Vatan bazen tek bir çiçektir…

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – Bir çiçekle bahar olmaz diyenler, bir çiçeğin nelere kadir olduğunu bilmeyenlerdir…

Bazı toplumların coğrafya ile kurdukları derin bağlar kültürel köklerinde güçlü izler bırakır. Doğu biraz böyledir. Son 150-200 yıldır ‘modern’ dünya tarafından aşağılanan, küçümsenen ve demokrasi götürmek için sömürülen, olmadı tepesine bombalar yağdırılan doğu coğrafyasının sınırı, sadece haritalarla çizilmiyor ne yazık ki. Bu daha çok kültürel bir sınır ve kimi zaman batının en şatafatlı kentlerinin kalbinden de geçebiliyor…

Gül, lale ve yasemin Asyalı’ydı. Tarçın, safran ve çay Asyalı’ydı. Elma, ayva ve nar Asyalı’ydı…

Bir zamanlar dünyanın en görkemli şehirleri Asya’daydı. Semerkand, İsfahan, Şiraz, Damascus, Bağdat, Kudüs, Halep, Kabil, Herat, Merv, Pekin, Delhi, Varanasi…

Bir zamanlar dünyanın en gözde bilim insanları ve bilim yuvaları Asya’daydı. İbni Sina, Ömer Hayyam, Biruni, Harizmi, Farabi, Uluğbey ve Ali Kuşçu…

Yeryüzünün gördüğü en güçlü sultanların hırslarıyla yana yıkıla, düşe kalka, itile kakıla ama ille de aşkla yeniden ve yeniden inşa edilen o masalsı şehirler ile o şehirlerin koynundan beslenen masallar.

Bir zamanlar dünyaya ve saltanata kafa tutmayı bilen en yiğit adamlar Asya’daydı. Hallac-ı Mansur, Babek Hürremi, İmadeddin Nesimi, Şeyh Bedreddin, Börklüce, Şahkulu, Pir Sultan Abdal, Bozoklu Şeyh Celal, Köroğlu, Dadaloğlu ve onlarca özgür ruhlu isyankar…

BAĞIMZISLIĞI BESLEYEN EN BÜYÜK KAYNAK COĞRAFYANIN KENDİSİ

Bütün bu özgürlük ve bağımsızlık kültürünü besleyen en önemli motivasyon kaynağı ise coğrafyanın kendisiydi. Dadaloğlu’nun, “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir!” diyebilmesini sağlayan coğrafyaydı, Toroslardı…

Söz, doğuda yaşamın gerçekliğiydi. Adeta bir büyü gibiydi. Kalıplara dökülmeden, yaşamın içinde akıp duran serin ırmaklar gibi bazen donarak, bazen çözülerek, çoğu zaman da çağlayarak akıp durdu. Coğrafyanın söze dökülebilen ruhu en yoğun biçimde Asya’da beslendi. Binlerce yıldır coğrafyanın kültürü, kültürün insanı biçimlendirip bugüne taşıdığı doğu toplumlarında biriken yaşanmışlıklar, yeryüzünün en güzel öyküleri olarak insanlığın belleğine kaydedildi…

ASYA’YA BAHAR BAŞKA TÜRLÜ GELİR…

Bu öykülerin en yoğunlaştığı mevsim bahardır. Elmanın, bademin gülün coğrafyası olan Asya’ya bahar başka türlü gelir. Toprak gönüllü ruhlara düşen Nisan yağmurları gibi ince ince, tane tane iner; su, od, yel ve toprak Çarşambaları…

İşte bir bahar daha geldi…

Onca karmaşanın ortasında o öykülerden birinin kahramanı daha yeniden topraktan çıkarmaya başladı güzel yüzünü: Harıbülbül…

Vatan bağı al elvandır

Yok üstünde harıbülbül

Bu da böyle bir devrandır

Sesin gelsin bari harıbülbül…

KARABAĞ’IN TUTSAK ÇİÇEĞİ: KAFKAS ORKİDESİ

Azerbaycan’da ‘Xarıbülbül’ olarak bilinen bitki, aslında orkide ailesinin bir üyesi olan Kafkas Orkidesi (Ophrys caucasica). Gürcistan’ın yanı sıra Azerbaycan’ın Hazar Denizine bakan bölgelerinde yayılış gösteren türün öykülere ve masallara konu olduğu yer ise Karabağ’ın Şuşa kenti…

Göçlerin ve acıların toprakları olan dağların coğrafyası Karabağ, Anadolu’nun birçok köşesinde de yaşamını sürdüren Türkmenlerin ata yurdu. Harıbülbül ise Karabağ’ın en güzel güllerinden (çiçeklerinden) biri…

Nisan ayında çiçeklenmeye başlayan Harıbülbül, kimine göre renginden dolayı ‘sarı bülbül’, en yaygın görüşe göre ise bülbüle benzeyen çiçeğinden dolayı ‘dikenli bülbül’ olarak anılıyor.

Asya, binlerce yıldır bülbülün güle, gülün bülbüle olan aşkını anlatıp duran bir coğrafya…

Şuşa’nın dağlarında yetişen harıbülbül, yani Kafkas orkidesinin yetiştiği toprakların insanının toplumsal belleğinde yer eden ve türkülere, masallara konu olan ve güzeller güzeli bir Han kızının vatan özlemiyle harmanlanıp günümüze kadar ulaşan öyküsü ise özetle şöyle:

DÜNYALAR GÜZELİ ŞUŞALI AĞABEGÜM’ÜN YOLCULUĞU

18. yüzyılın ortalarından, 19. Yüzyılın başlarına kadar Karabağ’da hüküm süren Karabağ Hanlığı döneminde, Karabağ Hanı İbrahim Halil Han’ın dünyalar güzeli bir kızı varmış. Ağabegüm* adındaki kız öyle güzelmiş ki görenler bakmaya kıyamazmış. Kendisi de şiir gibi olan Ağabegüm aynı zamanda bir şairmiş. Ancak Karabağ’ın, Şuşa’nın dillere destan bağlarında adeta bir cennet gibi coğrafyada yaşamını sürdüren Ağabegüm’ün kaderi bir gün değişmiş…

AŞIK OLDUĞU ADAMI VE COĞRAFYASINI GERİDE BIRAKIP YOLA DÜŞTÜ

Karabağ Hanlığı, o yıllarda İran’da hüküm süren Kaçar Hanedanlığı’nın egemenliği altında yarı bağımsız bir devletti. Ancak 1797’de Ağa Muhammed Şah Karabağ’da gerçekleşen bir suikast sonucu öldürülünce yerine oğlu Feth Ali Şah tahta geçti. Bu cinayetin ardından Karabağ Hanlığı ile Kaçar Hanedanlığı ile bir kriz yaşanınca Feth Ali Şah İbrahim Halil Han’a haber göndererek ilişkileri düzeltmek için güzeller güzeli kızı Ağabegüm’ü haremine göndermesini talep etti. İbrahim Halil Han bu talebi Kabul etti ve 1801 yılında Ağabegüm Feth Ali Şah ile evlendirildi. Karabağ’ın cennet bahçelerinden koparılıp İran’a hükmeden Kaçar Hanedanlığının ikinci Şahı olan Feth Ali’nin haremine gönderilen Ağabegüm, henüz 21 yaşındaydı. Babasının ordusunda görevli Muhammed adında bir askere aşıktı ve ona şiirler yazıyordu. Ancak hanedanların ‘anlaşması’ aşk tanımadı, Ağabegüm yüreğini Şuşa’da bırakıp Tahran’daki görkemli Gülistan Sarayı’nın yolunu tuttu…

GÜLİSTAN SARAYINDA BİR KARABAĞLI

Gülistan Sarayı… Öylesine büyük, öylesine görkemli… Ancak ne o aynalı odaları dolduran gösterişli Çin porselenleri, ne de Avrupalı hanedanların saraylarından hediye gelen ihtişamlı mobilyalar, ne altınlar ne de mücevherler Ağabegüm’e Şuşa’nın güllerini unutturamamış…

Derler ki, saraya getirilen Ağabegüm, ilk iş olarak Şah’ın annesinin elbiselerini üzerine giydi ve Şah o gece ona dokunamamış… Çünkü Ağabegüm’ün aklı Şuşa’da ve aşık olduğu adamdaymış…

‘TAHRAN CENNETE DE DÖNSE KARABAĞ AKLIMDAN ÇIKMIYOR’

Güzelliği, zerafeti ve aklıyla kısa sürede Şahın gözdesi ve sarayın hanımı olan Ağabegüm’ün aklı, yüreği hep Karabağ’daymış. Bunu gören sarayın entrikacıları Ağabegüm’ü Şah’a şikayet etmişler, “Sarayda oturup yaşadığı halde buraları beğenmiyor, hor görüyor. ‘Tahran cennete dönse Karabağ aklımdan çıkmıyor’ diye şiirler yazıyor” demişler…

AĞABEGÜM, MÜCEVHERLERİNİ SATIP VATAN BAĞI KURUYOR

Günler sonra Şah Feth Ali, Ağabegüm’ün memleket özlemi çektiğini anlar ve bir isteğinin olup olmadığını sorar. Ağabegüm ise babasının evinden getirdiği mücevherlerini satıp bir bağ kurmak istediğini söyler. Önce şaşıran Şah, sonra Kabul eder ve mücevherler halka satılır. Ardından hummalı bir çalışma başlar ve ‘vatan bağı’ adı verilen bağa her çeşit çiçek, ağaç dikilir. Ağabegüm’ün memleketi olan Karabağ’ın her karış toprağından getirilen bitkiler de vatan bağına dikilir ve görenlere cenneti muştulayan görkemli bir bağ oluşturulur…

‘VATAN BAĞI AL ELVANDIR, YOK ÜSTÜNDE HARIBÜLBÜL’

Ancak bütün bunlara rağmen vatan başında bir eksik vardır. Karabağ’dan getirilen her bitki yetişir ancak içlerinde Harıbülbül yoktur. Ne yapılırsa yapılsın bir türlü Tahran sarayında yetişmez bu güzel orkide. Bağbanlar çaresiz, Ağabegüm’ün ise boynu bükük kalır. Bir gün bağında gezerken kendisi gibi boynu bükük, suskun bir bülbül gören Ağabegüm, hemen oracıkta o ünlü şiirini yazar: “Vatan bağı al elvandır/ Yok üstünde harıbülbül/ Bu da böyle bir devrandır/ Sesin gelsin harıbülbül…”

Türkmenlerin yurdu olan Karabağ’ın harıbülbülü, zaman geçtikçe Ağabegüm’ün öyküsüyle birlikte bir çok efsaneye, masala ve türküye de konu olup Kafkasya coğrafyasında dilden dile söylenir durur.

“Bir çiçekle bahar olmaz” derler. Oysa her Nisan’da yeniden çiçeklenen bu gösterişli orkide türü, bazı durumlarda tek bir çiçeğin bile toplumların ruhunda nasıl etkiler yaratabileceğini göstermeye yeter de artar.

KAFKAS ORKİDESİ, GERÇEĞİN MASALIDIR

Azerbaycan kültürü ve edebiyatında sıklıkla kullanılan bir metafora dönüşen Kafkas orkidesi, efsaneyle bilimsel gerçekliğin de aslında çelişmeyen yanları olduğunu da gösteriyor. Şuşalı Ağabegüm’ün Tahran sarayında kurduğu bağda ne yapılırsa yapılsın yetiştirilemeyen harıbülbül, özellikle endemik orkide türlerinin kültür ortamında yetiştirilemediği gerçeğini hatırlatıyor. Çünkü orkidelerin doğal ortamlarda yetişmesinde o bölgenin toprağı, o topraktaki mantarlar, oradaki böcekler, arılar, hatta bitki ve ağaç türlerinin etkisi var. Biri olmazsa diğeri olmayan bir bütünlük. Kafkas orkidesi bir bakıma gerçeğin ancak masallardan geçtiği fikrin altını çiziyor.

KARABAĞ’IN İŞGALİ, HARIBÜLBÜLÜ ESARETİN SİMGESİ YAPTI

Karabağ’ın talihsizliklerle dolu kaderinin bir parçası olan Kafkas orkidesi, 1832 yılında Tahran’da yaşamını yitiren Ağabegüm’ün ölümünden yaklaşık 160 yıl sonra Azerbaycan Türkleri için bir kez daha acıyla anılan bir bitkiye dönüştü. 1988-1994 arasında yaşanan savaşın ardından Ermenistan’ın işgaline uğrayan Karabağ topraklarında yetişen harıbülbül, Azerbaycan ve Karabağ halkı için esaret altındaki toprakların özgürlük arayışının simgesi haline dönüştü. Azerbaycan’da basılan pullardan, dağ köylerinde söylenen içli türkülere kadar yaşamın bir çok yerinde vatan bağının esaret altındaki gülü olarak anılan harıbülbüle duyulan özlem, coğrafyanın neden kimlik ve yazgı olduğunu hatırlatıyor bize.

KARABAĞ’IN GÜLLERİ YENİDEN ÖZGÜRCE AÇAR MI?

İşte bir Nisan daha geldi. Hazar’a bakan dağlarla birlikte Karabağ’ın işgal altındaki topraklarında da harıbülbüller yeniden toprağı delip umudun türküsünü söylemeye başladı. Allı, morlu, sarılı göğüslerini yeniden özgürlük tutkusuna siper etmeye durdular. Ancak Azerbaycan Türkleri Şuşa’nın dağlarındaki harıbülbüllerin esaret altında olduğuna ve Karabağ yeniden özgürlüğüne kavuşup kendi yurtları olduğunda açacağına inanıyorlar.

VATAN DENİLEN ŞEY, BAZEN TEK BİR ÇİÇEKTİR…

Kafkas orkidelerinin ‘harıbülbül’ olarak yeniden aşkın ve özgürlüğün topraklarında açması dileğiyle. Nasıl ki bir orkidenin yetişebilmesi için sadece toprak ve su yetmiyorsa, bir toplumun örselenen ruhunun tamamlanması için de sadece ekmek ve su yetmiyor. Çünkü vatan denilen şey, bazen tek bir çiçektir ve onun kıymeti ancak yitirilince anlaşılır…

***

Xarıbülbül türküsünü dinlemek için:

Sexavet Memmedov’un sesinden:

https://www.youtube.com/watch?v=OvMmehHfrCY

Mustafa Mustafayev’in sesinden:

https://www.youtube.com/watch?v=bZtEUVCorOk

*Ağabegüm: Ağabeyim (Ağabacı) Ağa Cevanşir, 1780-1832 arasında yaşadı. Karabağ’da, Şuşa kentinde doğdu. Vatan sevgisi üzerine yazdığı şiirler günümüze kadar ulaştı. 1832’de Tahran’da yaşamını yitirdi.

2290130cookie-checkVatan bazen tek bir çiçektir…
Önceki haberDemokrasi Oyunu Paydos!
Sonraki haberCorbyn’den SPOT’a destek
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.