin köklerindeki değerleri bir başkası dolayımıyla özümsemeye çalışan biçareler vs…

Makas açılıyor. Yobazlar kapanıyor diye, onlar ne kadar kapandıysa o kadar açılanlar. Yobazlar inanıyor diye inadına inanmayanlar, onlar ne yapıyorsa salt doğrudur diye tersini yapanlar… Bunun bir ortası vardı eskiden. İki ucun da ülkeyi kendi yönüne doğru çekmesiyle koptuk; lime lime olduk.

Kendi coğrafyamızın devrimci dervişlerini unuttuk. Derin köklerimizden gelen bütün değerleri ‘çağdaşlığa uymuyor’ diye yobazlara terk ettik. Şimdi doğrular yalan, yalanlar doğru oldu. Gerçekler sahte, sahte yüzler gerçek oldu.

İnanmakta zorluk çekiyorum; şu diyaloglar, şu kültürünü teknoloji diline tahvil edenler, elindeki bütün “iyi şeylerle” enformatik gayya kuyusunun derinliklerinde çile dolduranlar, acaba buradan nasıl çıkılacağını sanıyorlar?

Alevilik, Türkmenlik, Kürtlük vs… Birbirimizle kurduğumuz iletişim dilinin ortalamasında uzaklaşalı beri bir süredir yaptığımız her türlü eylemin gerekçesi değerlerimiz, kimliğimiz, zihinsel köklerimiz oldu. Modernizmin yarattığı değersizleştirmenin en çok iç burkan yanı en önemliymiş gibi görünen ‘şeylerin’ değerlerin arkasına sığınılarak yapılıyor olması. İşte bütün bunları aklım almıyor. Hiç durmadan ve saatlerce sormak istiyor insan. Arkası gelmeyecek ve yanıtlarla buluşmayacak, buluşsa da yeniden oluşacak nafile soruları…

Anlayışlı olmak konusunda hatırı sayılır bir mesai harcamışlığım vardır. Ve insanları anlamak uğruna kendimi unuttuğum olur çoğu kez. Biri bana anlatsın lütfen. Her şeyin normal olduğu bir zaman diliminde anormal olan nedir? Kim neyi arıyor, kim kime denk düşüyor, neyin kimi doyurduğunu, kimin neye acıktığının bir önemi kaldı mı?

İnsanın en değerli yanının aynı zamanda en zayıf yanına dönüşmesi anındaki yaşananlara tanık olmak, insanoğlunun binlerce yılda biriktirdiği asgari saygı düzeyini yerle bir ediyor.

Ülkesinin dağları, dereleri Moğol istilasından buyana en vahşi yağmayı yaşarken üzerinde yaşadığı zemin, varoluş nedeni coğrafya ayağının altından kayıp giderken doğayı fetişleştirerek görünüşün soytarısı olanlar nerede? Bu ülkenin neredeyse her kentinde örgütlü olan Dağcılık Federasyonu, doğa sporu kulüpleri neredeler? Haftasonlarını adrenalin avcılığıyla geçiren binlerce macera adamı/kadını nerede?

Bu ülkenin değerlerinin devşirilmiş zihniyetlerle iğdiş edilmesinden bıktık artık.

Okudular. Kocaman, kelli felli adam- kadın oldular. Kimi müsteşar, kimi genel müdür, kimi sporcu, kimi macera adamı- kadını… Her biri çevresinde muteber adamdan- kadından sayılıyorlar. Konu komşu, dost akraba onların ağzından çıkan söze itibar etmeye özen gösteriyor…

Onlar Türkiye’nin beyaz yakalıları olarak tanımlanıyorlar. Batılı, çağdaş ve modern hayatın değerleriyle donanmış ‘çok yetenekli’ yurdum insanları…

Enformatik cehalet salgını öyle bir sardı ki etraflarını, Ahmet Arif’in deyişiyle, ‘ham çarık, kıl çorapta da olsa bir ayağımız’, çoktan tekno çağına basmıştı diğer ayağımız. İşte geldiğimiz noktada, yetmişli-seksenli yıllarda sık kullanılan o muzip çocukluk tekerlemesinde olduğu gibi ‘kuru fasulyenin faydaları’ biçimine indirgediler çağın devrimini…

Ne de olsa devrim önce kendi çocuklarını yermiş…

1196050cookie-checkTürkiye gerçek yobazlarını mumla arıyor!
Önceki haberEkonomik paket
Sonraki haberKomedinin böylesi: Give us 15 seconds… ve yeni Hotmail
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.