Yaşamın akışı

Yaşam dediklerinde aklımıza öncelikle bir nesneler çokluğu ve onlarla ilgili bir devinimler karmaşığı gelir. Dünyamız bir devinen nesneler dünyasıdır. Biz devinimleri ritmik bir düzende algılarız: dış dünyada devinimsel olan şey bizde ritmiktir. Bunu bilincin düzenleyici törpüleyici yalınlaştırıcı yetkinleştirici özelliğine bağlayabiliriz. Yaşamda devinimler içiçe geçmiş durumdadır: bilincimizin ritmleriyle dış kaynaklı ritmler bizde bir bütün oluşturur. Dış dünyanın devinimleriyle bedenimizin ve ruhsallığımızın devinimlerini ritmler karmaşığı olarak bir bütünde algılarız. Bu bir ritmler zenginliğidir. Örneğin yüreğimizin devinimlerinden gelen ritmler bir olayı anımsayışımızın ritmleriyle ve geçen trenin bize duyurduğu ritmlerle birleşerek bize bileşik bir ritm duygusu verir. Ritm duygusu bilinç koşullarına göre değişir: hepimiz aynı devinimlerden aynı ritmik sonuçları çıkarmayız: her bireyin kendine göre bir ritmik düzeni vardır. Her bireyin aynı tempoda yaşamayışı bunu apaçık gösterir: kimimiz daha yavaş düşünürüz ve eyleriz, kimimiz daha hızlı düşünürüz ve eyleriz. Kimimiz içle kimimiz dışla daha çok ilgiliyizdir. Bu değişkenlikte toplumsal özelliklerle kişilik özellikleri bütünleşir: örneğin kıyı insanlarının ritm algısıyla dağ insanlarının ritm algısı değişiktir. Müziklerden de kolayca anlaşılacağı gibi ilkel toplumlarda ritmler daha uygar toplumlardakine göre daha basittir: yaşam ne kadar yalınsa ritmler o ölçüde basittir. Karmaşıklaşmış toplumlarda bireylerin ritm duygusu aşırı gelişmiştir. Bu gibi toplumlarda yaşam çok hızlıdır.

Modern toplumlarda bireyler dış dünyada bir devinimler karmaşasını yaşarken kendi dünyalarında bir ritmler çokluğunu yaşarlar. Yoğun ritmik yaşama giriş yeni dünyada pek erken olur hatta doğumla başlar: anne bebeğine belli zamanlarda meme verir, onu belli zamanlarda yatırır, belli zamanlarda sokağa çıkarır. Başlangıçta iki saatte bir anne sütü emen çocuk giderek beslenme saatleri arasına daha geniş süreler konulmasıyla daha değişik bir ritm algısına ulaşır: yetişkinlik aşamasına varıldığında üç öğün belirleyicidir. Artık okul zamanı diye dinlenme zamanı diye iş zamanı diye bir şey vardır. Tüm etkinliklerimiz toplumsal yaşam koşullarına göre düzenlenmiştir. Bu düzen yaşamımızı ve dolayısıyla kişiliğimizi ya da bilinç koşullarımızı ince ince biçimler. Davranışlarımız tutumlarımız tepkilerimiz buna göre gelişir, neredeyse bir takıntı özelliği gösteren alışkanlıklarımız vardır. Düzen kalıplayıcıdır ve kalıplanan bilinç verimini yitirir: başkaları nasıl yapıyorsa üç aşağı beş yukarı biz de öyle yaparız. Aynı şarkıları söylemeye aynı merakları edinmeye aynı yalanlara inanmaya aynı sözleri söylemeye aynı aletlere aşık olmaya aynı tepkileri göstermeye yatkın oluruz. Çabalarımız dinlenmelerimiz girişimlerimiz bir merkezden yönetiliyor gibidir. Birçok davranışımız yasalarla göreneklerle kurallarla sıkı sıkıya belirlenmiştir. Okulu bitiren evlenmeye, evlenen çocuk yapmaya, çocuk yapan iyi bir otomobil edinmeye, iyi bir otomobili olan yazlık evini almaya yönelir. Yaratıcı yanı hiç olmayan, heyecanların iyiden iyiye kütleştiği, aşkın bile bir yatırım konusu olduğu öldürücü kalıpların içine yerleşmişizdir. Yaşamımız renkli görünse de canlı ve anlamlı değildir.

Dünyamız dönüşürken yapılar değişirken devinimler de değişir, buna göre ritmlerimiz de azçok değişir. Değerler açısından ya da insani verimlilikler açısından değişen çok bir şey yoktur: olağan koşullar başka olağan koşullara dönüşmüştür, bazı kalıpları bırakıp benzer bazı kalıpları almışızdır. Aletler gelişmiştir kafalar gelişmemiştir. Olağanın sınırları aşıldığında durum değişir, o zaman özgün ritmlere ulaşırız, o zaman yaşamın yaratıcı verimi kendini gösterir. O ritmlerden giderek düşünsel-sanatsal anlatım özellikleri oluştururuz. Olağan rahattır ama öldürücüdür. Olağan koşullarda insanlar yaşamaktan tat alamaz olurlar, tekdüze bir akışta kendilerini yorgun duyarlar. Bu yorgunluk hastalıklı tepkileri getirebilir. Verimsiz yaşam koşullarında insanlar benzer sıkıntılardan yakınırlar: bir fabrika işçisiyle bir fabrikatörün, bir ev kadınıyla bir mağaza yöneticisinin sıkıntıları bir kalıptan çıkmış gibidir. Yorgunluk diye belirlenen şeyin temelinde kendini yineleyen verimsiz yaşam vardır. Toplumsal ve iktisadi koşulların gelişigüzel düzenlendiği toplumlarda yaşam iyice karmaşık ve verimsizdir. Bu durum düzenli toplumlarda da çokça aşılmış değildir. Bu biraz da tekdüzeliğe ve ağır yaşam koşullarına bağlı bir duygudur, yaşamaktan haz alamama duygusudur. Tatil can sıkıcı bir oyalanmadır, sevişmek bir yüktür, bütün yiyecekler aynı lezzettedir. Yaşam birbiçim insanlar ve kalıplanmış kurumlar ortamıdır: gazeteler birbirine benzer, romancılar aynı dilden konuşur, bütün şarkılar içtenliksiz ve umutsuzdur. Gerçek sanat bu kargaşada özgün ritmlerden özgül bileşimler kurabilen verimli bilinçlerin işidir.

645590cookie-checkYaşamın akışı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.