Yaşamadan yaşamak

Okumadan bilmek, araştırmadan çözmek, bir şeyi ne olduğuna bakmadan benimsemek ya da dışlamak, bu arada kendinde insanüstü sezgiler, kolay kolay bulunmayan tanrı vergisi olağanüstülükler bulmak yarı cahil insanın temel özelliğidir. Hemen sözünüzü keser: “O öyle değil, bak ben onu sana bir güzel anlatıvereyim şekerim…” Dinlemediğinizi anlarsa çok kötü bozulur. Öyle ya, dünyayı parmağında döndüren biri çok önemli bir takım görüşler öne sürerken herifin biri düpedüz dalga geçiyor. Olur mu bu! Yararlansana söylediklerimden. Evet dostlarım, boşluğun denizlerinde yüze yüze bu toplum birçok iyi yanını rüzgara verdi. Dinleyen insanlar dinlemeyen insanlara, anlayan insanlar anlamayan insanlara, susmayı bilen insanlar çenesi düşük insanlara dönüştüler. Muhbirler saygınlaştıkça insan ilişkileri güvensizlik üzerine kurulmaya başladı: kimin kime nerede ve ne zaman ve hangi koşullarda kazık atacağı belli değil. Bacak kadar bir yaratık sizin ağzınızı yokluyor ya da birileri adına sizi aklı sıra gırgıra alıyor. Aman ne güzel! Büyümüş de ağız yoklamaları öğrenmiş. Siz siz olun, neme gerek, sırtınızı duvara vererek durun, arkanıza baka baka yürüyün. Ummadığınız bir anda ve ummadığınız birilerinden size ömür boyu yetecek bir kötülük gelebilir. Evet ama bu duyguyla da yaşanmaz ki!
Bütün bu kargaşada insanlar bilinçleri aşağıya çekildikçe ve bencilleştikçe sevgiyi elden kaçırdıkları gibi saygıyı da elden kaçırıyorlar. Ara sıra İstanbul’a gelir, doktora çalışmam gereği hocam Macit beye uğrardım. Beni sevgiyle karşılardı. Odasındaki o geniş maroken koltuğu gösterirdi bana, rahat oturun derdi, ben gene de yayılıp oturmazdım. Ben biçimsel saygıya pek aldırmam ama zaman içinde genç meslektaşlarımızdan bazılarının daha iki satırı yan yana getirmeyi öğrenemeden bilgiçlik taslamayı öğrendiklerini, buna uygun olarak saygısızlık etmeyi bir üstünlük gösterisi saydıklarını ve zaman zaman karşımda yılıştıklarını yazık ki görüyorum. Ben Kant’ın yapıtındaki güçlüklerden sözediyorum. Kant neden böyle yaptı ki, diyorum, anlattığı şeyler beş yüz sayfada karmakarışık anlatılacak şeyler değil ki. Ben olsam… Sözümü kesiyor: “Hocam siz olsanız on beş sayfada anlatırdınız değil mi?” Basıyor kahkahayı. Güler misin ağlar mısın? Ne ölçüde bilim adamı olduğunu çok iyi bilmesem…

Bu durumda şu önemli özelliğinizi, insan olmanın en belirleyici özelliği diyebileceğimiz başkaları için üzülmek özelliğinizi toptan bırakmanız gerekiyor. Yoksa bunca çirkinliğe nasıl katlanacaksınız? Adam her türlü yetersizliğini ve onun sonucu olan aşağılıkduygularını size ödetmeye kalkıyor. Yoksa siz alkolik misiniz? Eşcinselsiniz belki de. Deli olduğunuz da söyleniyor. Eliniz de uzun galiba? Geçenlerde seni falanca dükkanda bekliyordum ya, siz geldikten sonra bir çakmak çalınmış dükkandan. Hayır canım, yanlış anlama, sen aldınız demiyorum. Yok, bak, öyle düşünürsen vallahi çok gücenirim. Senin Semra’yı Adil beyin oğlu Oytun’la görmüşler. Sözlendi mi onlar? Oytun çok iyi çocuktur. Ah canım, biz onu çok severiz. Esrar içtiğini söylüyorlar ama ben inanır mıyım hiç! Pekiyi, Amerika’ya birlikte mi gidecekler? Hep aynı salakça dedikodular…

Bilinç düzeyi düştükçe sorunlar basitleşir, ilişkiler bayağılaşır: insanlar utanmayı bırakıp yalanlar söylemeye, bu arada kıskançlıklarını açık etmeye başlarlar. Yetersiz birey tek kişilik dünyasında kendini kral ilan eder: sıradan insanlardan iğrenilir, oğlana keman kıza piyano dersi aldırılır, toplumsal düzeyde güçlü görünen ya da güçlü olan kişilerle içtenlikli gibi duran içtenliksiz bağlar kurulur. Öyle ya, gün gelir bu adam bal gibi işimize yarayabilir. Avrupa’lara gidilir, Amerika’lara hatta Afrika’lara gidilir, toplum sorunları konusunda aptal aptal görüşler üretilir, bu arada siyasete bile girilir. Ama ne derseniz deyin bu yaşam boş bir yaşamdır. Altmışa doğru doğanın o hiçbir şeyi geciktirmeyen çanları çalmaya başlayınca bazı şeyler alttan alta sezilecektir. Gene de insanoğlu yaşamına boşa geçmiş yaşam dememek için gerekçeler ya da dayanaklar aramaya yönelir. Örneğin onun torunları dünyanın en zeki, en anlayışlı, en öngörülü insanlarıdır. Onun yazlığı herkesinkinden çok daha büyük ve çok daha güzeldir, üstelik denize de çok yakındır. Rahmi beyin yazlığıyla alay edilir: “Yahu şu bizim Rahmi ömür adam vallahi. Gitti yazlık diye koca koca evlerin arasına sıkışmış o garip şeyi aldı. Alma değmez dedim ama dinlemedi köftehor. Geçenlerde bir de ne dese beğenirsiniz: ‘Benim yazlığım denizi yukarıdan görüyor.’ Tutamadım kendimi, kahkahalarla güldüm.”

Boşa geçmiş ne çok yaşam var. Biz onları allanıp pullandıkları için dolu dolu yaşamış yaşamlar gibi algılıyoruz.

642940cookie-checkYaşamadan yaşamak

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.