Yılın son köşesinde gelenin gideni aratmayacağı iyi bir yıl dileğiyle başlıyorum efeeem. Umarım salgının kontrol altına alındığında tıp da çığır açıldığı bir yıla gireriz. Bir başka dileğim kitaplara zaman ayırdığınız bir yıl olsun isterim.
Geçen yıl bu zamanlar yayınlanan Londra’da Bizim’Kiler başlıklı türkçe İNgilizce üç kitaplık setim toplum tarihini ele alıyor. Bu külliyat için 8 yıllık tam gün emek verdiğimi belirteyim. Ne yazık ki salgından dolayı tanıtım ve imza günleri iptal olunca kitaplar da okurla buluşamadı. Bazı tanıdıklarıma mesaj çekerek kitaplara ilgi duyarlarsa kargo ile gönderebileceğimi ve bana e-posta atmalarının yeterli olduğunu ilettim. Ayrıca reklamlarda kitapların satış yeri de belirtildi. Ama nafile!
Nüfusu 300 bini aşkın toplumda kitap dostlarının çoook az olması şaşırttı. Lütfen bir yılda petrole, seyahate ve dışarıda yemeğe yaptığınız harcamayla kitaba yaptığınız masrafı kıyaslayın. Kitap olan bir evde çocuklar da kitap dostu olarak büyür. Ayrıca eğer rafta sizi bekleyen kitap varsa bir gün mutlaka sizinle buluşacaktır. Üstelik her kitap, yazarına da destek anlamındadır. Yeni yılda dostlarınıza kitap hediye edin. Deneyimle sabit “en kalıcı hediye kitap”tır.
***
Salgında en çok dezavantajlı grup denilen yoksul, yaşlı, göçmen, engelli, öğrenci ve yalnız annelerin olumsuz etkilendiği yazılıp çizildi. Bizim toplumda, çoğu asgari ücretin altında kayıtsız çalışmak zorunda olan işçiler “mağdurlar listesi”nde başı çekiyor. Bu gruptaki toplum üyeleri salgın ödeneklerinden yararlanamadılar. Ayrıca toplum üyesi turizmciler, basın emekçileri ve sosyal destekten yararlanamayan Ankara Anlaşmalılar da salgından en olumsuz etkilenenler arasında yer aldılar.
Toplumda 2000’lerin başında tekstil sektörü iflas ettiğinde onbinlerce toplum üyesi işsiz kalmıştı. Toplumdaki derneklerin refleks gösteremediği bu kara tablonun sonuçları ilk yıllarda hissedilmese de üç beş yıl sonra kronik işsizlik, genç intiharlar, uyuşturucu ticareti ve çeteleşme olarak geri dönmüştü. Korkarım ki salgının yoksullaştırdığı toplum üyelerine el uzatılmazsa, sorunlar yumağı büyüyerek işin içinden çıkılmaz bir hal alacak, acısı üç beş yıl sonra çok kötü çıkacak!
***
18 Aralık “Dünya Göçmenler Günü”ydü. BM tarafından resmi olarak 2000’de kabul edilen bu günde dünya çapında göçmenlerin ve yerinden edilmiş insanların yaşamları ve sorunları konusunda bir farkındalık oluşturmayı hedefleniyor. Suriyeli göçü konuyu uluslararası boyuta taşıdı. BM 2019 verilerine göre dünya genelinde nüfusunun % 3.5 sayılan 272 milyon göçmen olduğu tahmin ediliyor. Yani Türkiye’nin 3.5 katı nüfusu bir yılda göç etmiş durumda.
Prof. Dr. İbrahim Sirkeci göçün en önemli nedenini yaşanılan ülkedeki çatışmaya (mutsuzluğa) bağlıyor. 1980’lerin sonundaki Londra’ya Kürt göçünün kökeninde de bu aranmalı. Göç için belli bir maddi ve kültürel bir birikim ile cesaret gerekli. Bu bağlamda toprağa bağımlı insanların göçü kentlilere göre daha zor olduğunu savunanlardanım. Her türlü göç, içimizi acıtmalı. Bir çocuk doğuyor ve üretken yaşına gelinceye kadar ülkesinden besleniyor. Tam verimli çağında bir başka ülkeye “sıfır maliyet”le göçüyor. Göçtüğü yerde de bir süre atıl kalıyor, ciddi zaman yitiriyor.
Göç denilince Ankara Anlaşması’na da Brexit ile 31 Aralık’ta veda edileceğinden söz etmeliyiz. Birleşik Krallık, artık iş kurmaya gelenlere vize ve 5 yıl sonrasında oturum vermek yerine “puanlı sistem”e geçerek beyin göçüne çanak tutacak. Bir başka deyişle Birleşik Krallık, hinlik cinlik yapıp da Afrika’nın hemşiresini, Türkiye’nin matematikçisini, Hindistan’ın doktorunu, Pakistan’ın fizikçisini çalan bir sistemi hayata geçirecek! “Dünya Göçmenler Günü”nde sınırsız bir dünya dileğiyle. İnsanların göçe zorlanmadığı yıllar efeeem…