Londra’daki toplum ile ilgili bir süredir araştırma yapıyorum. “Ne zaman gelmişler, nasıl kurumları oluşturmuşlar?” sorularına yanıt arıyorum. Bu arada toplumu toplum yapan lokomatif isimlerle de söyleşiler yapıyorum.
Kuzey Londra’da yoğunlaşan toplum 25-30 yıl öncesinden çok farklı artık. Çeyrek asır önce, herkes herkesi tanırdı. Şu ya da bu şekilde rüzgarın Londra’ya savurduğu diğer toplum üyelerini de kendilerine kader arkadaşı olarak görürlerdi. Bir gün Tesco’da kasada sıradayken, Kürt göçünde gelen bir delikanlı sanki kamera çekimi yapar gibi çevreyi seyrediyordu. Benim de aynı topraklardan geldiğimi hissedince “Abi be bu insanlar ne kadar besililer” dedi… Sonra döndü aldığım ürünlere göz attı. “Ben de çalışmaya başlayınca senin gibi şarap alırım artık” dedi… Kasada kendisine tercümanlık da ettiğim gence şaraplardan birini verdim. “Bugünün anısına iç” dedim…
***
Sıra otomobil almaya geldi… Her sokakta Türkçe tabelalı, arkasında “L” takılı sürücü kursu araçları dolanırdı… Sonra sıra trafik canavarlığına geldi. Artık “Kaza davalarına bakan avukat” reklamları kulağımızı doldurmaya başladı.
Bana göre; toplum nüfusu büyüdükce Türkiye’den, Anadolu kültüründen izler silinmeye başladı. Silinenin yerini içinde yaşanılan baskın kültür de doldurmadı… Öyle eciş büçüş garip bir göçmen kültürü geldi oturdu…
Bozuk Türkçe’nin arasına İngilizcenin sos olarak kullanıldığı bir dil konuşulmaya başlandı. “Cipi’deki apointmene gitmek için bus ‘a elimde ayskrimle bindim…” Londra’daki bu hemşehrilerimin telefon konuşmaları ise bir alem… Ahizeyi “Kim konuşuyooo?” diye kaldırıp, “hoşçakal “demeden kapatıyorlar…
Toplumu herşeyden önce çok yoksullarla, çok zenginler diye ikiye ayırmak yararlı olur sanırım. Bu yeni zengin güruh için sosyologlara çok iş düşüyor… Makyevelist davranıp zengin oluverenler ‘Ulen o üniversite bitirmiş ama onun haftalık kazancı, benim günlük Jack keyfime yetmez be” diye düşünüp bilgiyi de satın alabilecekleri gafletini yaşıyorlar. Bu kesimin makam araçları ise tam bir görgüsüzlük gösterisi. Dev düğün salonlarında Jack Daniels’in kola ile karıştırılıp içildiği masaları plastik çiçekler süslemeyi sürdürüyor. Düğünlerde besili, tombul kadınlar, cesur giysilerle dövmelerini gösterip caka satıyor. “Kilo verme” toplumsal sorun oldu. Güzellik salonları mantar gibi çoğaldı. Artık erkeklere de “full body” lazerle kıl tüy aldırma servisi başladı…
Eğlenmek denilince akla konserler geliyor artık. Türkiye’den ünlü ünsüz, çaplı çapsız “sanatçı”lar Londra’da konuk edilmeye başladı. Bu konserlere ilgi o kadar arttı ki neredeyse herkes organizatör olup talebi karşılamak için kolları sıvar hale geldi. Derneklerin çoğu da “etkinlik” yapıyoruz diye bu furyaya katıldı. Toplum neredeyse plastik çiçeklerle “Lale Devri”ni yaşıyor…
Heyt beee… Takma kafayı, var herşeyin kolayı, doldur Jack’a kolayı…
***
Bu arada İngilizlerin sorduğu gibi “So what?-N’olmuş yani?” diyeniniz de olabilir hani. Bu soruyu soranlara “Bir şeyin olduğu yok hemşerim!” derim. Benim gözümde toplumun fotoğrafı işte bu… Beğenen beğensin ama bu fotoğraf bende nefes darlığı yaratıyor.
Neyse siz bana bakmayın Allahaşkınıza… Ben ilk gençlik yıllarımda da, bir tarih sonrasındaki Türkiye ve dünyanın bu halini de tahmin edememiştim zaten. Londra’da bizim toplum ise tam bir hayal kırıklığı oldu. Gelinen noktada hâlâ şaşkınım ve kendi kendime oksijensizlik çekiyorum işte…
Velhasılı ben takıyorum kafayı… Siz doldurun Jack’a kolayı… Heyt beee…