Uygar insan yaşamı

Uygarca bir yaşamın kapısından girebilmek için öncelikle eleştiri ahlakını edinmemiz gerekiyor. İnsanların burunlarından kıl aldırmadıkları bir toplumda uygarca yaşamak bir düş bile değildir. Eleştirmeyi ve eleştirilmeyi bilmek, süslü örtülerin altına gizlenmemek, hep açık olmak uygar insanın baş özellikleridir. Hiçbirimiz eksiksiz değiliz, hepimiz yanlışlar yapabiliyoruz. Bizim en büyük yardımcımız başkalarının bizim yapıp ettiklerimizle ilgili görüşleri olacaktır. Eleştiri kadar özeleştiri de önemlidir. Bizim başkalarından önce davranıp kendimizi eleştirmemiz beklenir. Kendini eleştirmeyi beceremeyen adam başkalarından gelecek eleştiriyi kaldırabilir mi? Bizim toplumumuz dıştan bakınca hiç yanlış yapmayan insanların toplumudur. Sinsiliklerle yürüyen ya da yürüdüğünü sanan siyasal yaşamda bile yanlış diye bir şey sözkonusu değildir.

Uygarca bir yaşamın kapısından girebilmek için tembelliği de bırakmamız gerekiyor. Bu garip toplumun üyeleri olan bizler tembel olduğumuzu kabul edersek yaşamla daha sağlıklı bağlar kurabiliriz. Bizim insanımız en çok bir yüksek okul bitirecek kadar çalışkandır ve bir yüksek okul bitirmiş kişi kendini kültür düzeyi yüksek biri diye görebilir. Oysa bize verilen okul eğitimi bizi üst düzeyde bilinçli kılmadığı gibi bilinç bozucu özellikler de gösteriyor. Bir yüksek okul bitirmiş kişi eğitimin sonuna geldiğini ve eğitim açısından artık yapacak bir şeyi olmadığını düşünen bir yarı aydın örneğidir. Bu yarı aydın olma durumu kişisel ve toplumsal düzeyde bilgi açısından sayısız sorunlar yaratırken ahlak açısından da köklü sorunlar yaratabiliyor. Gerçek anlamda ahlaklı insanlar iyi eğitilmiş insanlardır. Bozuk bilinçle yüksek düzeyde ahlak sahibi olmanın bir düşten başka bir şey olamayacağı kesindir. Bu durumda kişilerin canla başla kendilerine yönelmeleri, kendilerini hiç acımadan eleştirmeleri ve kendilerini oya işler gibi yeni baştan kurmaları gerekiyor. Toplumun çeşitli kurumlarında fikir üretmekle yükümlü seçkin insanların görüşlerine bir göz atmak bile bu alanda ne büyük bir eksiklik hatta gerilik içinde olduğumuzu açıkça ortaya koyacaktır.

Uygarca bir yaşamın kapısından girebilmek için küçük insan korkularını da içimizden atmamız gerekiyor. İnsanımız tüm tehlikelerin uzağında yaşamak istiyor ve bunun için becerebildiği kadar silikleşmeyi ve bu arada kendine kapanmayı öngörüyor. Bu da yetmiyor, tam anlamında esenlikli bir yaşam için ahlakın sınırlarını iyice zorlayan tutumları benimsiyor. Korkaklığın en belirgin biçimde kadın erkek ilişkilerinde ortaya çıktığını görüyoruz. Yaşamın ağır koşullarından korkan kadın olura olmaza evet diyecek duruma geliyor, en uygunsuz adama yaklaşıyor, ona gönül vermiş gibi yapıp kendine ömür boyu sürecek bir saçak altı yaşamı sağlamaya çalışıyor. Korkularımız bizi sürekli olarak ödün vermek zorunda bırakıyor, inanmadığımız görüşlere inanmış görünmek gibi çirkin durumlara düşmemize yol açıyor, iki paralık insanları yerden eteklemek gibi küçülmüşlüklere itiyor, insafsız avcıya hizmet etmek gibi yüz kızartıcı bir durumu kendimize yakıştırmamıza kolaylık sağlıyor.

Uygarca bir yaşamın kapısından girebilmek için paylaşmayı bilmemiz gerekiyor. Biz birine küçük bir bilgi vermeyi “paylaşma” diye adlandırıyoruz. Sizinle bir bilgiyi paylaşmak istiyorum gibi sözler söylüyoruz sık sık. Oysa uygar dünyada paylaşmak daha başka bir şey olmalı. Birilerine vaktimizi emeğimizi gerekirse ve varsa paramızı hiç karşılık beklemeden verebiliyor muyuz? Eskilerin dediği gibi insanımız nefsi nefsine yaşamayı seçmiş görünüyor. Oğul babanın malını çarpmaya, baba oğlun emeğini sömürmeye, yeğen dayıyı kazıklamaya, amca yeğeni kafakola getirmeye yeltendikçe yaşam bir “doğal durum” görünümü alıyor. Bilgisini bile kıskanan insanlar gördük, bir yemek tarifi bile vermek istemiyorlardı.

Uygar yaşamın kapısından girebilmek için düşünceye özellikle felsefi düşünceye ağırlık vermek gerekiyor. İnsanımız okumayı yazmayı düşünmeyi sevmiyor, ama saatlerce noktasız virgülsüz konuşmayı biliyor. Sizi dinlemiyor ve durmadan konuşuyor. Siz de onu dinlemiyorsunuz ve durmadan konuşuyorsunuz. Konferans dinlemeye gelmiş adam kulaklarını kapamış oturuyor, uyukluyor bir köşede, konferans bitse de soru soruyorum ayağına görüşlerimi bildirip salondakileri kendime hayran bıraksam diye bakıyor. O bu salona aynı amaçla gelmiş olanların yalnızca bir tanesidir ve belki de kargaşık ortamda konuşma şansı elde edemeyecektir yani konferans dinlemek için boşa vakit öldürmüş olacaktır.

645680cookie-checkUygar insan yaşamı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.