Whitechapel: ‘Diğer Londra’

Londra’nın doğusunda, bir taraftan İngiltere’nin finans kalbi City, diğer taraflardan da Shoreditch, Bethnal Green ve Stepney arasında kalmış Whitechapel, tarihsel olarak karakterini azınlıklar, göçmenler ve işçi sınıfınından alan bir yöredir. Çok kültürlülük ve yoksulluğun derin izlerini taşıyan amorf gelişme nedeniyle, 16. yüzyılın sonlarına doğru, Londra’nın ‘diğer yarısı’ olarak anılmaya başlanır. Bugünkü dile çevirirsek, ‘öteki Londra’dır, aslında Whitechapel. Şehir surlarının ötesinde ve daha da önemlisi otoritelerin tam kontrolü dışında, çevreye ait bir alandır. O yıllarda, tabakhaneler ve elbette batakhaneler, şehir yaşamının sürmesi için gerekli fabrikaların çoğu bu yörededir. Bunlardan biri de, 1670’den beri dünyanın en ünlü kiliselerine çan imal eden ‘Whitechapel Bell Foundry’dir. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın bitişini ilan eden, Pennsylvania’daki ‘Liberty Bell’ ve Londra’yı ziyaret eden hemen herkesin gölgesinde fotoğraf çektirdiği, İngiltere parlamentosunun kuzey-batı ucundaki ‘Big Ben’ üzerinde, bugün hala her yarım saatte bir vuran çan da, bugün hala aynı yerinde çan imal eden işte bu imalathanede (Britanyanın en eski imalathanesi ünvanıyla Guinness Rekorlar Kitabı’ndadır.) imal edilmiştir.

19. yüzyılın son yıllarında ‘Karındeşen Jack’ın sokak kadınlarını terörize ettiği, 20 yüzyılın başlarında, ‘en güzel dünya’nın planlarının yapıldığı, Bernard Shaw’un sosyalist demokrasi düşüncelerini halka anlattığı, anarşistlerin 1886’dan beri yayın yapan ‘Freedom Press’ yayın evi ve Lenin’in sürgünde yaşarken, bir yandan Iskra’ya yazı yazdığı ve işçi mitinglerinde yürüdüğü sokaklar da Whitechapel’dadır.

17. yüzyıldan beri sürekli aldığı göçler, bu yörenin demografik yapısı yanında, kültürel haritasını da belirlemiştir. Önce, Fransadan protestan Huguenot’lar, sonra Portekiz ve İspanyadan Yahudiler; 19. yüzyılda da Rusyadan gelen Yahudilerin yerleşmesiyle yöre bir Yahudi mahallesine dönüşür. Öyle ki, 1901’de Doğu Londra nüfusunun yüzde yirmi beşi Yahudidir. 1950’lerden sonra ise Asyalılar, özellikle de Bengaldeşlilerin yerleştiği bir yer olur. Bugünlerde, ‘East End’ olarak bilinen bu bölgede, iki dilde yazılmış sokak adları da bu çokkültürlü karakteri yansıtır. Eskiden İngilizce ve İbraniceyken, bugünlerde, İngilizce ve Bengali dilindedir.

Whitechapel’a metroyla gelirseniz, II. Dünya savaşında sığınak olarak kullanılan Aldgate East istasyonunda inip yukarı çıktığınızda, eğer sola dönerseniz bu yörenin en renkli sokağı olan Brick Lane’e, sağa dönerseniz, pembemsi tuğlalarla, mermer oyan bir heykeltraş ustalığında şekillendirilmiş, büyük bir yarım daire şeklindeki art-Nouveau kemerli kapıdan Whitechapel Galeriye girersiniz.

1901’de inşa edilen ve Londra’da geçici sergiler düzenleyen ilk kamu galerilerinden biri olan Whitechapel Galerisi, son iki yıldır restorasyon ve genişletme çalışmaları nedeniyle kapalıydı. Galeriyle yanyana bulunan Passmore Edward Kütüphanesi, yolun biraz daha ilerisinde yeni yapılan binasına taşınmasıyla, salonlarını sanat galerisinin beyazlığına terketti.

Bu yöre siyasi olarak, Whitechapel Galerisi de, sanatsal alanda, İngiltere’nin Avrupa’dan gelen Modernizme açılan kapısı gibidir. Avrupa’da ardı ardına ortaya çıkan sanat akımlarının etkisiyle kurulan çeşitli sanat kolektifleri ilk sergilerini burada açar. 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan, köklerini Kübizmden alan, ancak tarzıyla daha çok Fütürizme yakın olan ve İngiltere’de gelişen tek modern sanat akımı olan Vortisizm’de burada ilk defa adını duyurur. Ömrü kısa olur, üç yılda dağılır bu akım, ama yerini başkaları alır. Daha çok Yahudi asıllı sanatçıların kurduğu ‘Whitechapel Boys’ toplantılarını, şimdi Whitechapel Galerisi salonlarına katılan bu kütüphanede yapar. Bu grup, sadece plastik sanatlarda değil, edebiyat, felsefe ve siyasete bakışlarıyla da Modernizmin önemli taşıyıcıları arasındadırlar.

Frida Kahlo, Mark Rothko, Cy Twombly ve Jackson Pollock İngiltere’deki ilk retrospektiflerini; Richard Hamilton, Richard Long, David Hockney ve Lucian Freud ise, ilk büyük sergileri burada açarlar. Malevich, Mondrian, Léger, Miro, Gris’in de aralarında bulunduğu modern sanatın ustaları da burada sergiler.

Ünlüler dışında sanatçılara da yer vardır burada: 1932 yılında başlayan ve 1997’ye kadar süren, yörede yaşayan ya da atölyesi bulunan her sanatçının eserlerini sergileyebildikleri yıllık ‘Whitechapel Open’ sergileri, çok sayıda sanatçıya yeni olanklar sunar. (Bu yaz bu sergilerin tekrar başlayacağı da açıklandı)

Böylesine köklü bir tarihi olan Whitechapel Galeri iki yıl aradan sonra, bu tarihini hatırlatmak istercesine politik bir temayla, en azından eski ruhunu hatırlatacak bir şekilde kapılarını yeniden açtı. Özellikle Obama’nın dünyanın “yeni düzeni”ni kurma vaatleri verdiği, Irak’taki katliamı, Guantanamo’daki işkenceleri unutmayı vaaz ettiği bu günlerde, Goshka Macuga’nın gerçekleştirdiği enstelasyon kapsamında Guernica’nın (Duvar halısı versiyonu(*) galeriye getirilmesi anlamlı. Galerinin ana salonlarında da Alman sanatçı Isa Genzken’in, Batı toplumunda şiddet, ‘İkiz kuleler’ ve ‘sıfır noktası’ gibi, şiddet ve dünyada son on yılın politik gündemini belirleyen konuları üzerinde gerçekleştirdiği “Açıl Susam” adlı sergisi, Guernica’yla birlikte, sanki sorgulanmayan, hesabı verilmeyen tarihin rahat uyumayacağını bize hatırlatıyor.

Macuga’nın enstelasyonu, Birleşmiş Milletler binasında bulunan Güvenlik Konseyi Salonu model alınarak hazırlanmış. Ancak enstelasyonun odaklandığı nokta, ne bu salonun mimarisi ne de politik tarihi; enstelasyon, 5 Şubat 2003 günü, ABD ve Britanya orduları Irak’ı işgal etmezden önce, zamanın ABD Dış İşleri Bakanı Colin Powell’ın işgalin gerekçelerini anlattığı ve bugün artık, ‘Reichstag Yangını’yla birlikte, tarihin en büyük yalanları arasında yerini alan o ünlü an: Irak’ın elinde bulunan kitle imha silahlarının bir damlasının bile yaratacağı tehlikeleri dramatize etmek için Colin Powell’ın, elinde küçük bir tüpü sallayarak konsey üyelerini ikna etmeye çabaladığı an. İşte o anı tekrar yakalamaya çalışmış Macuga. Powell’ın elinde tüp, kübist tarzda yapılmış bronz büstü Guernica’nın solunda bir kaide üzerine yerleştirilmiş.

Powell, o gün bu tarihi konuşmayı yaparken, hemen arkasındaki duvarda asılı duran Guernica’nın duvar halısı versiyonun da ilk defa mavi bir perdeyle örtüldüğü dikkatlerden kaçmamıştı. Dünyanın en çok tanınan savaş karşıtı imgesi önünde savaş çığırtkanlığı yapılması BM’de birilerini rahatsız ettiği için Guernica o gün mavi bir perdeyle örtülmüştü. Bunu çağrıştırırcasına Macuga, Guernica’yı mavi bir perdenin önüne asmış. Salonun tam ortasında yuvarlak, camekanlı bir masa içinde ise, ABD’nin BM’ye sunduğu işgal nedenlerinin belgeleri ve BM ve Whitechapel’ın tarihiyle ilgili çeşitli belge ve fotoğraflar yer alıyor.

Tabii burada, Macuga’nın durup dururken bu konuyu seçmediği, bu enstelasyonu tetikleyen asıl nedeninin, Guernica’nın orijinalinin de 1939’da Whitechapel Galerisi’nde sergilendiğini hatırlatmak gerekir. İspanya’da faşistlere karşı süren direnişi bilince çıkarmak amacıyla, Stepney Green sendika örgütünün girişimleriyle Guernica getirilmiş ve sergi süresince direnişçilere bağış toplanmıştı.

Macuga’nın enstelasyonu şiddet ve savaşla ilgili, fakat, asıl altını çizdiği konu, sanat ve politika arasındaki ilişkidir. Politikacıların gerektiği zaman sanatı nasıl kullandıkları, işlerine gelmediği zaman da ondan nasıl kaçtıklarını hatırlatmak istiyor Macuga. Bu hatırlatma, Picasso’nun işgal altındaki Paris’de atölyesine gelen Nazi subayının, Guernica’nın fotoğrafına bakıp, “Bunu siz mi yaptınız?” sorusuna, Picasso’nun verdiği, “Hayır, siz yaptınız.” yanıtıyla, Powell’ın BM’deki konuşması sırasında Guernica’nın örtülmesi arasındaki bağda somutlanıyor. Bu bağı, Powell’ın kübist tarzda yapılmış büstünde de bulmak mümkün. Tarihsel bir olayla, güncel bir olay arasında paralellik kurarak, sanatın gerçekle olan ilişkisinde oynadığı, dolaylı ama kasıtsız rolü göstermek istiyor Macuga.

Whitechapel Galerisinin bu açılış sergisinin asıl yıldızı ise, ana mekanda birinci ve ikinci katlardaki iki salonda izlediğimiz Isa Genzken retrospektifi. Aslında İngiltere’de pek tanınmayan Alman heykeltraş, 2007 Venedik Bienali’nde Almanyayı temsil etmişti. Macuga’yla tarzları oldukça farklı olmasına rağmen, bu iki sanatçının bir araya getirilmesinin nedeni, işlerinin politika ve sosyal-antropolojiyle ilgisi olsa gerek. Genzken’in, resim, fotoğraf, mimari unsurlar ve buluntu nesnelerden yarattığı minimalist heykelleri, hem düşünsel hem de görsel olarak oldukça dağınık. Birinci katta sergilenen erken dönem işleri minimalizmin güzel örnekleri arasında gösterilebilir. Ancak, ikinci katta yer alan bölüm, eline geçen her şeyi, nasılsa bir şekilde “bütün” içinde yer alır umuduyla birbirine eklenmiş gibi duruyor. 60 yaşında bir sanatçının otoritesini görmek mümkün değil bu eserlerde. Eserlerine verdiği isimler ve kullandığı fotoğraflardan, -örneğin, mika ve fotoğraflardan oluşan kulelerin, Dünya Ticaret Merkezini temsil ettiği, kuleler çöktükten sonra çekilmiş fotoğrafları kullanmasından anlaşılıyor.- aldığımız ipuçlarıyla yolumuzu buluyoruz.

Sergi, eski kütüphane salonlarında, ‘Whitechapel Boys’ içinde yer alan, David Bomberg, Jacop Epstein gibi sanatçıların desen çalışmaları ve ‘British Council’ koleksiyonundan, aralarında Bridget Riley, Peter Doig, Chris Ofili, Henry Moore’un da bulunduğu resim ağırlıklı sergilerle sürüyor.

Whitechapel Galerisinin tekrar açık görmek güzel. Tabii, Whitechapel’ın eski ruhunun East End’e geri döndüğü sanrısına kapılmadan.

__________________________

(*) Guernica’nın bu duvar halısı versiyonu 1955 yılında Amerikalı milyoner Nelson Rockefeller tarafından ısmarlanmış, Picasso’nun bizzat katılımıyla Jacqueline de la Baume Dürrbach tarafından Paris’de dokunmuştu. 1985 yılında Rockefeller kurumu halıyı Birleşmiş Milletlerin New York’taki merkezine vermişti.
— Whitechapel Gallery, 77-82 Whitechapel High Street, E1 7QX

1632770cookie-checkWhitechapel: ‘Diğer Londra’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.