Güneş ve toprak. Yeni altın arayıcıları, güneşi ve muhteşem doğasıyla eski dünyayı yeniden keşfe çıktılar. Bu defa ellerinde, demokrasi, karşılıklılık ve evrensel hukukun karşı konulamaz yaptırımlarını taşıyorlardı. Hi-tech kapitalizmin törpülediği ruhları ve bütün üçüncü dünyanın karmaşasından kendilerini koruyacak yasal zırhları vardı. Eski dünyada ikinci büyük çevirme hareketi başladığında, Püritenlerin torunlarının rengi daha beyazdı.
Ve bu ikinci büyük çevirme hareketine turizm adı verildi.
Türkiye, 1990’lardan sonra turizm oyununu kurallarına göre oynamayı öğrenen birkaç ülkeden biri oldu. Vizyon sahibi, beyaz şortlu tonton başbakanı ve onun prensleri sayesinde kazanılan turizm ideolojisinin sonucu olarak; Belek’te Kremlin ve Venedik, Kemer’de Amsterdam ve Kophenhag; Kalkan ve Fethiye’de onlarca küçük İngiliz kasabası kuruldu. Yeni akım temalı ultra-turizmin amacı, yüz yıldır sosyal güvenlik ve hukuk şemsiyesi altında yaşamaya alışmış modern Batılı insanın kendisini, ülkesinden uzakta, Güney’de, güneşin altında güvende hissetmesini sağlamaktı. Böylece güneş, Güney’de kurulan; Kremlin, Amsterdam ve Londra simülatörlerinde de yüzünü göstermiş olacaktı.
2006’nın ilk altı ayını turizmi tartışarak tükettik.
Esnaf turisti, turist esnafı, bakanlık; hem turisti hem esnafı; yıllardır yüzüne bakılmayan yerli turist de kıymetinin yeterince anlaşılmadığından dem vurarak hem bakanlığı hem esnafı hem de yabancı turisti suçladı… ‘Bu yılı kaybettik, bari gelecek yılı kurtaralım’ nutukları birbirini izledi.
Henüz turizm sezonu başlamadan önce, geçtiğimiz Şubat- Mart aylarında, Antalya- Muğla arasında onlarca ilçe ve beldede değişik meslek grupları, esnaf, yöneticiler, uzmanlar ve köylülerden oluşan yaklaşık elli kişiyle birebir görüşerek kapsamlı bir araştırma yaptık. Kıyı Yasası, Turizm Teşvik Kanunu, Maden Yasası, Orman Kanunu ve Yabancılara Toprak Satışı yasasının oluşturduğu yeni sosyo-ekonomik dönüşüm konusunda bölgede yaşanan değişim üzerine bölge insanının görüşlerini alıp, konunun yasal boyutunu araştırdık. Ortaya çıkan sonuçlar üzerinde epeyce yorum yapılabilir. Ancak üzerinde durulması gereken en önemli noktanın altını kalınca çizmek, turizmin içinde bulunduğu kriz üzerine yapılacak tartışmalara bir katkı sunabilir.
Yaklaşık otuz yıldır sadece turizm ekonomisinin belirlediği yaşamın, krizli, çalkantılı ve beklentili cenderesinde gelip giden ruhsal gerilim, köylerde bile yeşil reçeteli ilaçların kullanımını yaygınlaştırmış. Bu özellikle üzerinde durulması gereken bir durum; kentlerden, metropollerden insanların stres atmaya geldiği köylerde, köylülerin büyük çoğunluğu travmada! Arazi, konut, otel, pansiyon, kekik, bal, reçel, turşu; tamamen satabilmek üzerine kurulu yaşamların gerilimi köylülerin üretim ilişkilerinde derin izler bırakmış.
Muğla- Antalya kıyı bandında yaşanan toplumsal dönüşüm, aslında uzun süredir sessiz sedasız, dikkatlerden uzak biçimde sürüyordu. Geçtiğimiz Ocak ayında, Muğla’da hızla artan intihar vakaları üzerine Muğla Üniversitesi, valiliğin isteğiyle bir “İntiharları Araştırma Komisyonu” oluşturdu. Bu komisyonun hazırladığı raporun sonuçları turizmin sosyal kabuk değiştirmeye yönelik etkilerinin çarpıcı boyutlarını gözler önüne seriyordu. Rapora göre, çoğunluğu kadınlarda görülen intihar vakalarının en önemli sonuçlarından biri; bölge insanının yaşadığı hayata yabancılaşması, kendi hayatının sadece “seyircisi” olmasıydı.
Bakanlık, meslek örgütleri ve uzmanlar durmadan tartışıyor. İnsan tekinin çığlığını duyan yok! Turizm bölgeleri hızla dönüşüyor. Bakanlık, tarım ve orman arazilerini, doğal kaynakları ve ülkenin en önemli stratejik bölgelerini turistik yatırıma dönüştürüyor. Bu devasa dönüşümün içinde halk, ülkesini, toprağını, mahallesini ve kendi hayatını uzaktan seyrediyor! Turizm kabuk değiştiriyor. Pansiyon, otel, motel, restoran, çiçekçi, hediyelikçi; bütün küçük işletmeler yok oluyor. 30 bin, 50 bin, 100 bin nüfuslu ve kapalı devre yaşamların hüküm süreceği yeni turizm kentleri, turizm gettoları kuruluyor. Veteriner, Peyzaj, Diş Hekimliği, Ev dekorasyonu, Yoga-meditasyon merkezleri, Sağlık otelleri ve Hasta-yaşlı bakıcılığı gibi iş alanları, bu yeni dönemin ruhuna koşut olarak hızla yaygınlaşıyor. Turizm alan değiştiriyor. Turizm halkın içinden çekiliyor. Köyler, kasabalar, beldeler hızla boşalıyor. Son otuz yılın hülyalı kalkınma modeli, cari açığın kurtarıcısı, türedi işadamlarının arpalığı, işsizliğin ve sosyal patlamanın geçici tamponu turizm, yıllardır aktığı mecranın dışına çıkıyor. Bakanlık, 500 hektar, 1000 hektar, 5000 hektarlık tahsisler yapıyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük tahsis furyasının içine düştük. Kıyılar, koylar, dağlar, ormanlar, meralar, yaylalar ölçüldü, biçildi. Hesaplar yapıldı, raporlar yazıldı. Yeni turizm merkezlerinin projeleri onaylandı, araziler tahsise hazırlandı.
Toplam 39 bölgeye ayrılan yeni tahsis listesinin sadece bir kaçını bakanlığın resmi listesinden sıralayalım;
Antalya-Side II Nolu Turizm Merkezi, Erzurum Ilıca Termal Turizm Merkezi, Muğla-Bodrum Adalıyalı Turizm Merkezi, Muğla-Fethiye-Seki Eren Dağı Kış Sporları Turizm Merkezi, Samsun-Ladik-Akdağ Turizm Merkezi, Uşak Banaz Termal Turizm Merkezi, Aydın-Didim Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi, Elazığ Harput Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi, İzmir Çeşme Paşalimanı Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi, Kapadokya Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi, Kuzey Antalya Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi, Muğla-Dalaman Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi, Oymapınar Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi, Afyon Gazlıgöl Termal Turizm Merkezi, Afyon Ömer Gecek Termal Turizm Merkezi, Afyon-Sandıklı Hüdai Termal Turizm Merkezi, Ankara Kızılcahamam Seyhamamı Termal Turizm Merkezi, Antalya-Alanya Alara Çayı Güneyi Turizm Merkezi, Antalya-Alanya İncekum Turizm Merkezi, Antalya Demre (Kale) Kıyı Bandı Turizm Merkezi, Balıkesir Ayvalık Lale (Dolap) Adası Turizm Merkezi, Manisa-Spil Dağı Turizm Merkezi. Liste böyle uzayıp gidiyor.
Kaplıcalar, termaller ve bol oksijenli dağlar kapatılıyor. Avrupa’nın hasta adamı, yıllar sonra Avrupa’nın ‘hasta bakıcısı’ seviyesine yükseliyor (!) Çevirecek toprağı kalmayan Avrupa, bekleme odasındaki Türkiye’nin topraklarını demokrasi ve karşılıklılık ilkeleriyle çeviriyor. Toplumsal olarak ortak kullanılan arazilerin ‘çevrilme’ yoluyla özel mülkiyete girmesi, 1500’lü yıllarda İngiltere’de başladı. Çevirme hareketini, ‘fakire karşı zengin devrimi’ olarak adlandıran tarihçiler olduğu gibi, bunun, doğanın kaçınılmaz yasaları olduğunu savunanlar da oldu. 16’ncı ve 19’uncu yüz yıllarda neredeyse bütün Avrupa’da çevrilen ortak kullanımdaki araziler, siyasi ve yasal süreçlerle desteklenirken, geleneksel üretim ilişkilerinin dışına çıkan milyonlarca insan atalarının topraklarından sürüldü. Günümüzde, dünyanın bütün kara kütlesinin dışında, atmosfer, hava koridorları ve elektro manyetik alanlara kadar canlı yaşamın görünen görünmeyen bütün sınırları özel mülkiyetin denetimine alındı.
“Dünyada aslında iki ırk vardır. Dolandırılanlar ve tecavüz edilenler. Beyazlar dolandırılır. Onun dışındaki renklerinse ırzına geçilir, aynı beyazlar tarafından. Küçük boyutlu dolandırıcılıklar, ülkenin kadınlarından yer altı ve yer üstü zenginliklerine kadar her şeyine sahip beyazların göz yummak zorunda kaldıkları bir durumdur. Sosyal patlamayı engelleyici bir görevi vardır. Beyaz adamın, tecavüz edilenler için uydurduğu başka bir katlanma yoludur. Geri kalmaya mahkum ülkenin insanı, beyazdan çarptığı parayla yetinir. Sokakta uyumasının, kız kardeşini satmasının, kentin beyaz semtlerine adım atamamasının bedelidir bu. Uygarlığa köle olmanın maaşıdır. Kuzey Avrupa politikacılarının övdüğü sosyal adalettir. Ve dolayısıyla turizmi, Üçüncü Dünya ülkelerine bırakmıştır medeniyet. Irzına geçtiği halklara karşılığını verebilmek için. Böylece rahat uyurlar geceleri. Vicdanları zencilerden, Kızılderililerden, Uzakdoğululardan, Araplardan korunur böylece… Bu ufak kazıklamalar bir zırhtır, yüzyılın imparatorlarının vicdanlarına.” *
Turizm, artık sadece turistik bir sektör değildir!
(*) Hakan Günday: “ Kinyas ve Kayra ” Doğan Kitap