Troya, yine Almanya’nın gündemine gelirken….

Troya efsanesi, Anadolu Ateşi’nin dev bir gösterisiyle Almanya’da… Şimdiye kadar Anadolu topraklarının en eski ve en güzel efsanelerinin başında gelen Troya, Türkiye dışında sanat eserlerine ilham olmuştu. Artık durum değişti. Troya, Batı’ya bir Anadolu ekibinin ürünü olarak sunuluyor. Ve Troya’ya tarih boyunca çok büyük bir ilgi gösterilen bir ülkede oluyor bu. 3 milyona yakın Troyalının yaşadığı bir ülkede…

Türkiye ve Türkler, Almanya’nın gündemini hep işgal edecek…
Bir yandan bu ülkede yaşayan insanların durumuyla ilgili gelişmeler. Ki bunlar son yıllarda hep entegrasyon tartışmaları bağlamında, zaman zaman çok gerekli ve herkes için çok yararlı da olsa, önyargılarla ve yüzeysel bilgilerle beslendiği için son tahlilde katılan herkesi mutsuzluklara sürükleyen şeyler..
Bir yandan da Türkiye’nin kendisi… İki ülke arasındaki ilişkiler, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olma perspektifi, Türkiye’deki siyasal gelişmelerle ilgili karamsarlık.. Burada da olumsuz bir tablo var.
Ama Türkiye kaynaklı bir başka gelişme var ki, o buradaki Türkleri ve Türkiye dostlarını rahatlatıyor, hatta sevindiriyor. Bu durumu Türkiye kültürlerinin son yıllarda yoğun olarak Almanya’da kendini sunabilecek platformlar bulabilmesi.
Bu durum 2008’de Türkiye’nin Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’na “onur konuğu” olarak katılmasıyla zirve yapmıştı.
Yerel düzeyde ya da Almanya çapında gerçekleştirilen çeşitli etkinliklerle son zamanlarda Almanya’ya yönelik Türkiye kültürü sunumu yoğunlaştı.
Türkiye, Türkiye kültürleri sık sık kültürel ya da ticari, çeşitli platformlarının konuğu oluyor.
Elbette bunun bir eğlendirici yanı var.
İnsanlar, bunlar arasında Almanya’da yaşayan Türkler de var, bu platformları izleyip, eğleniyorlar, keyifleniyorlar.
Ama bununla birlikte ülkemizle ilgili algılamaların dengelenmesini sağlayan bilinç değişimlerinin gerçekleşebileceği ortamlar besleniyor.
Medya ve egemen siyasetin, zaman zaman “şiddet düşkünü”, “fanatik dinci”, “fanatik milliyetçi”, “eğitimsiz” ve “eğitilmeye direnen” göçmen grubuna indirgeyebildiği Türklerle, geldikleri ülkenin kültürel derinliğiyle ilgili bilinç değişimi…

Son günlerde de durum öyle.. Bir büyük kente Türkiye’nin konu olduğu bir film festivali sona ererken (Nürnberg), bir diğerinde yine Türkiye’nin merkezinde olduğu « film günleri » başlıyor (Münih)…zaman Bir büyük turizm fuarında Türkiye konuk oluyor (Stuttgart), sonra bir diğerinde de. (Berlin)…
Kısa bir süre önce Berlin’de başlayan dünyanın en büyük turizm fuarlarınan ITB’de Türkiye’nin konuk olması çervesinde gerçekleştirilen yoğun kültürel etkinliklerin sözkonuu bilinç değişimine katkısı olacağı kesin..

Ama bu etkinlikler arasında en önemlisi bir özel girişim.
Anadolu’nun tüm dünya kültürlerini etkileyen binlerce yıllık efsanelerinden en renkli, tarihi derinliği ve renkliliğine yakışan bir proje kapsamında Almanya turnesine başlıyor, kısa bir süre içinde..
Mustafa Erdoğan ve ekibinin „Troya“ gösterisi, Berlin’de 13 Mart’ta binlerce kişiyle buluşacak. Ve mayıs sonuna kadar Almanya’nın 9 büyük kentinde (Frankfurt, Oberhausen, Stuttgart, Münih, Nürnberg, Hamburg, Braunschweig ve Mannheim) gerçekleştirilecek gösterilerle, Anadolu’yu dünyada Troya’ya en yoğun ilgi göstermiş bu ülkenin kültürel gündemine yerleştirecek.
Troya’yı, Troya hazinelerini binlerce yıl gömülü olduğu yerde Almanlar buldu. Troya’nın tüm boyutlarıyla yer üstüne çıkarılması, öğrenilmesi için son yıllarda yürütülen çalışmalara destek veren, katılan ve zaman zaman bu çalışmaları yönetenler onlar..
Troya’yla ilgili edebi, bilimsel binlence yayın Almanya’dan…
Birkaç yıl önce Troya efsanesini tüm dünya gündemine taşıyan başarılı Hollywod filmi „Troy“un yönetmeni Wolfgang Petersen de Almanya’dandı..

Şimdi Troya efsanesi, Troya’yla ilgili şimdiye kadarkilerin hepsinden daha zengin ve daha güzel bir kültürel proje çerçevesinde, Troya’yla çok ilgilenmiş bu ülkeye geliyor.
Ve bu kültürel proje Türkiye imzası taşıyor..
„Anadolu Ateşi“nin sayıları 120’yi bulan dansçıları, „Troya“ dans gösterisiyle Anadolu’nun binlerce yıl önce batısından gelen saldırganlara direnişinin öyküsünü anlatacaklar.
Mustafa Erdoğan’ın sözleriyle, „Troya yıkıntılarından yükselen çığlık ve 3000 yıllık mistik bir düşün yeniden hayat buluşu“ ve „görmezden gelinen tarihe karşı bir tarih ve müzikal bir başkaldırı“yı.
Ve böylece belki biraz da bizleri. Troyalıları.
Almanya’da yaşayan Troyalıları.
Troyalı olduğunu bilmeyen Troyalıları.
Ve Troyalı olduğunu bilenleri…

Anadolu Ateşi’nin dev projesinin bu ülkenin kültürel gündemini yeniden meşgul edeceği kesin.
Bu ülkedeki Troyalıları da meşgul etmesi umuduyla..

Belki de bu gündeme katkısı olur.
Troya’yla ilgili bir bilgiler tazelenirse….

Troya savaşları gerçekten oldu mu?
Bilim dünyası bu soruya yanıtını, 20 yılı aşkın bir süredir devam Troya kazılarıyla arıyor. Yani yüzyıllardır birçok sanat eserine konu olan Troya savaşları, kimilerince gerçekten yaşanmış olarak görülse de, halen efsane..
Homeros’un ünlü destanı İlyada’da anlattıkları tarih boyunca sanatçıları, düşünürleri, siyasetçileri öylesine meşgul etti ki, gerçekle hayal arasındaki çizgi birçokları için kaybolmuş durumda.
Evet sadece sanata ve bilim dünyasında değil, siyasette de derin izleri var Troya efsanesinin.
Birçokları için Troya’nın izleri, kanıt aramayı gerektirmeyecek bir gerçekliğe işaret ediyor.
Bu „gerçeklik“ İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’e Çanakkale’ye gittiğinde „Troyalıların öcünü aldım“, Mustafa Kemal Paşa’ya Sakarya Muharebesi’nden sonra „Hektor’un öcünü aldım“ dedirtmişti.
Bu nedenle „Troya“ efsanesinin büyük kitleleri çekecek dev kültürel projelerin günümüz Anadolu insanına Troya’ya dayanan kökenlerini farkedebilecekleri mesajlar taşıması hiç de şaşırtıcı değil.
Bir başkaldırıya, bir direnişe ve gelişkin bir uygarlığa dayanıyor bu kökenler…
2003 yılında Türk vatandaşlığına geçerek, adına bir de „Osman“ı ekleten Prof. Dr. Manfred Korfmann (Osman Bey) yönetiminde, 1988’de başlatılan kazıların sonuçları da bu doğrulda ipuçları veriyor..
Osman Bey’in 2005 yılında ölümüyle bir süre ara verildikten sonra yine devam ettirilen kazılar da bu doğrultuda.
Uzun yıllar kazılarda yer alan, Almanya’da ve Türkiye’de Prof. Korfmann’a asistanlık yapan Doç. Dr. Rüstem Aslan bu durumu şöyle özetliyordu:
„Yeni dönem Troya kazıları hem Anadolu arkeolojisine, hem de Anadolu tarihine yeni bir boyut kazandırmıştır ve Troya’yı Anadolu’ya geri vermiştir. Aslında Atatürk’ün kurduğu genç cumhuriyetin yerleştirmek istediği yeni tarih anlayışı tüm Anadolu’yu, buna bağlı olarak Troya’yı sahiplenen bir tarih anlayışıdır. Bu tarih anlayışında Andolu’nun eski kültürlerine sahip çıkılmıştır. İşte bu tarih anlayışı ve amacı doğrultusunda, Anadolu topraklarındaki arkeolojik kazılar da yeni bir boyut kazanmıştır. Bununla birlikte Türk aydınları, tasarladıkları güzel geleceği gerçekleştirecek özü bulmak için geçmişe bakmaya başlamışlardır. İşte bu ortamda birkaç cumhuriyet aydını yeni bir kimlik önerisinde bulunmuşlardır: Bütün tarihiyle Anadolulu olmak.“
Türkiye’nin geleceğini kurtaracak çözümün ipuçlarını buradan çıkarmak çok kolay.
İstenirse.

Yukarıda sözü edilen kazılar, Troya’yla, dahası uygarlık tarihiyle ilgili bilgileri alt üst etti.
Her bir bulguyla daha da zenginleşen yeni bir uygarlık öyküsü.
Troya’yla ilgili en önemli gelişme, kazılarda elde edilen bulguların, Homeros’un sözünü ettiği Troya’nın Helen uygarlığının Anadolu’ya uzanmış bir uç beyliği değil, ondan bağımsız, gelişkin ve büyük bir uygarlığın parçası olduğuna işaret etmesiydi. Bir başka Anadolu uygarlığı olan Hititler’le yoğun ilişki içindeydi Troya.
Öncelikle Troya’nın o zamana kadar kabul edildiği gibi bir kale değil, çevresinde çok büyük bir alanı kapsayan yerleşim olan önemli ve büyük bir metropol kentiydi. Yazı biliniyor ve kullanılıyordu. Yani kültürel olarak gelişmişti.
Bu bulgular öylesine güçlüydü ki bir ara Troya’nın aslında bir başka büyük efsaneye de ev sahipliği yaptığı ileri sürüldü. Kaybolmuş uygarlık Atlantis’in aslında Troya olduğu savunuldu, tartışıldı. Elbette kazıları yürütenler bu „Atlantis = Troya“ iddiasına pek itibar etmediler, ama tartışmanı canlılığı Anadolu’yla ilgili derinliklerin, zenginliklerin biraz daha göz önüne çıkmasına yaradı.
Bu arada Prof. Manfred Osman Korfmann’ın, saadece arkeologlardan değil, çeşitli disiplinlerden bilim adamlarıyla destekli ekibinin kazılarının sonuçları arkeoloji dünyasını uzunca süre sarstı.
Almanya’da popüler bilim dergilerinden „Bild der Wissenschaft“, bu durumu „Kültürümüzün beşiği üzerine yeni tartışma“ ve „Anadolu korkusu“ manşetleriyle duyurmuştu.
Başlıklara yansıyan korku da belirgindi. Bazı arkeologlar, bulgularla desteklenen yeni durumu kabullenmekte zorlanıyordu.
Almanya’da gerçekleştirilen Troya’yla ilgili tüm zamanların en büyük sergisi „Troya – Düşler ve Gerçek“ 17 Mart 2001’de Türkiye ve Almanya cumhurbaşkanlarınca açıldığında, serginin babası Prof. Korfmann ağır saldırılarla karşı karşıya kalıyordu. Stuttart, Braunschweig ve Bonn’da 1 milyona yakın kişi tarafından ziyaret edilen sergi sürerken, Korfman’ın karşıtları Troya’da iddia edildiği gibi gelişmiş bir Anadolu uygarlığı olamayacağını savunmaya devam etiler. Hatta onun Troya’nın Anadolu’lu olduğunu vurgulayıp, bunu „Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğine gerekçe“ olarak göstererek, „arkeolojiyi siyaset için istismar etmek“le suçlayanlar bile çıkmıştı.
Ama bulgular Troya’nın Helen uygarlığıyla savaş, bir Anadolu uygarlığı olan Hititler’le de kültürel alışveriş içinde olduğunu gösteriyor.

Tarih yeniden yazılıyor.
Troya’nın Anadolulu olması efsanedeki Troya savaşına farklı bir önem veriyor.
Böylece yıllarca süren savaş, sadece bir kadın meselesi yüzünden mi çıkmıştı, yoksa bunun ardında başka şeyler olabilir miydi?
Bu savaşı, bugünün kategorileriyle ele alıp, doğuyla batı arasındaki ya da Anadolu’yla Avrupa arasındaki bir savaş olarak değerlendirmek de mümkün.
Zengin ve uygar doğuya, Anadolu’ya yönelik bir savaş. Doğunu uzun süre direndiği, sonuda hileyle yenildiği bir savaş…
Homeros’un anlattığı, filmler ve son olarak da kısa bir süre içinde başlayacak olan Troya dans gösterisine konu olan savaşlar, gerçekten olmuşsa M.Ö. 1700 – 1200 arasında bir döneme denk geliyor.
Efsaneye göre Troya Kralı Priamos’un oğularından yakışıklı Paris, Sparta Kralı Menalaos’un güzel karısı Helena’yla aşk yaşamış, sonra da onu kaçırıp Troya’ya getirmiş. Bunun üzerine Menelaos’un kardeşi Agamennon liderliğinde birleşen Akha orduları (Yunan orduları), Sparta’nın kralının onurunu kurtarmak için Troya’ya saldırmış. On binlerce askerin, binlerce geminin katıldığı savaş 10 yıl sürmüş. Yunanlılar Troyalıların direnişini kırmayı başaramayınca, tarihe geçen ünlü „tahta at“ hilesine başvurup, başarılı olmuşlar.
Ekonomik ve stratejik açıdan çok önemli olan Troya’yı tahta atın içine giren savaşçıların yardımıyla ele geçirmeyi, yerle bir edip, tüm zenginliklerini yağlamayı başamışlar.
Homeros’un anlattığı, kendisinden çok sonra yazıya dökülen ve Batı uygarlığının ilk yazılı sanat eseri olarak kabul edilen „Ilyadas“sı, 10 yıl süren savaşın 51 günlük bölümünü kapsıyor.
Yunan ordusunun ünlü savaşçılarından Aşil’in (Akhilleus) ittifak ordusu Kralı Agamennon’a kızıp, savaştan çekilmesiyle başlıyor, daha sonra da Troya’nın cesur prensi Hektor’u öldürmesi ve cesedini Priams’a teslim etmesine kadar sürüyor.
Homeros’un öyküsü bir yandan tarihi ayrıntılarıyla ama bir yandan da sözünü ettiği gözkamaştırıcı hazinelerle ilgili söylentiler daha sonraki kuşaklardan, kuşaklara, önce anlatılarak, sonra yazılarak devredildi..
Aşil, Hektor, Helena, Paris, Agamennon gibi tarihi kahramlanarın öyküleri, hazinelerin gözkamaştırması yüzyıllar boyunca çok sayıda yazara, şaire, ressama, müzisyene, sinemacılara ve dans sanatçılarına, ama aynı zamanda hazine avcılarına, maceraperestlere ilham kaynağı oldu.
Bu sonunculardan biri de Alman amatör arkeolog Heinrich Schliman’dı.
Troya’daki ilk kazıları 1871’de o başlattı. Hazinelerin peşindeki Schlimann, bölgeye daha sonraki arkeolojik çalışmalar açısından ağır zararlar vererek gerçekle gerçekleştirdiği kazılarlarda bulduğu ve „Priamus’un hazinesi“ adını verdiği değerli eserleri önce Yunanistan’a, sonra da Almanya’ya kaçırdı.
Dönemin Osmanlı hükümetinin girişimleri sonuç vermedi. Schlimann, Almanya’ya kalan hazineleri sergilenmesi koşuluyla Alman halkına bağışladı. Bir süre Berlin’de sergilenen hazine, II. Dünya Savaşı’ndan sonra kenti işgal eden Sovyet ordusu tarafından el konularak, Moskova’ya götürüldü. Tam 260 parçadan oluşan bu paha biçilemeyen hazine halen Moskova’da ve zaman zaman sergileniyor.
Türkiye ve Almanya da bu eserlerin teslim edilmesini istiyor. Ruslar ise hazineyi bir savaş ganimeti, daha doğrusu savaş tazminatı olarak görüyür ve kimseye vermeyi düşünmüyor.
Türkiye Troya’nın sadece hazinelerini değil, uzunca bir dönem öyküsünü de başkalarına kaptırmıştı.
Bugünkü Türkiye topraklarında gerçekleşmiş, Türkiye’nin dünü ve bugününü çok yakından ilgilendiren, bu müthiş öykü, şimdiye kadar hep Türkiye dışından sanatçılara esin kaynağı olmuştu.
Şimdi durum değişti.
Mustafa Erdoğan ve arkadaşlarının “Troya” projesiyle yeni bir dönem başlamış oluyor.
Anadolu’ya daha güzel bir geleceğin ipuçları da burada.
Heyecanlandırıyor. (10 Mart 2010)

___________________________
*Avrupa Türk Gazeteciler Birliği Başkanı
www.atgb.info / [email protected]

1637430cookie-checkTroya, yine Almanya’nın gündemine gelirken….

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.