UKRAYNA’DAN… Gagauzlar’da Paskalya Bayramı

Şehir hayatı insanı daha da olgunlaştırır ve sıkı bir disiplin içerisine sokar. Metroya bindiğinizde; insanlar tıpkı karınca gibi bir taraftan trenden  inerken, diğer taraftan binerler ve kimse de ters istikamete geçmez veya kimse kimsenin yoluna, önüne geçmez, bunun için de; aksi takdirde düzeni o kalabalığın içerisinde sağlamak ta, bozmak ta adeta mümkün değildir.

Tabii ki 5 milyona yakın bir nüfüsa sahip olan Kiev şehrinde böyle olması da doğaldır. Diğer yandan şehir insanı saatinde işine gider ve saatinde de çıkar, tam zamanında sabah kahvaltısını yapar ve akşam yemeğini yer, kendi dairelerine, tıpkı dört köşeli kutulara girer gibi girip, dinlenmeğe çekilir ve ertesi gün de aynı çark dönmeğe başlar. İşte, Kiev’deki şehir hayatı hakkında çok daha uzun bilgiler vermek ve anlatmak  mümkündür. Fakat bizim konumuz bu  şehir hayatından uzaklaşmak ve doğa ile başbaşa kalmak, baharın tüm kokularını  içimize çekmek ve sevdiklerimizle başbaşa olmak olduğu içindir ki..

Paskalya Bayramı hazırlıkları bir hafta önce başladı Ortodoks – Hıristiyan dünyasında. Bu yıl ki bayram da tam 23 Nisan gününe denk geldi. Ben de annemi, babamı, kardeşlerimi, dost ve akrabalarımı görmek üzere; doğduğum Dimitrovka köyüne gitmek için yola çıktım. Evdekilerine bayram hediyelerini çantama koyup, içinde bulunduğum şartlar, bana iki gün kalma imkânı  verse de; o coşkuyu yaşamaya değer diye düşündüm. Çünkü annemin de söylediği gibi, uzun yıllar ülke dışında olduğumdan dolayı Paskalya Bayramını tam 15 yıl onlarla birlikte kutlayamamış ve onlar da bunun üzüntüsünü yaşamışlar…

Ben de uzun yıllar aynı özlemi taşıdığım içindir ki; Kiev-Odesa trenine bilet alıp çantamla tren istasyonuna gittim. Eski Sovyetler’de ulaşım aracı olan tren istasyonları ve trenler çok  gelişmiş ve en kolay ve ucuz araç olarak da sayılırdı. Halen de öyledir. Vilâyetimiz Odesa’ya otobüsle gitmeğe kalksanız birkaç kuruş daha fazla ödemeniz gerekecek, halbuki trenle yatma , uyuma imkanlarını da var. Trenler iki şekilde olur-birincisi dört kişilik yer var ve kapıları kapanmaz, yani açık şekilde (plaskart), diğeri de kapılari kapalı (kupe) ve yine ya iki kişilik veya dört kişilik yerler. Fiyat çok cüzi miktarla fark eder. Bizim vagondan sorumlu olan bayan yanıma gelip biletimi aldıktan sonra herkese poşetlerin içerisinde kapalı en üst rafta duran yataklara serilecek   olan beyaz nevresim takımlarını ve birer de havlu getirdi. Ben de bunları alıp yatağımı hazırladıktan sonra daha iyi istirahat etmek için bana verilen numaralı yerime uzandım ve bazen o doğanın uyanışını seyrederken, bazen elimdeki kitabı okudum, bazen de aynı bölmede olan komşularımla tanışıp tatlı tatlı sohbete daldım.

Geceye doğru ise herkes sessizce yerine yattı ve sabah saat 5.50 de Odesa vilayetine varmış olduk. Sabahın o ilk aydınlanmasıyla yani gün ağarmasıyla birlikte hemen yakınında olan otobüs garına gittim. Köyümüze gitmek için daha tam 5 saate katlanmam gerekirdi. Otogara varır varmaz; benim için çok doğal olan ve tüm vücüdümü bir sevinçle kaplayan ana dilimde konuşan birkaç kişiyi gördüm. Köyümüzdeki insanları da görüp hemen dolmuş boyutlarından biraz büyük bir otobüse bindik. Ben köyümüze gitmeyeli otobüs sefer sayısı da değişmiş, oraya  vilayetten günde tam 5 otobüs gidiyormuş… zaten gençlerin birçoğu da vilayette umutlarını arıyor,  burada iş bulup kalıyorlar ve yuva kuruyorlar…

Bayramdan dolayı gençler köye dönüyor ve bayramı kutlamak için sabırsızlanıyorlardı. Otobüste genellikle gagauz ve bulgar milletinden insanlar vardır. Yani Odesa vilayetinin güney  kısmında diğer yazılarımda da yazdığım gibi köylerin birçoğu gagauz ve bulgarlardan oluşur.

Yolda giderken rus ve yabancı müziklerinden gençler bıkmış olacaklar ki, fırsat buldukça bazıları cep telefonlarına yükledikleri gagauz müziklerini çaldırıyorlardı. “türkülerim , türkülerim, dizçökerim karşınızda, haydi kadıncayı sökelim, uzaktan geldim ben, taa aşırıdan..” mısraları hemen dudaklarımın ucunda mırıldanılıverdi… ana dilinde müzik ve sözleri duydukca  devleti olan ve ana dilinde serbeste konuşan insanlara tatlı bir gıpta ile bakar ve “lütfen bunun kıymetini bilin, sizin koskocaman devletiniz var, dilinizi istediğiniz gibi kullanabilirsiniz, geliştirebilirsiniz, istediğinizi her yerde ve her an dinleyebilirsiniz” demesi geliyor içinden…!

Evet bu güzel hava içerisinde ve uzun zaman görmediğim ve kendisi de köyümüzün kültür evinde yıllarca akordionda milli havaları çalan, şanı şöhreti olan Vasiliy amcamla konuşa konuşa nasıl vardığımızı bile farketmedik. Köye girdiğimizde ayıldık.

Bayram hazırlıklarının iki hafta  öncesinden belli olduğu apaçıktı. Pazar günü olacak olan bayram için Cuma günü son rütuşlar atılıyordu. Herkesin taştan yapılı evlerin dışarıdan badana boya ile boyanmış, evin etrafını saran yine taştan ve demirden olan sokak tokatları (kapıları) yeni ve genellikle yeşil ve mavi renkler ağırlıklı boya ile pırıl pırıl parıldıyordu. Gagauzlar bayrama hazırlanıyordu. Bu tür zamanlarda hiç kimseyi sokakta aylak (boşu boşuna) gezdiğini  görmezsin, sokakta olanlar ise  o anda bir iş için evin etrafında dolaşanlardır mutlaka. Hatta çocuklar da evdekilerin yanında yardım ediyorlardır.

Otobüsten inip evime doğru yol tuttum. Dimitrovka adındaki köyüm 5-6 bin nüfuslu bir köy. Tüm köylerde olduğu gibi bizim de köyde gençlerin gidebileceği kültür evi, disko, muhtarlık binası, insanların gönül yardımı ile yeniden yapılan hastahane, lise sona kadar olan okul ve bir dizi süpermarket boyutunda dükkan var. Ve bu dükkanlar da köyün merkezinde olduğu gibi hemen hemen köyün bir çok sokağında bakkal şeklinde mevcuttur. Yani köyümü bayağı özlediğimi hissettim birden bire…yolda gördüğüm ve uzun zaman köye gelmediğim için yüzlerini tanıyamadığım insanlar gagauzca “Tudora sefa geldin! Seni özledik, oseydı (yoksa) bizi unuttun mu?!” diyenlere selam verip evime vardım.

Evdekilerle kucaklaştıktan sonra anamın yemeğini yedim, zaten anacığım benim sevdiğim yemekleri hazırlamış beni bekliyorlardı. Biraz dinlendikten sonra hemen işe koyuldum, çünkü o gün artık  haftanın sonuydu ve yapılacak iş vardı. Annem:”hadi kızım bağa çık ve biraz temiz hava al ve bir de fasülyeyi ek, kasaba o kitapların başında durdukça beynin yoruldu” dedi ve elime bir kazma ve bir kapta fasülye tutuşturup kendimi bağımızda buldum..

Paskalya Bayramı genellikle üç gün devam eder ve ardından da diğer hafta da Küçük Paskalya başlar, 6 Nisanda ise Hederlez yanı Hıdır İlyas bayramı da var. O nedenle insanlar bağ – bahçedeki ekilecek olan mahsulleri toprağa ekmeğe çalışırlar. Toprak doğa ile uyandığı için her şeyin vaktinde olmasına dikkat edilir. Bir hafta önce Mart ayının dokuzunda da oldu gibi ilk başta mezarlıklar ziyaret edilir ve onların etrafı temizlenir, yeni çiçekler ekilir, mezar taşları temizlenir, etrafları badana boya yapılır. Daha sonra da evdeki eşyalar dışarı çıkarılıp evlerin içi temizlenir. Evin ertafında tüm işler tamamlandıktan sonra herkesin bahçesinde varolan meyve ağaçları badana ile kireç yapılır. Hatta ağaçlarda parazit  böceklerin oluşmaması için ağaçlara kükürt serpilir.

İşte bana verilen görevi yerine getirdikten sonra bahçemizde tüm meyvelerden olan ağaçları (vişne, kiraz, armut, şeftali, elma, erik, zerdali) badanaladım ve akşama kadar bayram hazırlıkları ile ugraştım. Tabii ki akşam olduğunda tüm kemiklerim sızlar, yatağı gözlerimle aramaya başlamıştım….

Ertesi gün erkekler genellikle bayram için evin etrafında varolan son rütuşları atarken kadınlar bayram yemeklerini hazırlamaya başlarlar. Bayramın en önemli ekmek türü olan paskayı genellikle  anneler akşamdan hamur yoğurup bayramın son günü fırınlarda pişirirler.  Onun, o lezzetli ve tatlı kokusundan tüm köy adeta bir kuru pasta kokusu ile kokmaya başlar. Tabii ki paskanın yanına mutlaka boyanmış yumurta gerek. Yümurtalar genellikle kırmızı, sarı, pembe, yeşil renklere boyanır ve üzerlerine bazen desenler yapılır. Daha sonra kuru köfte, etle hazırlanmış soğuk paça(gagauzlarda paça don şekilde, paçalanmış haliyle yenir), sütlü pirinç, sıcak sulu yemek , tatlılar vd.yemekler  pişirilir. Bu hazırlıklar yapıldıktan sonra gece yarısı genellikle kadınlar köyün kilisesine “paska okutmaya “giderler. Gece yarısına az kala papaz kiliseden dışarı çıkar ve kiliseye gelenlerle kilisenin etrafını üç defa gezerler daha sonra da sabahın ilk şafağına kadar kilisenin etrafına koyulmuş olan paska ve yumurtalarla donatılmış olan yemeklerini papaz dolaşıp üzerlerinde dua okur. İlk ışıklarla kilseye gelen insanlar evlerine gider ve sofraları kurarlar.

Paskalyadan önce insanlar yılın en büyük orucunu tutar ve tam 48 gün ancak bitkisel yemeklerle beslenirler. Yani yemeklerini ayçiçek yağı ile hazırlayıp yumurta, peynir, et, tüm süt mamüllerini yemeklerinden çıkarırlar.

Bayram sabahı ise annem bir tabağa biraz ılık su koyar ve içine bir tane kırmızı bir tane dea beyaz yumurta salıverir. Halk inancına göre ailedeki erkek çocuklar beyaz yumurta ile yüzlerini yıkarlar ki akapak olsunlar, kız çocukları ise kırmızı ile de yanaklarını yıkarlar ki al yanaklı olsunlar diye. Daha sonra da haç çıkarıp gagauz dilinde “Ayoz (aziz) Allah, ayoz kuvvetli, ayoz ölümsiz, hayırla bizi!” duasını sabahın gündoğdu yerine karşı dua ederler.

Sofraya oturduktan sonra “ya Allahım sen büyüksün , gel bizimle sofraya, bizimle paskalleyi sen de aç” sözleri söylendikten sonra aile büyügü “ İsus ( İsa Peygamber) doğdu! Sofrada olanlar da “akına doğdu!” diye cevap verirler.

Yemekler yendikten sonra sülaledeki büyüklerin evlerine gidilir. İşte ben de anneanneme gidip onun elini öptüm. Zaten ailedeki yaşı küçük olanlar büyüklerinin ellerini öperler.

Bu sırada da küçük yaşta çocuklar ev ev gezip “yumurta gezme” geleneğini gerçekleştirirler. Evin sokak kapısına gelip bir ağızdan “Hrıstoz doğdu!”diye söylerler ve evin iyeleri onlara şeker ve renkli boyanmış yumurta çıkarıp verirler. Daha sonra da çocuklar bir yumurta şeklinde 10 santim derinlikte ve bir metre uzunlugunda, 50 santim genişliğinde bir çukurcuk kazarlar ve yumurta oynamaya başlarlar. İlk önce o çukura bir yumurta koyulur ve daha sonra oyuna katılanlar çukurda olan yumurtaya dokunmaya çalışırlar, o nedenle birer birer yumurtaları çukura bırakılır.  Dokunan kazanmış oluyor ve yumurtayı alır.. Bu kaybolmayan oyun tarzını halâ yaşandığını görüp çok sevindim ve çocukların hemen resmini çektim. Demek ki, bizim çocuklarımız oyunlarımızı unutmuyor , kimliğimiz de bir şekilde yaşatılıyor!

Evet, evden ayrılmak vakti geldiğinde gözlerimde bir ayrılık hüznü ve ailemle geçirdiğim bayram coşkusu, mutluluğu vardı..

Dönüşte yine tren sesleri ile kitabımı okumaya dalmıştım ve zamanın nasıl geçtiğini anlamamış olacağım ki;  birden bire   trenin kapılarının açılmış olduğunu ve Kiev’e varmış olduğumuzu gördüm. Metroya girmek için insanlar sabahın saat 6’sının olmasını bekliyorlardı. Ben de o sıraya girip şehrin köye göre daha sert olan havasını hissetmeğe başladım…

Kalın sağlıcakla. Şen olun!

*Doç. Dr

1614020cookie-checkUKRAYNA’DAN… Gagauzlar’da Paskalya Bayramı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.