Uğur Bal arkadaşımın erken ayrılışı

Doç. Dr. Uğur Bal Arkadaşımın Aramızda Erken Ayrılışı

Otuz beş yaş! Yolun yarısı
Dante gibi orasındayız ömrün
Delikanlı çağımızdaki cevher
Yalvarmak yakarmak nafile bugün
Gözünün yaşına bakmadan gider

Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuz beş Yaş şiirinde işlediği delikanlının ölümü sanki Uğur Bal kardeşimi anlatıyor. “Her ölüm erkendir” ifadesini gerçekten Uğur Bal için kullanıyoruz. Kendi kendimizi teselli ediyoruz. Ancak bazı ölümler var ki insanının teselli olması mümkün değildir.
Bir gün varsın bir gün yoksun. Dün gibi ilk İngiltere’ye doktoraya yapmaya gittiğimiz gün. Bizler gibi YÖK yasasına göre bizden önce gelen Bahçe Bitkileri bölümlerinden Uğru Bal’ı, Naci Onus, İbrahim Demir ile tanıştık. Ben de Ümit Ünal ve rahmetli Yeter Canıhoş ile birlikte gitmiştik Reading Üniversitesine. Naci Onus Çukurova Üniversitesinden mezun olduğu için önceden gıyaben tanıyordum. Uğur Bal’ı aralıklarla görüyor konuşuyorduk Ancak ilk defa Reading Üniversitesi Türk öğrenci derneği seçimleri esansında daha yakından tanıma şansına sahip oldum. Dernek yönetimine Uğur Bal aday olmuştu, bir başka arkadaş grubu bir şekilde seçimin yapılmamasını veya anlayamadığımız bir çekinceleri vardı. Uğur ve diğer arkadaşları aldık benim kaldığım yurdun salonuna giderek biraz farklı bir ortam yaratarak süreci geçiştirmeye çalıştık. Ülkemizin yurtdışındaki temsilcileri olarak hem çalışır hem de eğlenirdik, hem de ülkemizin sorunlarını konuşurduk. Güzel günler ve anılar geçirdik hep beraber arkadaşlarımızla.
Öğrenciler arasında dayanışmayı artırmak ve bir araya gelmeyi sağlamak için Londra’dan getirttiğim yiyecekler ile zaman-zaman “Mevlana” şenlikleri adı altında kuru fasulye-pilav yemeklerinde kaldığım yurtta hazırlardım. Zaman zaman da morali bozuk olan ve yeni gelen arkadaşlara yemek yapar beraber yerdik. Sosyalleşmek için bu şekilde arkadaşlar bir araya gelir konuşur dertleşirdik. Uğur’ da sohbeti ve görüşleri olan bir arkadaşımızdı. Yakışıklı, sevilen ve sayılan bir arkadaşımızdı. Uğur çok nazik bir beyefendi olarak gördüm ve bildim. Uğur Reading üniversitesi öğrencileri arasında da tanınırdı. Bölümünde de sevildiğini duyardım.
Batıda doktora derecesine çok önem verilir. Doktora unvanı alan kişi gerçekten çok önemsenir onun için sınavları çok ciddi yaparlar. Tarım biliminde Biyoteknoloji doktorası yapıyordu. Konusunda iyi ve çalışkandı. Uğur doktora sınavının nedenini tam bilmediğim bir bölümde ciddi eleştiri almıştı. Çok gururluydu, kendinse yapılanları kabullenemedi. Türkiye döndü. Sonra geri geldiğinde ben de doktorayı bitirmek üzereydim. Son geldiğinde onu karşılamıştım. Bir gece misafir etmiştim. Yeniden tezini yazmaya başladı ancak canı sıkkındı. Nihayet olmadı ve belirli konulardaki taviz vermez tutumu nedeniyle doktorasını İngiltere’den tamamlayamadan Tekirdağ Üniversitesine dönmek zorunda kalmıştı. Hak ettiğine inandığı çalışmasının karşılığını alamaması çok ağrına gitmişti. Son derece duygusal olduğu için bu sürece çok içerlenmişti. Gerçekten o dönemde çoğumuz doktorada zorlu süreçler yaşamıştık. Yurtdışına YÖK yasası ile giden öğrencilerin %20-30 arasında başarısız olarak döndüğüne dair bir rapor okumuştum. Ancak Uğur gerçekten çalışkan ve doktorayı hak edecek arkadaşlarımızdan biriydi. Hepimiz o zaman bu olumsuzluğa bir anlam vermemiştik.
Çok sonraları Prof. Dr. Kazım Abak hocanın yönetiminde Çukurova Üniversitesin, Ziraat fakültesi, Bahçe Bitkilerinde doktoraya başladı. Arkadaşı olarak her konuda yardımcı olabileceğimi, laboratuarımı kullanabileceğini teklif etim. Çok zorunlu bir iki kimyasal gereksinimi dışında bir şey istemedi. Dediğim gibi çok hassastı. Ben de bu durumunu bilerek çok nazik yaklaşıyordum. Çukurova Üniversitesinde de çevresi tarafından sosyal ve sevilen bir arkadaşımızdı.
Doktora sonrası Avusturya’da ve Norveç’te çalışmalar yaptı. Namık Kemal Üniversitesi’nde DPT’den yeni desteklenen projeyi yürütmeye çalışmaktaydı. Kim bilir kafasında neler vardı yapacak. Yani tam ülke için güzel şeyler yapmak ve daha fazla üretecekken bu şekilde gitmesi çok üzücü. Biyoteknoloji konusunda ülkemizde sınırlı bilim insanının olması nedeniyle ölümü ülkemiz içinde bir kayıptır. Bir ülkenin kalkınması beyinlerinin gelişmişliği ile özdeştir. Maalesef bilim insanımızın önemini ve kıymetini bilemedik ve bilmiyoruz.

Çukurova’dan ayrıldıktan sonra görüşemedik. En son doçent olduğunu öğrendiğimde çok sevinmiştim. Akdeniz Üniversitesinde görev yapan Prof. Dr. Naci Onus Uğur’dan sonra gelmişti Reading’e, Uğur hepime ilk geldiğimizde yardım ettiği gibi Naci hocaya da yarım etmişti. Naci ondan önce profesör oldu. Sonra Uğur’un doçentlik jürisinde görev aldı.

Sonra amansız hastalığı, geçirdiği operasyon ile iyileşeceği beklenirken ve nihayet 26 Ocak 2012 tarihinde aramızdan ayrılışının haber duyuruldu. Dostları arkadaşları gerçekten çok üzgün.
Uğur’un ölümü üzerine daha önce kaybettiğimiz arkadaşlarımda yaşadığım sorgulama yeniden başladı. Nasıl oldu dün birlikte yad ellerinde birlikte güzel günler geçirdiğimiz eğlendiğimiz, güldüğümüz arkadaşımıza ne oldu? Nasıl bir şey bir anda var olmak ve yok olmak. Yaşadığımız dünyada hepimizin ölümlüyüz. Ölüm Allahın emri ayrılık olmasaydı” diyor ozan. Ölülerin bir kısmı bize çok yakın iken bazı yaşayanlar ise bir o kadar uzak. Günlük hayata iyi kötü günler geçiyor. Ancak insan bir birine yakın olmasa da varlığını hissetmek de önemli.

Yunus Emre ölümü şöyle tanımlıyor;
Ten fânidir, can ölmez
Çün, gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür
Canlar ölesi değil

Evet, ten ölür.
Uğru kardeşimizin anıları beynimizde canlılığını koruyor. Ölümü kabullenmek kolay değil. Bir gün karşıma çıkar gelir gibi bir his var. Bugün düşünüyorum eğer şansım olsaydı herhalde sevdiklerime o zaman daha çok zaman ayırırdım diyorum. Gerçekten yterince ilgi ve sevgimi gösterebildim mi diye kendi özümü yoklamaya çalışıyorum. Ancak şimdi ah keşkelerim ile yaşıyorum sevgili arkadaşımsımızın arkasından.
Ölümün arkasından ne söylesek boş. Uğru arkadaşımız aramızdan ayrıldı gitti geride anıları kaldı. Zaman tüneli yolculuğu insanı teselli etmiyor. Tam tersine canını sıkıyor. Hele bir de aramızdan ayrılan genç olunca anlamakta zorluk çekiyor insan.
Fazıl Hüsnü Dağlarca diyor ki “İnsan nasıl ölebilir, Yaşamak bu kadar güzelken?” Evet, kimse isteyerek ölüme gitmiyor ancak ölüm genç yaşta arkadaşlarımızı birer birer aramızdan alıp götürüyor. İngiltere’de birlikte doktora yaptığımız Yeter Canıhoş öldüğünde beni aramıştı. Geçirdiğimiz güzel günleri konuşmuştuk. Şimdi Yeter’de, Uğur’da yok artık. Kim bilir yarın hangimiz onlara katılacağız.
Ülkeleri için, bilim için çalışan sınırlı sayıdaki arkadaşlarımızın aramızda erken ayrılması canımızı yakıyor. Ne yapılım ki elden bir şey gelmiyor. Ölüm kaçınılmaz anlıyorum bari genç arkadaşlarımıza yaklaşmasa. Mahmut Sayın, Harun Köksal, Yeter Canıhoş, Müşerref Atlı, Faruk Özgüven, Ahmet Can Ülger hocalar genç yaşta kaybettiğimiz hocalarımız. Her birinin ayrı bir değeri ve hikâyesi var. Acımız büyük, acı paylaşıldıkça azalır. Uğur arkadaşımızın acısını sizler ile paylaşmak istedim.
Nur içinde yatsın.

*Prof. Dr. İbrahim Ortaş,
Çukurova Üniversitesi,
[email protected]

758770cookie-checkUğur Bal arkadaşımın erken ayrılışı

1 Yorum

  1. Bugun Tubitak toplantısında gene Reading üniversitesinde MA, doktorasını yapan Ramazan hoca’dan duydum Uğur arkadaşınmızın zamansız vefatını. inanasım gelmedi ama dogruymuş. en son bir juri icin Namık Kemal üniversitesine gittigimizde gorusmuştuk 2008 veya 2009 idi. cok uzgunum. mekanı cennet olsun

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.