Yetersizlik ve boşluk

Üniversitedeki görevimi kızakta da olsa sürdürdüğüm yıllarda beni üzen şeylerin başında yetersiz kişilerin kendilerini bilimin, sanatın ya da felsefenin vazgeçilmez değerleri gibi göstermeye çalışmaları geliyordu. Adam işini yoluna koymuş ve birinin kuyruğuna takılmayı başarmış ya, değme ağanın keyfine. Bir kurum, bir çalım, bir tavır ki sormayın. O ne duruş öyle, o ne bakışlar, o ne göz süzmeler, o ne birilerini adam yerine koymamalar. Üniversitede kendine yer bulmuş kişilerin arasında yıllarca elini soğuk sudan sıcak suya sokmamış insanlar vardır. Diyelim adam on beş yıldır üniversite çatısının altındadır, bu on beş yılda denk getirip iyi bir bir paye ya da unvan almış da olabilir almamış da olabilir. Sempozyumlarda zaman zaman kestiği bol dökümlü palavraların dışında doğru dürüst ne ciddi bir kitabı vardır ne de dişe dokunur bir makalesi. Bu adamın yaşamını yoksul halkın sırtından nasıl sürdürdüğünü siz bir düşünün.

Üniversitelerin sayısı arttıkça bu tür insanların da sayısı artıyor. Hiç mi hiç anlamadığı, bir gün bile araştırmak gereği duymadığı konularda gerile gerile tam bir yetkiyle ders verebilenler bilinç bulandırmak ya da bilinç bozmak gibi bir işlevi bihakkın yerine getiriyorlar. Bazı mutlu durumlar da olmuyor değil: bunların bir bölümü bir yolunu bulup ders verme işinden bir güzel kaytarıveriyor. Evet, üniversitelerin sayısı arttıkça bu tür insanların da sayısı artıyor. Nedeni çok basit: eğiticiye gereksinim var. İnsanların çalışmayı ve düşünmeyi sevmediği bir ülkede bu kadar üniversite açmak bilim, sanat ve felsefe kaygılarının dışında bir takım başka kaygılarla tasarlanıyor olmalı. Genelde şöyle bir görüş geçerlidir: efendim, yeni açılan bir kurumda elbette bir takım yetersizlikler olacaktır, bunları abartmamak ve zamanla pek güzel giderilebilecek sakıncalar olarak görmek gerekir. Dostlarım, koskocaman bir yalandır bu: kötü kurulmuş bir kurum zamanla iyiye gitmez kötüye gider. Çünkü hepimiz biliyoruz ki şu kavanoz dipli dünyada iyi iyiyi çekerken kötü de kötüyü çeker. Bir süre sonra o kurum iyileşmez hastalıklarla sarılmış bir yapının acıklı görünümlerini ortaya koymaya başlar. Sizler bana kötü kurulmakla birlikte zamanla iyileşmiş tek bir kurum gösterebilir misiniz?

Bütün suçun üniversite kurmakta aşırı istekli ve aceleci davranan ilgili kimselerde olduğunu söylersek bal gibi yanlışa düşmüş oluruz. Onların da yanlışı büyüktür ama asıl yanlışın kaynağı belki de aydın geçinen insanın uyuşukluğu ve bu uyuşuklukla gelen yetersizliğidir. Bu toplumda bireylerin çoğu yaptığı işi sevinçle ya da heyecanla değil de angarya olarak yapar. Orkestra elemanı kendisini yarım saat daha çalıştırmak isteyen şefin önerisine tepki gösterir. Okullarda çocuklar ders zili çalar çalmaz hemen saygısızca toplanıp çıkmaya davranırlar. Denetçi denetlemek diye bir alışkanlık edinmeyi küçüklük sayar. Postacı beş kat çıkmayı elbette düşünmez ve mektup kutusuna gel mektubunu al diye bir pusula bırakır. Motor ustası karbüratörü onarmanın sorumluluğunu on üç yaşındaki çırağına bırakıp kağıt oynamaya gider. İstasyon şefi tirenin on dakika daha gecikeceğini sıkıntıyla peronda bekleşen yolculara duyurmayı düşünmez. Simitçi yere düşen simidi üfleyip tezgaha koyar.

Bu tür gevşekliklerin eğitim kurumlarındaki izdüşümleri çok daha acı ve çok daha çirkindir. On bin yirmi bin kişilik eğitim yuvalarında öğrencilerin ya kitaplıkta çalışmak diye bir alışkanlığı yoktur ya da zaten kitaplık diye bir şey yoktur. Derse zaten hazırlanmadan gelen “hoca” karlı ve yağmurlu günlerde, akşamdan kalma olduğu günlerde, “işi” olduğu günlerde, yengeyle kavga ettiği günlerde derse gitmeyi tövbe düşünmez, zaten çok zaman da derse epeyce geç girer. Derste gençlere yaşamı öğretmek adına anı ve fıkra anlatan ve bu arada kendisinin ne büyük adam olduğunu satır aralarında duyurmaya çalışan eğiticilerin sayısı az değildir. Gün boyu çaylar gider kahveler gelir, dürüstçe eleştirmek adına bol bol dedikodu yapılır. Bu durumda doğru dürüst görev yapanlar mimlenirler ve durumları yukarıdakine bildirilir: “Efendim, sakın yanlış anlamayın, ben aslında kendisini çok severim, ama ülkemi daha çok severim. Bu arkadaş yazık ki öğrencilerimize uygunsuz şeyler öğretiyor.”

Toplumsal bilinç düzeyinin bilimsel, sanatsal ve felsefi etkinliklere ne ölçüde uygun olduğunu çok iyi hesaplamadan hesapsızca üniversite açmak bu ülkenin kültürüne çok zarar verdi ve daha da verecek. Bu ülkenin kültürü zaten nüfus artışıyla ve içgöçle büyük kaymalara uğradı. Zaten bu kültür daha baştan özenle korunması gereken çok nazik bir kültürdü. “Efendim, her ülkede böyledir, her ülkede birkaç sağlam üniversite vardır, öbürleri pek de o kadar önemli değildir, bununla birlikte onlara da gereksinim vardır” görüşü hiç de sağlıklı bir görüş değildir. Cahil yetiştirmek eğitim kurumlarının işi olmamalı…

642910cookie-checkYetersizlik ve boşluk

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.