Yaz izlenimleri

Yazlıktan neden erken dönüyorsunuz diyor arkadaşlar. Aslında çok da erken dönmüyoruz. Tekdüze yaşam bir süre sonra beni sıkıyor: oradaki de evim ama ben gene de asıl evimi arıyorum. Yazlığa her yıl iki kere gider, aşağı yukarı toplam otuz gün kalırdık. Bu yıl bir defa gittik, yirmi üç gün kaldık. Eskiden iki üç ay kaldığım olurdu. Çocuklar küçüktü, anneleri İstanbul’da çalışıyordu, onun izni bir aydı, yazlıkta hem çalışırdım hem de çocuklara bakardım. Otuz beş yıl öncesinden sözediyorum. Ahmet seviyor orayı, koşullar elverse hiç dönmeyecek İstanbul’a. Montréal’de doğdu İstanbul’da büyüdü, ama sevmiyor İstanbul’u. Ali de ben de İstanbul’suz yapamayız.

Yazlıkta her akşamüstü Ali’yle kıyı boyunca yürüyoruz. Gidişi dönüşü aşağı yukarı beş altı kilometrelik bir yol. Sökelilerin gazinosuna kadar gidiyoruz, orada bir sandviç ve bir sodayla midemizi bastırıp dönüyoruz. Yıllardır hiç değiştirmedik bu alışkanlığımızı. Gazino diyorum ben ama “café” demek daha doğru. Önceleri bizi kuşkuyla karşılıyorlardı: biri genç biri yaşlı iki adam hep aynı saatte hiç konuşmadan geliyor ve sağa sola hiç bakmadan sandviçlerini yiyip gidiyorlar. Yalın ve basitseniz gizemli havalar yayıyorsunuz çevrenize. Bu sizden gelmiyor, insanların algılama biçiminden geliyor. Sonra sonra bizim gizli kapaklı yanlarımızın olmadığını, sıradan insanlar olduğumuzu anladılar. Şimdi ahbap olduk onlarla. Neden geç geldiniz? Neden çabuk dönüyorsunuz? Bu yıl bir daha gelecek misiniz? Dünyanın en efendi insanları…

Kıyı benim için sağlam bir gözlem alanı. Belki de beni uzaktan görenler kadınların orasına burasına bakan biri olduğumu düşünüyorlardır. İnsanımızı gözlemliyorum, özellikle kadınların ve çocukların davranışlarını gözlemliyorum. Erkekleri neden gözlemlemiyorsun? Erkekler son derece renksiz ve devinimsiz. Şemsiyenin altında pinekliyorlar. Doğru dürüst denize girdikleri bile yok. Bununla birlikte genel olarak derli toplular. Bedenini çarpıtmış erkeklerin sayısı çok değil. Kadınların ve özellikle genç kızların durumu içler acısı. On sekiz yirmi yaşında genç kızların etleri sarkıyor, bacakları dalga dalga. Bununla birlikte gördüğüm kadarıyla durmadan tıkınıyorlar. Bedenini korumuş kadınların yüzdesi çok düşük. Erkekler gibi durgun değiller ama görünümleri hiç hoş değil. Bedenini koruyamamış olmakla birlikte saçlarına çok özenli davranıyorlar. Saçı boyasız kadın hatta genç kız yok gibi. Bu arada hiç durmadan konuşuyorlar. Bu kitap okumayanlar ülkesinde erkeklerin elinde kitap görmek olası değil. Kadınların elinde kitap gördüğünüz oluyor. Onlar da genellikle kurulu düzenin büyük yazar diye halkımıza sunduğu ama aklı başında adamı çokça ilgilendirmeyen yazarların kitaplarını okuyorlar.

Sabahları bir iki saatliğine sebzeciler geliyor. Erkeklerden çok kadınlar sebze ve meyve almak için dükkanların önündeki küçük alana doluşuyorlar. Bir alışveriş çılgınlığı yaşanıyor. İki omuzu da torbalarla aşağıya sarkmış bir hanım kendi kendine yakınıyor: “Ah, yerim olsaydı şu güzel eriklerden de alırdım.” Hiçbir şey ucuz değil. Satıcılar hatta bakkallar akarken dolduralım duygusallığı içindeler. Kış onlar için belli ki çok verimsiz geçiyor. Yazlıkçı erkekler zaman zaman bakkalların önünde toplaşıp konuşuyorlar. Benim çocukluğumdan beri hiçbir şey değişmemiş, ya kaba siyaset konularındaki görüşlerini büyük bir ciddiyetle birbirlerine sunuyorlar ya da yıllardır kabak tadı vermiş olan kılıbıklık muhabbeti üzerinden şakalaşıyorlar. Görünüşte kılıbık bile değiller.

İlginç olan bir şey var, o da kimsenin gözlerinde yaşam sevincinden iz olmaması. İnsanlar birbirlerine düşman gibi bakıyorlar. Çocukların oyunları bile kabasaba. Nasıl olduysa yaşama sevincini beş altı yaşlarında bir kız çocuğunun suyla oynayışında gözlemledim. Kıyının kalabalık olmayan bir kesimindeki duşta büyük bir sevinçle yıkanıyordu. Ali’yle ben yürüyüşten dönünce denize girip çıkmıştık, duşa doğru ilerliyorduk. Duşla kıyı arasında epeyce bir uzaklık var. Onun kuş çırpınır gibi yıkanışını gözlemleyerek yürüdük. O sırada başkaları da duşa geldiler. Küçük kız duşun altından kaçtı ve uzakta bir yerde bekledi. Öbürleri yıkanıp gittiler. Ali’yle ben de suyun altında işimizi bitirirken o gene duşa yaklaştı. “Sen yıkandın ya, deminden beri suyun altındasın, gene ne diye geldin?” dedim. “Her tarafım kum içinde” dedi. “Nasıl olur, biz kıyıdayken sen duşun altındaydın” dedim. “Yok yok, her tarafım kum içinde” dedi. “Bana kalırsa sen iyi yıkandın, şimdi de kum içindeyim diyorsun” dedim. “Yok yok, her tarafım kum içinde” dedi ve bana aldırmadan duşu açtı. Şeytan dedi, tut şu kızı, öp sev bırak. Yapılacak şey değil elbet. Adımız çocuk tacizcisine çıkar da derdimizi kimseye anlatamayız. Onu değil de onun yaşama sevincini öpmek istedim. Belki bir iki yıl içinde silinip gidecek olan yaşama sevincini.

644130cookie-checkYaz izlenimleri

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.