Yaşam inişli çıkışlı

Hep böyle gitse dediğimiz zamanlar çok değildir. Genelde bu böyle gitmese duygusuyla yaşarız. Hastalıklar ölümler haksızlıklar kaygılar ihanetler içimizi karartıyor. Doğanın öngördüğü sıkıntılara yaşam korkağı insanların verdiği sıkıntılar ekleniyor. Bu küçüklükler dünyasında ancak küçük sevinçleri yakalayabiliyoruz. Bazen dört bir yandan sarıldığımızı kuşatıldığımızı duyuyoruz. Mutsuzluklarımızın kökeninde tembel ve korkak, vermeden almayı alışkanlık edinmiş, kendine yontmakta ustalaşmış, yarı insan konumunda yaşamaktan sıkılmayanların çaresizlikleri var. Biraz soluk aldım şu sıra derken bu defa da hekimin önümüze koyduğu gerçekle karşılaşıveriyoruz. Gerçek anlamda düşünebiliyorsak en güç koşulları bile göğüslemeye hazır olabiliyoruz. İyi ki felsefe var. Felsefe bize şunu birinci koşul olarak öğretiyor: kaldıramayacağımız kadar büyük acılar yoktur.

Gerçekten yaşadıysak hastalıkları aptallıkları ölümleri yoksunlukları hainlikleri ikiyüzlülükleri olgunlukla karşılayabiliyoruz. Ben gidiyorum ama arkamda şunları bırakıyorum, hepsi insanlığa armağanım olsun diyebilene ne mutlu. Geriye güzel şeyler bırakanlardan olmalıyız: yurduna hayırlı bir iki evlat, birilerinin aklında kalacak bir iki fikir, birkaç güzel anı birkaç örnek davranış birkaç gerçek iyilik… Yaşamı bir yarış alanı gibi algılayanlar, onu bir tembeller ve korkaklar arenasına çevirenler, birilerinin önüne geçip birilerinin yolunu kesmeye çalışanlar mutsuz oldular, başkalarını da mutsuz ettiler. Dünyanın bir yarış alanı olmadığını, insanın kendiyle yarışması gerektiğini öğrenebilmiş olsaydık her şey hepimiz için çok güzel olacaktı. Yarışıyorum öyleyse yokum gerçeğini unutmamak gerekiyor. Yarışıyorum derken dünyanın gerçek tatlarından yoksun kalıyoruz. Şunu olmak bunu olmak değil insan olmak gerekiyordu, çoğumuz bunu anlayamadık: kendimize taktığımız ya da bize taktıkları etiketleri görmemişin oğlu gibi göstere göstere dolaşmayı iş saydık. Sonra ne oldu? Hiçbir şey. Gülünç ettik kendimizi.

Yaşamak bir sanattır, sanatların en zorudur. Yaşam sanatı emek ister, üç kuruşluk akılla yapılabilecek iş değildir. Bilgiyi gerektirir, bilginin sağlayacağı öngörüyü gerektirir, ahlak değerlerini gerektirir, insan saygısını gerektirir. Doğrunun iyinin güzelin peşinde değilsek ve enaz bilinçle yetiniyorsak bir yandan kendimizi mutsuz ederiz bir yandan da başkalarına acı veririz. “Bütün bir yaşam boyu yaşamayı öğrenmek gerekir” der Seneca. Çoğumuz yaşama donanımlı gelmiş gibiyiz: her şeyi biliriz ve her şeyi en ince ayrıntılarına kadar öğretmeye hazırız. Bu kargaşada en garip durumda olanlar ayakkabısını bağlayamasa da her şeyi çok iyi bilen ve gören anneler ve babalardır: “Bak evladım…” diye konuşmaya başladıkları zaman mangalda kül bırakmazlar. O çok küçük dünyalarında her sorunu kendileriyle ve başkalarıyla tartışma gereği duymadan pek güzel çözmüşlerdir. Doğru yolu bilmezler ama gösterirler. Çünkü onların yaşam deneyleri vardır. Sevsinler onların yaşam deneylerini. Aşkı bile göze alamamışlardır. Kaskatı çıkarcılık kalıplarını bize ve bütün dünyaya allayıp pullayıp benimsetmekten başka kaygıları yoktur. Çocuklarına mutsuz benciller olmayı öğütlemekle insanlık görevlerini yapmış olurlar. Bu arada iflah olmaz biçimde özgürlükçüdürler.

Yıllarını hay u huyla geçirmiş ve orta yaşa doğru yol almış gençler tanıdım. Onlar da babaları gibiydiler: her şeyi çok iyi biliyorlardı. Yanlışlarına doğru anlamlar vererek kendilerini rahatlatıyor, yaşamlarını gelişigüzel bir akışa bırakmışken gerçek insan olmanın önemini kavramış görünmeye özen gösteriyorlardı. Sanat üzerine görüşler ortaya koyabiliyor, insanın temel sorunlarıyla içli dışlıymış gibi görünebiliyor, kendini bilen kimselerin, gerçek kültür insanlarının vermekten çekineceği yargıları çekinmeden verebiliyorlardı. Bilgisizliğin sağladığı güven ve rahatlık yaşamımızı karartıyor. Siz yıllardır içlidışlı olduğunuz sorunlar üzerine kolay kolay yargılar veremezken onların her konuda görüşler üretebilmeleri bir yüreklilik belirtisi değil midir?

Okumadan araştırmadan yaşıyoruz yani doğru dürüst yaşamıyoruz. Yaşamı idare etmek ve günü gelince çekip hiçliğe gitmek: becerebildiğimiz şey şimdilik bu. Teknolojinin küçük oyuncaklarıyla oynayarak ölümü bekleyen küçük kuklalar gibiyiz. Yaşamadan yaşıyoruz ve enine boyuna yaşadığımızı sanıyoruz. Latinler pek güzel söylediler: “Primum vivere deinde philosophari.” Önce yaşamak sonra felsefe yapmak… Yaşamıyoruz ki felsefe yapalım. Bir yandan doğayı yiyip bitiriyoruz bir yandan kendimizi. Kıyılara gökdelenler dikecek kadar gözü dönmüş olabiliyorsak ne söylenebilir ki bizim için? Herkes kendi ölümünü ölüyor sonunda, yaşamamışların korkunç ölümünü.

645950cookie-checkYaşam inişli çıkışlı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.