Tutsakmış ta, ne olmuş demiş birisine…

MP3 kulaklığını çıkarıyor, mağazanın vitrininde ki tişörtü gösteriyorsunuz  güzel  mi, klasik , sevecenlikle  klasiği de bilirmiş diyorsunuz,  tabii Tommy Hilfiger’e benzemiyor, kulaklığı takarken soruyor,  Blue’yu  dinledin mi, kalabalıkta yürümeye zorlanıyorsunuz, “hayır”, cep telefonunu açıyor, bu  Duncan, heyecanla sıralıyor nasıl da yakışıklı, İstanbul’da konser vereceklermiş, gidecek misin,  götürür müsün, lütfen, hayatta olmaz. Sakarya Caddesin’de çiçekçilerin önündesiniz,  Frezya , ilkbahar çiçeğidir Eylül’de  zor bulursunuz,  gülün yapraklarına dokunuyorsunuz, bakar mısın  pek  nazlı, elimi değmemle hemencecik soldu, ruhlarımız da böyledir bir kez zedelenmeye görsün düzelmesi yılları gerektir o yüzden  dikkat etmeli derken,  niye Frezya diyor, şimdi suçsuzluğumuzun, Frezyanın  zamanıdır diyorsunuz.


 “12 Eylül Darbecileri Yargılansın” sesiyle irkiliyor, ürperiyorsunuz telaşla bakınıyorsunuz, gözleriniz polis, asker arıyor, genç biri elindeki dergiyi sallıyor, duruyorsunuz, haydi geç kalıyorum, arkadaşlarımla Starbucks Coffee’de buluşacağız.Anlatabilir miyim bu sesi duymak için onlarca yıl beklediğimi ya da o anlar mı  geçmişte olanları, yapılanları.Cüzdanınızdan para çıkarırken sırası mı diyen bakışları,  hayatın yoğunluğunda, karmaşıklığında bazen  gerçekten yaşadık mı diye kuşkulandığınız,  anılarınız, arada karşılaştığınız arkadaşlarınız  olmasa inanmayacağınız, alıştığınız yirmi beş yıl, geçmiş üstünden. Çekiştiriyor, miting varmış, darbe yapılmıştı diye açıklamaya çalışıyorsunuz, annem söylemişti, sizleri hapise atanlara kızmıştım, yıllar önce şefkatle sarmalanmadığınızı bilirmişçesine, acılarınızı, kırılganlıklarınızı yok etmenin yolunu bulduğunu sanarak,  elinizi tutuyor. Korkmuş muydun, susuyorsunuz, 141-142 kaldırılsın demiştik, vatan, millet  için hapse attılar, ama diyor on dört  yaşın merakıyla bocalayarak , vatan hepimizin  yani her kes vatanını düşünür,  elbette çünkü burada yaşıyoruz, onlar yalnız biz severiz diyorlar, basitçe  komiklermiş diyor, istedikleri her şeyi yaptılar mı, her şeyi öyle ki gözlerinin renginden hoşlanmadıklarını bile tutukladılar, a.a.a.a, zaten oldum olası renkleri sevmediler, öyleyse  kapkaçın…, sözünü tamamlamasına izin vermeden saflığına, onlardan medet ummasına gülüyorsunuz,  ciddiyetini bozmayarak devam ediyor, haberlerde izliyorum, daha güzel ülke yapıp, Mars’a, Uzay’a insan gönderebilirlerdi,   zengin, özgür, bağımsız  ülke için uğraşsalardı  bir daha darbe yapmanın gerekçesini de yok ederlerdi, of, anlamadım  ne kadar da karışık, boş ver diyorsunuz.


Bir kuşağın gençliğinin isyanını, umutlarını  çalmalarını, ruhlarını yaralamalarını, geleceğe inançlarını sarsmalarını, kapalı kapılar ardında halk adına karar vermelerini, konuşmalarını,  sebebi, sonucu ve  sözde çözümü yaratmalarını, hesap sorulmayacağının bilinciyle, sakat bıraktıkları, astıkları, sakıncalı ilan ettikleri, sonunda dava bile açılmasına gerek görülmeyen  hiç uğruna tutukladıkları insanları  bu gün öğrensin istemiyorsunuz.


Her şey akıp giderken, vatanı düşünmekten sokaklarda, parklarda rahatça dolaşıp, ağaçların çiçeklerin kokusunu fark edememiş, onca sorumluluk arasında mutluluğu, sevgiyi tadamamışlardı. Hayatlarını, koridorlarının insanları üşüttüğü  büyük binalardaki odalarında “ bilgilerinizi ve gereğini arz/rica ederim”le biten evrakları imzalayarak tüketmişlerdi. Nedense ülkede her şey büyük  olmalıydı;büyük devlet, büyük bina, büyük devlet adamı, hukukçu, ordu,  bütçe ve büyük vurgun.Her ne yapılacaksa büyüklüğü şüphe götürmemeliydi. Devletin ve milletin  bölünmez bütünlüğünü korumak, vatanın işi, sorunları hiç bitmediğinden erkenden makamlarına koşmuş, astlarına   “buraya kendi fikirlerinizle girer, bizim fikirlerimizle çıkarsınız ” demişlerdi. Üç tarafı denizlerle çevrili  nadide ülkeyi badirelerden korumak, tetikte, devamlı uyanık kalmak, biteviye derin planlar yapmak  yormuştu ya,  yine de bizi izlemeye devam edin, az sonra, fragmanı altında;  kardeşi kardeşe vurduran örgütlerin, çetelerin kurulmasını, silahlanmasını, bilim adamı, yazar, düşünürlerin öldürülmesini, katillerin  kaçırılmasını,  korku salınmasını  engellememişlerdi. Vatandaşın güvenliğini sağlamakla görevli olanlar, huzurun olmamasına çabalamışlardı. Her şeyin en iyisini, doğrusunu, vatandaşa neyin gerektiğini bildiklerine inandıklarından, tek tip insan yetiştirilmesini, yeteneklerin köreltilmesini, farklılıkların yok edilmesini hedeflemiş, özgürlükten, demokrasiden  korkmuşlardı.Ömürlerince hesap vermediklerinden kendilerinin ve yandaşlarının refahının, yaşam kalitesinin yükselmesinin nedeni olan düzenin  değişmesi  aslında, onların zarar görmesini de beraberinde getirecekti.


 Bırakalım şeriat, komünistlik gelsin, bölünsün memleket nasıl da  yalvarırlar kurtarın, değerimizi ancak öyle anlayacakların bedeli; kanı, gözyaşını,“vatan  elden giderse”yi  yaygınlaştırarak,  gerçekleştirdikleri provokasyonları  önlemek adına, yapacaklarının acımasızlığı ve umursamazlığında, bir  gece,  halk uykudayken,  hüznün, hazanın  mevsiminde  Eylül’de yönetime el koymuşlardı.


Onca uğraşmaya beğendiremedikleri, vatanlarını sevdiklerine ikna edip inandıramadıkları, nasıl kanıtlayacaklarsa kanıtlayamadıkları, sustukları halde yaranamadıkları, ömrünce vatanında akredite olamamış halk darbeyi desteklemiş, ellerinde bayraklar sokaklara dökülmüş, tankları öpmüş, Allah başımızdan eksik etmesin demişlerdi. Birilerinin  adlarına, yerlerine düşünmelerindense  hiç usanmamışlardı. Kendilerine karşı darbe yapıldığı söylenenlerse sömürüsüz, savaşsız bir dünya, özgürlük, eşitlik ve barış dilemişlerdi.Yolsuzluk, yoksulluk, vurgunlar olmasın, gelir dağılımda adalet sağlansın  diye mücadele ederken;  anayasal düzeni cebren değiştirmekle, her şeyin  vatan hainliğinin kapsama alanına girebildiği ülkede bir kez daha vatan hainliğiyle suçlanmışlardı.Suçlarının tanımlandığı kavramların büyüklüğü karşısında isyan etseler, gerçek  halka meydanlarda anlattığınız değildir deseler de  dinleyecek, yazılarını basacak, savunacak kimseyi  bulamayacaklardı.Herkes tercihini yapmış, çoğunluk suça ortaklığı seçmiştir, diğerlerinin  etrafıysa  silahlı askerle donatılmış dernekler, sendikalar, siyasi partiler kapatılmıştır.


Artık, tutuklanan bir milyonu aşkın insanlardansınızdır, başınıza nelerin geleceğini bilemediğinizden, korkuyorsunuzdur.Okuduğunuz, filmlerde izlediğiniz, karşı çıktığınız  belki de o güne kadar anlamlandıramadığınız Faşizm buymuş; keyfiyetmiş, hukuksuzluk,  ondan olmasan yaşatılmayacağın dünyaymış dersiniz. Hitler’in çılgınlığı karşınızdadır, çocukları, evlerinden koparılanları, baskıyı, otoriteyi, ırkçılığı, 20 milyon ölüyü, savaşı, faşizme karşı direnişi örgütleyenlerin anlatıldığı “Wish Me Luck, bana şans dile” dizisini, romanlardaki kahramanların işkencedeki yiğitliklerini anımsayarak, yaşama  düşman olanlara  direneceksinizdir.Bedeninizin, gençliğinizin, iradenizin, düşüncelerinizin  geçeceği sınavı bir tek duvarlar ve siz bileceksinizdir. Sorguya ara verdiklerinde  gözünüzün önünde annenizin, ailenizin hayali vardır, halisülasyonlar başlamıştır, bazen  aileniz varlığından şüphelenirsiniz,  öylesine yalnızsınızdır ki  kimseniz yoktur. Kim bilir dışarıda neler oluyordur ve kim bilir buradan sağ çıkacak mısınız,  ya   5. kattan atarlarsa, öldürülebilirsiniz,  üstelik  kimseler “niye öldürdünüz” demeyecektir. Yanınızda dolaşan farelerin tıkırtılarına yaşadığınıza inanmanız için muhtaçsınızdır Onlarca cemse, ellerinde telsizler askerler tarafından gece yarısı evleriniz basılmış, yataklar dipçiklenmiş, eşyalar sağa sola atılmıştır, sobalarda yakılan, çuvallara konularak gömülen kitaplarınızı bulamamışlardır. Evinize kimler gelirdi diye üstelemiş, kardeşleriniz sorguya çekilirken, babanız çocuğum gizli örgüt üyesi değildir demiştir zira, deneyimlerinden Ülkede damgalanmanın yıllara sirayet edecek sürünmenin, aç kalmanın, işe girememenin nedeni  olacağından emindir. Demir parmaklıklara vurulan copların sesini duymamak için kulaklarınızı kaparsınız, bağırdığınız o sesler arasında duyulmaz, susamışsınızdır, canınız sigara çekmiştir, onlar paketler tüketerek spotlar altında;  fotoğraf ki sen misin, bir de afiş tutmuş, tanıdığınız tanımadığınız onlarca insanı “ neredeler” diye ha bire sormuşlardır,? Filistin askısı, elektrik vermeleri, kadınsanız tacize uğramanız hep karanlıkta yapılmıştır.Karanlıktan korkarken onların niye bu kadar çok karanlığı sevdiklerine, kendi  çocukları için  kaygılanır, sakınırken, vatanın çocuklarına yaptıkları onursuzluklara, ürettikleri işkence çeşitlerine anlam veremezsiniz. Kendinize moral vermek için söylediğiniz ” Sen ey partizan, büyüde baban sana idamlar, baskılar alacak” türkülerinin, şiirlerin  arasına “hani o bırakıp giderken, ey gözyaşım akmayacaktın” karışacak, nereden duyduğunuza, neden aklınıza geldiğine şaşacaksınızdır.


Canları istediğinde bırakılacaksınızdır, girdiğinizde kar yağmaktadır, çıktığınızda kirazlar olgunlaşmıştır.“Dağlarına bahar gelmiş memleketim” o an ne kadar da uzaktır. Anneniz sevdiğiniz yemekleri yapar, yatarken attığınız çığlıklar duyulur, karşınızda üniforması, yıldızlarıyla duruyordur, eliyle sizi işaret eder, suçlusunuz diye bağırken kahkahalar atmaktadır,  bir şeyler mırıldanmak istersiniz, “ asıl  siz suçlusunuz” sesiniz rüyada bile çıkmaz, ter içindesinizdir, telaşla lamba yanar, anneniz sarılır , elleriyle  ıslak saçlarınızı geriye tarar,  geçti  evdesin der, ikna olun diye tekrarlar evdesin, kucaklar,  annenizle birlikte, ellinizden hiç bir şey gelmemesine, içerdekilere, ölenlere, asılanlara , çaresizliğinize ağlarsınız. İsyan eder, haksızlık bu derken, her zaman söylediğini “ülkeyi düzeltemezsinizi,  böyle gelmiş böyle gideri” beklerken “buna da şükür öldürülebilirdin, yaşıyorsun”u duyarsınız.Biliyor musun,  içerdeyken,  birisi, görünmüyor nerede diye sordu, hapiste olduğunu duymuş  “benim çocuğum, hırsızlık yapmadı, kimsenin malına el uzatmadı derken sinirlenip, evet, tutsakmış ta ne olmuş” dedim. O birisinin  adının sizi nasıl inciteceğini, yıkacağını, çocuğunun  acımasızca yargılanması karşısında otobüsün çarpmasından son anda kurtulduğunu, gözyaşlarını, babanız  anlatmasa da  öğreneceksinizdir. Geçinmenize yetmeyen maaşını  sağ olduğunuzun haberini almak için emniyetteki, sıkıyönetim mahkemesindeki, askeri cezaevindeki  odacıya, polise, müdüre, askere diğer görevlilere  rüşvet diye verdiklerini, komşuların selamı kestiklerini, insanların muhbirleştiğini, kızdıklarını, hoşlanmadıklarını “ komünist, devrimci, solcu, terörist” diyerek ihbar ettikleriniyse sonraları anlatacaklardır. Sokaklarda daha dün birlikte çay içtiğiniz arkadaşlarınızın, akrabalarınızın resimlerinin bulunduğu aranıyor afişlerine, her köşe başındaki tanklara, silahlı askerlere, istihbaratçılara aldırmadan özlemle bakarsınız.Yaşama sevinciniz kaybettirilmiştir,  ülkenin sınırları artık sizin için hapishanenin parmaklıklarıdır.


Acaba,  yıllar sonra, asıl aşağılanın insana yapılmayacakları yapanlar olduğunu kavrayabilmişler midir.?Kendi vatandaşlarına karşı  nasıl bir kin, nasıl bir ölüme öldürmeye sevdadır, nasıl bir düşmanlıktır bıyığı terlememiş çocuğu astırmak.Nasıl bir kendini inandırmışlık, nasıl bir duygudur ki  uyuyabilmiş, vicdanları sızlamamış, yaşamlarına olağanlığında devam etmiş, hala akıl vermeyi , medyada yer almayı, kitlelerin önüne çıkmayı, sürdürebilmişlerdir. Gelişmiş ülkelerde bırakın sokağa çıkmayı, beyanat verebilecekleri ve o beyanatların gazetelerde yayınlanabileceği olasılık dahilinde midir.? Atatürk’ün Cumhuriyeti gençliğe emanet ettiğini, devrimlerinin bekçisi olduklarını durmadan her fırsata açıklayanlar, bir kuşağı yitirir,  tüketir , harcarken o  sözleri kendi bakış açılarına göre mi yorumlamışlardı.? Yaşayamadıkları gençliğin, dostluğun, tutkunun, özgürlüğün, demokrasinin, paylaşmanın, ideale inanmanın, tartışmanın, gülmenin, aşkın başkalarınca yaşanmasını mı kıskanmış, kabullenememişlerdi.?Tüm savunmaları insanın yaşam, düşünce hakkının ihlalinin gerçekliğinde kaybolmaya mahkumken, tarihiyle yüzleşmeyi bile hep öteleyen bir toplumda, insanların kendileriyle yüzleşmelerinin zorluğuna, halkın belleğinin zayıflığına güvenle sanıyorlar ki, Vatan adına vatandaşlarına, 16-18-20 yaşındaki gençlere tüfekleri, topları, işkencecileriyle reva gördüklerini,  travmaları, hep yaptıkları gibi  hiç olmamışçasına  gizleyerek, kapatarak tarihin sayfaları arasına koyabilecekler. Yaptıkları resimleri onlarca para vererek alanların, o  resimlere bakarken ardında yüzlerce yüzü, yok edilen hayatları, parçalanan ruhları, umutları görmediklerini bildiklerinden öyle düşünmektedirler. Oysa,  hatırlamaz gömerseniz, bu insanın utancı olmayacak mıdır?


 Neyin var, sesleniyorum, duymuyorsun, dalmışım diyorsunuz, beni saat altı gibi alabilirsin. Onun arkadaşlarının koluna girmesini, yüksek sesle konuşmaya başlamasını, dolaşan gülen  gençleri, el ele tutmuş sevgilileri, çocukları, yaşlıları seyrederken, Ülkede, bir kuşağın daha aynı acıları çekmesine dayanamayacağınızın farkındasınızdır.
Yıllar, yıllar  sonra yapılacak iadeyi itibarlar; yaşamlarını yitirenlerin ailelerinin dışında kimselerin yüreğini sızlatmayacakken, mezar taşındaki “ister çırpın dur balık misali karada, ister bağır dur, ah ister ye için için kendini, dert misali, sevda haram misali, başlayan ve biten sevgi misali.” şiiri,  ağıtlar, neden, niye o zaman  sorusuyla bitecek, suçlarıysa,  tarihe, on yıl  sonra doğmamak olarak yazılacaktı. Yaşasalardı, ölmeselerdi, öldürülmeselerdi her biri mesleğinde başarılı olacak, aileler kuracak, onlarca insanın yaşamlarını  kimler yüzünden yitirdiklerini bilmenin yüreklerdeki çığlığını, burukluğunu,  yalnızca  aynı sonu paylaşan  yeşermeyecek yakılmış ağaçlar,  kardelenler, frezyalar anlayacaktı.


Merak ediyorsunuzdur hiç Frezya resmi yapmış mıdır ? Şimdi, onların akredite olma günü, Eylül zamanıydı ve daha yapraklar solmamıştı, üşürsünüz.




07/09/2005

692330cookie-checkTutsakmış ta, ne olmuş demiş birisine…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.