Türk Entelektüelizminin Bir ¨Dandy¨ si

 SERDAR MÜTEFERRİKA SERHATLI – Lakırdımızın başında, evvela bir şey de anlaşalım; üstat Kemal Kırar’ın tercih edeceğini bildiğimiz gibi, mutabık kalalım. Dandy’lik, halk arasında bilinegeldiği gibi burnundan kıl aldırmazlık, küstahlık ve kendini beğenmişlik değildir.

İngilizce sözlükler ve Brittanica Ansiklopedisi tam tersini söyler.

Birisinin kendisine özen ve dikkat göstermesi, kılık kıyafeti, oturup kalkışı, sohbet ve hitabıyla, kullandığı rafine bir lisan ve geniş kültürüyle seçkinliğin ta kendisidir, Dandy’lik…

  1. ve 19. yüzyıl boyunca Londra’daki centilmenlerin edebiyat, sanat ve günlük yaşama dair tavırlarının tamamıdır.

Genç Osmanlılar, Jön Türkler ve genel olarak Batıya gösterilen aydın rağbeti İstanbul’un salon köşelerinde Dandy’lerin tek tük bile olsa görülmesine yol açmıştı.

Safvetî Ziya’nın 1912’de basılmış Salon Köşelerinden başlıklı eserinde gördüğümüz Dandy Şekip Efendi, Türk edebiyatında bir roman kahramanı olarak hatırlanırsa, biz de lafımızda oyalanmadan ve bu girişin hemen ardı sıra sözü günümüzün çağdaş Dandy’si Kemal Kırar Beyefendiye ve ikinci eseri bir kitaba getiririz…

Aşırı derecede seçkinci-elitist olmakla dandilik arasında kıl payı bir çizgi var; bunun ayrımında olmalıyız.

Snobizm üzerine yazılı ilk eser için tozlu raflara uzanmayınız, hemen ipucunu verelim: 19.yüzyıl İngiliz yazarı William M.Thackeray’ın ¨Snoplar Kitabı¨ hicivle yazılmıştır.

Thackeray İngiliz snobizmini iğneleyip dururken, çuvaldızı kendisine batırmayı ihmal etmez, zira Sör Thackeray burnu yere düşse eğilip almayacak kadar snobtur.

Thackeray’ın Gurur Dünyası başlıklı bir romanı Türkçeye çevrildi, ancak bahsettiğimiz kitap yanılmıyorsam dilimize kazandırılmamış bulunuyor.

Dandilik-Dandyism zor zenaattır! Arkasından konuşanı, gülüşeni pek çok olur; dert edilmesin, bu da seçkin olmanın sosyal maliyetidir.

Türk edebiyatının duayen isimlerinden Doğan Hızlan, her daim yakasında gezdirdiği kelebek papyonu, üstü başı renk uyumu içinde kostümleri, oturuşu kalkışıyla, selam verişiyle Dandizmin, bence Türk entelektüel çevrelerinde unutulmaz numunesidir.

Cumhuriyet gazetesinin müzik-sanat köşesinde bir vakitler haftalık yazılarıyla okunan, rahmetli besteci, söz yazarı Selmi Andak tanıdığım bir başka Dandiydi.

Çantasında tarak taşıyanı bilirim de, ayakkabı fırçasını, kadifeden kesilmiş parlatma bezini, üstelik çamuru başka yere sıçramasın diye özel kabında gezdirenine onda rast gelmiştim.

Amerikan TV dizilerinden Frasier’ı hatırlayorsanız, Dandinin Amerikan tipini kolayca çıkaracaksınız; bize de söz kalmayacaktır.

Frasier’ın metroseksüel aşırılığı, bu komedi dizisinin 12 yıl sürmesine sebep sayılır; pek sevilmişti.

Bizim yayıncılık dünyamızın eleştirmen, editör, ona sorarsanız musahhihi olarak adının başına bu sıfatı getirip kendini takdim eden Kemal Kırar, Dandizmin İstanbul’daki ¨Salon Köşelerinde¨ gezinen çağdaş örneğidir.

Tek kırışığı olmayan takım elbisesi, her daim boynunda taravetini bozmayan kravatı, elbette renk uyumu fark edilen ceket üst cebi mendili, her zaman hazırda bulundurduğu Lamy marka dolmakalemleri, gıcır ayakkabıları, bakımlı bir orta yaş erkeğinin ortalığa çıktığı, cemiyet içine karıştığında ona eşlik ediyorsa, işte o Kemal Kırar Beyefendidir.

Hazret, aşırı nâzik tavırlarıyla iltifata mazhar ve aynı zamanda mültefittir!

Ceket iliklemesine de hayranımdır; kendisini tanırım.

Üstat Kemal Kırar’ın kendisine musahhih– düzeltmen deyişinde, bu sıfatı âdeta bir müstear isim gibi kullanmasında bir abartı yoktur; düzeltmenliği, meslek olmaktan öteye bir hayat ve kişilik biçimine dönüştürmüştür.

Cumhuriyet gazetesinin eski binasında, tashih-düzeltme masasını hatırlarım da, işte o yüzden böyle düşünmekteyim.

Gazetenin kırk yıl evvelki musahhihleri, başlı başına bir edebiyat dergisinin yazı işleri kadrosuna eş değerdir:

Şair Kemal Özer ve Refik Durbaş, öykücü Adnan Özyalçıner, Konur Ertop ve daha niceleri oradadır; bir bilim ve dil akademisi gibi çalışırlar.

Yanlarına uğramadan geçilmez, zira muhakkak onlardan öğrenilecek bir şeyler vardır.

Gazete başyazarı Nadir Nadi Bey de bu masanın müdavimleri arasındadır; bir vesile bulur, gider, günlük dil ve edebiyat, kültür ihtiyacını sanki orada tamamlar.

Her Gece Bodrum romanıyla tam o sıralarda tanınmış romancımız Selim İleri de bu masanın sık sık misafirleri arasındadır.

Haldun Taner, kendisini bir üst caddede yer alan eski Milliyet gazetesi binasından kurtardı mı, soluğu Cumhuriyet’te, elbette gelir gelmez musahhihler masasında alır.

Musahhih masası sadece gazeteye girecek yazıların düzeltildiği yer değil, orası Paris’te edebiyatçıların toplandığı bir kafede konuşulacak düzeydeki entelektüel birikimin paylaşıldığı bir sofradır.

İşte böyle bir masanın etrafında bulunacak isimlerden birisidir, Kemal Kırar…

Ancak birçoğu hayata veda etmiş bu isimlere göre yaşı gençtir; ömrüne bereket…

Fakat hık demiş burnundan düşmüş misali, adını andığımız tüm musahhihlerdeki o iflah olmaz huy, Kemal Beyde bulunur; düzeltme hastalığı!

Bu işin evveliyatında literatüre geçmiş Nicolas Cirier’i şimdi musahhih masasına getirip en başa oturturuz: 19.yüzyıl başında yaşamış Fransız edebiyat adamı Cirier, marâzi bir titizlikle o kadar müdahalecidir ki, önüne getirilmiş bir eseri bazen baştan sona oturup tekrar yazar; Kemal Beyin titizliği ise bu raddeye varmaz.

Kemal Bey Hazretleri de, zaten, musahhihlerin çoğunda olan düzeltme huyunu gizlemiyor, kısa süre evvel basılmış ikinci kitabında önsöz yerine yazıp ifşa ediyor; demek bütün musahhih takımında böyle bir huy vardır.

¨… kelimeleri / cümleleri sıhhatine kavuşturmak için, anlam kumaşındaki ters atılan söz ilmiklerini çözmeye

ve bu kumaştaki kırışıklıkları ütülemeye devam ediyor.¨

Musahhih Bey, bu ütüleme işine iki yıl evvel yayımlanmış bir kitabıyla adım attı.

Bu köşede tanıttığımız eserinin adı, ¨Ne ülen bu! ¨ idi.

O eserinde, hoş bir fıkrayla başladığı anlatımını türlü anekdotlar ile bezeyerek sürdürür.

Benzer bir çalışmayla tekrar okurun karşısına çıkmıştır; Bildiğimiz Gibi Değil!

Ne var ki, Kemal Bey bu defa, daha çok tarihî belgelerin etrafında dolaşır.

6.Filo’nun İstanbul’a gelişindeki gürültü koparmış olaylara yer verir, İhap Hulusi’nin Kulüp Rakısı şişesindeki meşhur etikete çizili görseline işaret eder, Blujean’in tarihine kadar geçmişi eşeleyip kültür arkeolojisine girişir, G harfinde kalmış İstanbul Ansiklopesi’nin kaç sayfa olduğunu gösterir; hasılı birkaç edebî ve musiki mevzu dışında her telden çalar.

Akademik anlamıyla makale düzeyinde referans verilecek bilgi aktarımları olmadığını, peşin peşin söylemeliyiz.

Hatta kimi eksikleri olduğu da gözümüzden kaçmadı; eğer eleştirmek için yazıyorsak, işte öyle…

Örneğin, Shangri-La için Tibet’teki yeryüzü cenneti tanımını eksik yapınca, hata eder.

Shangri-La, John Hilton’ın 1933 tarihli ütopik romanında anlatılan, olmayan ülkedir.

Okurun yanlış bilgilenmesi ve haritayı açıp Shangri-La’yı araması pek mümkün…

Burada amacımız, Errata Erratum – Doğru Yanlış cetveline eseri yatırmak değildir.

Gözümüze takılanları aktarıyoruz, bir musahhihin kitabı söz konusu olunca, körle yatan şaşı kalkar misali bize de bu hastalık hafifçe atlatılacak nezle gibi bulaşıyor.

Bir evvelki kitabında ¨Lafa yekûn tutarsak!¨ diye sıkça kullandığı tekrarı, bu kez, bu çalışmasında sadece bir defa harcamış, ancak öyle anlaşılıyor ki bu sefer ¨Sanımca ve kanımca¨ ya kanı ısınmış olmalıdır…

Kemal Kırar üstâdın, bir vakitler İstanbul Radyosunda, rahmetli Şevket Rado’nun programı Eşref Saati’ni andıran bir söyleşi tarzıyla kaleme aldığı anektodlar, fıkralar, hikâye tadındaki söyleşiler ve kültür kırıntıları, şimdilerde sahaflık sayılacak, aranırsa bir iki büyük kütüphanemiz dışında bulunması epeyi zor görünen, Hayat Tarih Mecmuası’nda yayınlanmaya değer şeylerdir; her şeyden evvel usta bir kalemin elinden çıkmıştır.

Bu tarzın ustaları, hiç kuşkusuz ki, Reşad Ekrem Koçu ile Feridun Fazıl Tülbentçi rahmetliler idi…

Şimdilerde tarihin unutulmaya yüz tutmuş ve garip olaylarını aktaracak tarih yazarına pek rast gelinmiyor.

Üstat Kemal Bey, bu işi devam ettirirse, sanımca ve kanımca, bu yönde görülen eksiği dolduracaktır.

 _____________

Bildiğimiz Gibi Değil!
Kemal Kırar
A7 Kitap Yayınları,
120 sayfa, 2017 Mayıs

 

 

 

2102350cookie-checkTürk Entelektüelizminin Bir ¨Dandy¨ si

2 YORUMLAR

  1. serdar bey atmayın. ben yirmi yıl cumhuriyet düzeltme servisinde çalıştım ve emekli oldum. onun öncesi de var. nadir nadi bey hiçbir zaman düzeltmenlerin ne masasına ne odasına gelmiştir. benim edebiyatımızın iki baydar’ı yazımı bulup okuyun. nadir bey önümüzden geçerdi, selam bile vermezdi.
    selamlar.

    • Sayın Refik Durbaş Beyefendiye arz-ı hürmetle cevabımdır:
      Edebiyatımızın İki Baydar’ı yazısını okudum, Nadir Beye dair düşüncelerinizi de böylece öğrenmiş oldum.
      Ancak ¨atmadım¨, bizzat şahit olduğum sahneleri hatırlıyorum da öyle yazmıştım.
      Bir meseleye neresinden bakıldığına aittir her şey; açı meselesi…
      Tabii bir üçgenin iç açıları toplamı bir karenin iki açısına daima eşittir; bu da Pisagor teorisi…
      O vakitler Nadir Bey, sizin işgal ettiğiniz masanın hemen yanı başındaki açık alanda maroken iki koltuktan birine otururdu, oraya bir de serinlesin diye klima konmuştur, hatırlarsınız.
      Tam karşısında rahmetli Abdül ağbinin spor servisi, az ileride İstanbul Haber Servisi-Selahattin rahmetli, İhsan Onur beyler, Yalçın Pekşen ve Deniz Som’lar, Selim Yalçıner ve Mahmut Şenol, sonra tabii Şükran Ketenci [Soner], Kenan Mortan, Ümit Alemdaroğlu, daha pek çok isim… Ben de oralardaydım, şair baba…
      Masanızda oturan beyefendilerle oturduğu koltuktan Nadir Beyin âşık atışmasına benzer sohbet ettiğine de şahidimdir…
      Ama sizde aynı etkiyi yaratmamış olabilir, bunu da kim bilebilir?
      Bütün hepsini bendenizin, oralarda, on sekiz yaşında geldiği çıraklık zamanlarının heyecanına veriniz; affınızı rica ederek…
      Selamınıza bilmukabele ederim, efendim..
      SMS

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.