Ya herro, ya merro!

Yeni hükümetimiz dün ilk bakanlar kurulu toplantısını yaptı. Girişte bir açıklama yapan Başbakan Özkan Yorgancıoğlu gerçekten güzel icraatlar yapacaklarının müjdesini verdi. Meclis’in yaz tatilinin kısaltılması, makam araçlarının mümkün olduğunca az kullanılması gibi…

Kulağa hoş gelen, yapılması halinde halkı tasarrufa motive eden icraatlar bunlar. Ne var ki bu hükümetin ufak tasarruflardan daha önemli konuları var.
Örneğin Türkiye ile KKTC arasında imzalanan mali protokol.

Demokrat Parti Ulusal Güçler ile koalisyon görüşmelerinin sürdüğü esnada Türkiye Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’dan geldiği iddia edilen telefonun sebebi,- herkesin bildiği üzere- UBP hükümeti döneminde imzalanan protokolün CTP-DP koalisyonunda uygulanamayacağı endişesi.

Nitekim Beşir Atalay’ın –bazı medya kuruluşlarında çıktığı şekliyle- “verimli çalışamayız” sözleri, Türkiye’nin bu koalisyona sıcak bakmadığını gösteriyor.
Konuştuğumuz CTP’liler bu durumdan mustarip. Ki CTP’li pek çok vekil parmaklarının arkasına saklanmadan “halkın demokratik kararı budur. Bunu tartışıyor olmak bile züldür” dedi. Dün de CTP milletvekili Asım Akansoy, “Türkiye, imzalanan protokolün eksiksiz uygulanması için Ulusal Birlik Partisi’ni (UBP) istiyordu. Ama biz bu protokolün ülke gerçekleriyle ve toplumun yaratmak istediği modelle uyumlu olması gerektiğini savunuyorduk” ifadesini kullandı.

AK Parti hükümetinin öngördüğü ekonomik model ve yaklaşımın yeniden masaya yatırılacağını ifade eden Akansoy, var olan hassasiyetlerin ortaya konacağını, gerekirse ek protokol yapılacağını söyledi. Akansoy, “Önemli olan Kıbrıslı Türklerin öngördüğü sistemi yaratmaktır. Tahakkümcü, hegemonyacı bir yaklaşımı kabul etmemiz mümkün değil. Kendi düzenimizi yaratacağız. Tahribatın önüne geçeceğiz” dedi.

Akansoy’un sözleri, Başbakan Yorgancıoğlu’nun “(DP ile) anlaştık, dönemeyiz” demesi kadar cesur, bir o kadar da korkutucu.
Korkutucu çünkü Türkiye hükümetiyle uyumlu olmayan bir hükümetin yaşam şansı yok. Geçici Sibel Siber Hükümetinin bir imzayı iki gün geciktirmesi, maaşların iki gün geç ödenmesine neden olduysa, korkumuz boşa değil; Ama…
Biraz özet geçtikten sonra amaya dönelim.

KKTC ekonomisi Türkiye’den gelen geri-ödemesiz yardıma endeksli. Ekonomisi devlet hakimiyeti altında olan ülkede toplam nüfus 200 bin civarında iken memur sayısı 18 bin küsur. Emeklilerin sayısı ise 45 bin civarında. Bunların arasında geçici memurlar ve seçim zamanı yapılan istihdamlar yok.
Üretime dayalı bir ekonomisi ve üretim potansiyeli olmayan, tüm ekonomik aksiyonunu dışardan gelen sıcak paranın oluşturduğu bir ülke yani…
Türkiye’den gelen paranın yıllar boyu hovardaca kullanıldığı, (bence hunharca) kalıcı işler yapmak yerine, palyatif uygulamalarla günün geçirildiği, hesabın, kitabın yapılmadığı bir ülkeye para veren taraf, bir babanın müsrif oğluna söylediği gibi, “dur, bu böyle olmaz. Sana şu kadar para vereceğim ama sen bunu idare edecek, bu parayla şunları yapacaksın” diyor.

Oturuluyor, hesap, kitap derken, ekonomik protokol oluşturuluyor. Geniş bir protokol. İçeriğinde makroekonomik gelişmeler, hedefler, politikalar, büyüme ve istihdam konularında yol haritaları -göstergeler ışığında- var. Çok uzun, sıkıldım, okuyamadım, eminim kimse tam olarak okuyamadı. En basit haliyle tasarruf tedbirleri var. Memura, işçiye, emekliye tasarrufu zorunlu kılan bir paket bu. Dolayısıyla kimsenin pek hoşuna gitmiyor.
Maaşlar düşmesin, çalışma saatleri artmasın, ek mesai kesilmesin (sadece mesai yapanlar almıyor), bizi kısıtlayıcı hiçbir dayatma olmasın, 13. maaşlara halel gelmesin!

Lafı uzatmadan, ekonomik protokol mecburiyetten hasıl oldu, dönemin hükümeti de belki fazla incelemeden –çok uzun olduğundan olabilir- attı imzayı.
Protokolde Kıbrıs Türk halkının sosyolojik yapısına uymayan yönler ortaya çıktıysa bu Erdoğan Hükümetinin hatası değil, zira Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Kıbrıslı basın mensubu arkadaşlarımızla gerçekleştirdiği kahvaltılı toplantıda- anlatanın yalancısıyım- “hiç itiraz etmediler ki, şurası şöyle olsun demediler, biz ne yapalım” demiş.
***
Şimdi ‘ama’ya geldik. Yorgancıoğlu da, Denktaş ta bu hükümetin Türkiye ile uyumlu çalışması halinde uzun ömürlü olabileceğini, aksi halde 3 ay sonra hükümetin bir şekilde tarihin tozlu sayfalarına gömüleceğini çok iyi biliyor. En ufak bir kesintide sokaklara düşen halka “üç ay sabredin, şu vesayetçi sistemden kurtulalım. Kendimize yeter hale gelelim” demenin meşru bir talep olmayacağından eminler.

Yapılacak olan, “ben buna zamanında karşı çıkmıştım, şimdi itiraz etmezsem partililer ne der” sığ düşüncesinden öte, sonuç almaya yönelik hareket etmek.
Ya “Devlette süreklilik esastır” diyerek ekonomik protokole riayet edecek, ya da “ey ahali ben bu protokole uymak istemiyorum. Kendi kendimize yetmemiz için kendi ekonomik protokolümüzü kendimiz yapacağız. Gelirimiz şu, giderimiz bu. Gelir gideri karşılamıyor. Dolayısıyla hepimizin maaşı kesilecek. Kamudan şu kadar kişi çıkarılacak, kabul mü” diye soracak.

İşte böyle; KKTC’nin dışa bağımlı ekonomik yapısı vesayet eleştirilerini meşruiyetten uzak tutarken, ya herro, ya merro dedirtecek.
İlgilisine ufak bir not: Ekonomik krizle boğuşan Güney Kıbrıs’ta memur sayısı, 52 bin 140’tan 49 bin 625’e düşürüldü. Krizle ilgili alınan ekonomik tedbirlerden etkilenmemek için gerçekleştirilen erken emeklilikler nedeniyle; Aralık 2009’da 52 bin 140 olan Rum kamu görevlisi sayısının 2012’de 49 bin 625’e düştü.

1621270cookie-checkYa herro, ya merro!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.