Yabancı dil sorunu

Çocuk yaşlarımızdan Ramiz’in bir karikatürünü anımsarım. Küçük kız babaannesine şöyle diyor: “Babaanne, okul eğitmenlerinin özlük işleri ivedilikle uygulanacak.” Babaannede bir sevinç bir sevinç: “Maşallah yavrum bülbül gibi ingilizce konuşuyor.” Benim çocuk yaşlarım türkçenin bugünkü türkçeye doğru atılım yaptığı yıllara raslıyor, bir de insanların bir yabancı dil öğrenmenin önemini kavramaya başladığı yıllara. O zamandan beri ana dilleri türkçeyi önemsemeyenler bir yabancı dil öğrenme ve çocuklarına öğrendirme merakına tutuldular. Yıllar içinde başka dil değil de ingilizce bir yaşam zorunluluğu gibi algılandı. Başka diller de önemsendi ama ingilizcenin yeri başka oldu. Yabancı dilde eğitim veren okullar paralı kesimin çocuklarını onurla ve sevinçle gönderdikleri okullardı. Bu arada bu yabancı dilde eğitim yapan okullara bir tepki de oluştu ama pek önemseyen olmadı.

İngilizce bugünün koşullarında bir dünya dili olmaya doğru giderken bizim insanımız da bu dili öğrenmekte istekli oldu. Ne var ki her alanda olduğu gibi bu alanda da bir şeylerin heves düzeyinde kaldığı görüldü. Bir dili neden öğrenirsiniz? O dili yaratan toplumun kültür dünyasına girebilmek için, felsefesini öğrenebilmek için, sanatına yakın olabilmek için, bilimiyle ilgili bir şeyler bilebilmek için. Değişen dünyada aklını para kazanmaya takmış olan bu toplumun insanı sokak ingilizcesi düzeyinden öteye geçemedi, bu ingilizceyle ancak para kazanılabilirdi, örneğin yabancıya mal satılabilirdi ya da turist gezdirilebilirdi. İngilizceden çevrilen kitapların çoğu fransızcadan çevrilen kitapların çoğu gibi içler acısı olduğuna göre ingilizcenin de fransızcanın da belki almancanın da kültür işlerinde çokça kullanılmadığı kesin gibidir. Bu arada türkçenin genel çerçevede gürültüye gittiği doğrudur, ancak üst düzeyde çok önemli bir gelişimi yaşadığı da doğrudur. İngilizce ve fransızca bilmedeki yarım yamalaklık bilinç sorunlarıyla ilgiliydi, türkçenin genel görünümündeki bozukluk da. Ne olursa olsun düşüncenin sınırlı kaldığı yerde dil de yetersiz olacaktır. Okullarda çok kötü eğitilen genç insanların ana dillerini de yabancı dilleri de üst düzeyde özümleyip değerlendirebilecek güçleri yoktu. Seksen tane üniversitesi olan bir toplumda kültür bunalımları yaşanıyorsa o noktada biraz durup düşünmek doğru olur.

Tarzanca düzeyinde ingilizce bilenlerin sayısı günden güne artıyor. Geçenlerde Seda Sayan’ın programına Safiye Soyman çıkmıştı. Senin bu programlarla ne işin olabilir demeyin, ben bu toplumun insanıyım ve bu toplumu yakından tanımakla yükümlüyüm. Her neyse. Bayan Seda Sayan ingilizce dersi aldığını söyleyince bayan Safiye Soyman da konuya sahip çıktı. O zaman anladık ki kendileri ingilizceye yabancı değiller. Seda Sayan hanımefendinin sorusu üzerine Bayan Safiye Soyman Amerika yolculuğunda ingilizcesini pek güzel kullandığını ve hiç mi hiç iletişim zorluğu çekmediğini anlattı. Örnekler verdi. Nasıl su istediği sorulduğunda yanıtı kısa ve kesindi: “Ayem votır.” Eh, su istemeyi bilen lokantada yemek istemeyi de bilecektir. Efendim? Onu da çözümlemiş bayan Safiye Soyman. Tavuk istemiş, bunun için de “Ayem çikın” demiş. Anlamış mı garson? Elbette anlamış, neden anlamasın. Yalnız bir sorun var. Bayan Safiye Soyman tavuğun göğsünü değil de budunu seviyor. O zaman ne yapmış? Çağırmış garsonu, ayağa kalkmış ve kalçasını göstermiş. O zaman garson da göğsü alıp budu getirmiş.

İş bu kadar basittir dostlarım. İnsanoğlu istemeyegörsün, önünde sonunda meramını anlatacaktır, ama İngilizce üzerinden anlatacaktır, ama bir başka dil üzerinden anlatacaktır. İngilizcenin, fransızcanın, almancanın birer kültür ileticisi olarak yaygınlaşmasına gelince bu sorunun kısa zamanda çözülebileceğini ummak bana kalırsa çocukluk olur. Diyeceksiniz ki bu toplumun zaten böyle bir sorunu yok. Şairlerimiz Baudelaire’i, Shakespeare’i, Rimbaud’yu, Poe’yu aslından okumak gibi bir telaşın içinde olmadıkları gibi onların şiir dünyalarını şöyle çeviri metinler üzerinden azçok tanıma isteği bile göstermiyorlar. Romancılarımız da aynı rahatlık içinde, tiyatrocularımız da, başkaları da. Bu toplumun insanı kendi şairinden, kendi romancısından, kendi tiyatrocusundan hoşnuttur desek o da değil. Öyle olsaydı şairlerimiz kitaplarını beş yüz tane bastırıp dört yüz tanesini ona buna dağıtırlar mıydı? Öyle olsaydı romancılarımız roman yazıyoruz ayağına kargaları bile güldürecek yapıtlar verirler miydi? Öyle olsaydı tiyatrolar boş kalır mıydı, tiyatrocular devletin vereceği parayla ayakta durmaya çalışırlar mıydı? Dünyanın neresinde görülmüş, devletimiz bize para versin de bizler perdelerimizi gönül rahatlığıyla açabilelim. Bu hamur daha çok su kaldırır dostlarım.

641520cookie-checkYabancı dil sorunu

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.