İyi , kötü ve çömez…

İyi insaflı… Kötü, her türlü erdemsizliği yapma gücüne sahip… İyinin vicdanı, ilkeleri yani onu bağlayan sınırları var, kötü ise sınırsız… İyi saf, kötü cazgır… Ama, kötünün baskın olması durumu, totalde hiç iyi bir şey değil, bu zaten dengeyi yitirmiş ama hala daha iyileri de barındıran gezegen için…


Gerçi, iyi ve kötü izafi birer kavram… Kişiye, yere, zemine, zamana göre değişebilecek yorum ve kavramlar bunlar elbette… Mesela fanatik, dogmatik yönetim yanlısı bir vekil için, maliye bakanını istifaya davet eden Çömez kötü biri… Oysa AKP tabanının yüzde otuzu dışında kalan ve tüm muhalifleri kapsayan, bütün ülkenin ezici çoğunluğu için ise Maliye bakanı kötü… Ama iyilik ve kötülük kavramları çoğunluklarca, hür irade çoğunluğu olarak oylanamıyor ne yazık ki… Dayatmacı grup kararlarıyla saptanıyor… Çünkü, kötü, demokratik olamaz ki… Oysa AKP, vekillerinin iradelerini serbest bırakıp, yüzünü kızartan bakanını gensoruya serbest destekle azledebilseydi, küçüleceğine büyümez miydi kamuoyu gözünde?


Kötü,  gasp, şiddet, üçkağıt, katakulli, baskı, yalan, mevkiyi suistimal gibi kendine yakışan silahlarla donanmış biçimde, donanımsız hayatına tutunmak ve varlığını anca böyle sürdürmek zorunda… İyi ise sadece savunmada bırakılacak şekilde çapraz ateşte… Kötü, bir güce sahip olduğunu sanır ve kullanır, ama aslında, kötünün bir gücü olduğuna inanıp, ondan yana tavır takınanlardır dünyaya esas kötülük edenler… Ayyuka çıkmış bir Maliye Bakanı kendi partisince kerhen veya basiretsizlikten dolayı orda tutuluyorsa, bu durum o partiyi de yıpratır , başını da yıpratır… İşte çürüme, bireylerin kurumların önüne çıkmasıdır, takoz olmasıdır, kişilerin, tüzel kişiliğe baskın olabilmesidir ve bu, profosyonel Batı yönetimlerinde asla olamaz…


İyi ve kötü kavramlarını şöyle derinleştirebiliriz… İnsanlar zamanımızın sığ fırsatları içinde, zekalarına rağmen ilkeli kalabiliyorlarsa iyidirler… Oysa dar akılları besleyebilen iki kaynak olan kaba kuvvet veya mevki gücü ile, her fırsatı kendi lehlerine kullanıp, kendilerini farklı gösterip, insanları ezme veya kullanmaya meyledenler, her yolun mübah olduğunu düşünüp, hırs için, mevki elde etmek için, dozajsız ihtiraslar için ve totalde maddi güç elde etmek için hain planlarını uygulamaya döküyorlarsa kötüdürler… Böylelikle başkasının hakkına, hukukuna, rızkına tecavüz eden insanlar haline dönüştükleri için kötüdürler… Bu tip insanlar evrensel erdemin tarif sınırlarına giremezler ve makbul değillerdir, barutları bir atımlıktır, yüzlerine vurulmasa da sırtlarına bastıkları tabanları tarafından daima şüphe ile ve bir yük gibi taşınırlar… Kaybedecekleri bir hasletleri olmadığı için yüzsüz, kaygısız ve müdanaasızdırlar genelde… Zamanımızda bu tipler, insan basamaklarını kullanıp bir müddet için zirveye çöreklenirler ya da kendi içlerine çöreklenip, akrep gibi kendilerini sokarlar…


Peki o zaman neden siyasi platformlarda kötü olanlar, makamlarında kalabilir de, iyi olanların giderilmesi için kurtulma planları yapılır… Yoksa çoğunluk kötü olduğu için mi? Kötüye meyilli olduğu için mi? Kötüden yana olmak kısa vadede daha fazla çıkar getirebileceği için mi? Ya da sığ dümen sularına girmek daha kolaycı bulunduğu için mi? Çünkü, iyiden yana tavır koymak emek ister, birikim ister, seviye ister, risk almak gerektirir, mücadele gerektirir ve biraz da erdemli bir yürek gerektirir… Ortadaki ikilem havuzunda  yüzen çoğunluk, ya üşenip, ya da birikim ve kişilik gelişimleri yeterli olmadığı için bunu yapmadıkları müddetçe, kısa vadede kazanan kötü olur ve herkes ondan yanaymış gibi algılar kötü bunu…  İyi, kötüye karşı, özel tavır sarfetmese dahi, zaman en iyi hakemdir. Aslında kötünün giderilmesi için kimsenin çaba sarfetmesi gerekmez, kötünün bunca kumpas ve labirent içinde kendi döşediği mayına toslaması muhtemeldir… Su testisi su yolunda kırılır… Oysa, su tortusuz ise, berrak ve saydam ise, kendi yolunu bulur… Çömez’in muhalefet ve yıpratma gücü, muhalefet partilerinin toplamından daha etkilidir. Siyasi gelecek veya ekonomik çıkar kaygısı olmadığı için rahat olduğundan etkilidir..


Hem sol erdemlere sahip olup ve demokratik bir adalet içinde olmak zorunda olup, hem de kendi içinden yetişip sivrilen Mustafa Sarıgül gibi, icraatlarıyla ve yöneticiliğiyle kendini ispat etmiş, ülkeye katkısı olabilecek bir adama  dahi tahammülü olmayan ana muhalefet partisinin başkanlık seçimlerinde yaşandığı gibi oldu bitticilikle, rakipleri giderip lider kalabilme kaygısıyla, demokrasinin çiğnenebildiği göçebe aşiretvari toplumumuzda, iktidardakiler içlerinden çıkan Sayın Çömez gibi aklıselim görünümlü seslere bakalım ne kadar tahammül edebilecekler… Önlerinde hem de siyasi rakipleri tarafından icra edilmiş, kamuoyunun tepkisini çeken numunelik bir içtihad olduğu için, temkinli ve sabırlı görünüyorlar ama fırsat kollayacaklardır Çömez’i harcamak için… 


Usta bir politika ile, geçen defa göstermelik, olgun bir demokratik tablo çizmişti Başbakan, parti içinden yükselen erdemli çatlak! seslere karşı, tepkisiz hatta koruyucu kalarak… Çünkü bu zayıflama sürecinde zincirleme bir kan kaybına gerek yoktu… Bakalım bu defa nasıl davranacak? Kötü damgası yemiş bakan abisinden yana olup, zaten taban tarafından zorlana zorlana, aklıselim iç ve dış kesimlerce, yatsıya kadar yanması beklenen partisinin 40 mumluk ampul imajını iyice riske mi atacak, yoksa kaldırılamayacak yüksek voltajlar yaratıp ampülü yakması muhtemel olan hükümet üyeleri arasında yalıtım maddeleri kullanıp ve yanık ampülleri değiştirip, yeni regüle enerjilere mi yönelecek? Eğer çömez bir başbakan değilse radikal bir kararla ikincisini yapar… Hatta, Çömez’i bakan yapıp, oy toplar… Liberal merkez sağdaki seçmen deposuna da, esnek düşünebildiğinin, aklı selime uyum sağlayabildiğinin, ilkeli olabileceğinin mesajını verip, çekirdek tabanı dışında yitirmekte olduğu oy gücünü geri toplama süreci yaratır, eğer usta bir lider ise… Parti içi demokrasiye de işlev kazandırmış olur… İlerde alternatif olabilecek bir muhalif gücü de, böylelikle yakın markaj kontrolüne almayı denemiş olur. Tabii Çömez gerçekten ilkeli birisi ise bunu kabul etmez… Çömez daha şimdiden büyük bir hizmet yapmıştır AKP’ye, iç muhalefet varlığının sergilenebildiği demokratik bir görünümü dışarıya yansıtarak… Yoksa,  akı, karayı içerden görüp,  halk ta görsün diye kendini feda etmeyi , ya da halk nazarında itibar yapmayı planlayarak mı sivrilmektedir acaba?


Kötülerin değerlendirmesi,  iyi için ölçek değildir, iyilerin tarafsız değerlendirmeleri ölçektir… İyi ile kötünün ayrışması ilahi bir takdirdir, beşerce ayırdedilebilmesi kolay değildir. İnsan sarrafı olanlar bile kötünün kendini kamufle etme kaabiliyetleri karşısında yanılgıya veya ikileme düşebiliyorlar zamanımızda… Çünkü kötü çok profosyonel artık… Çünkü kötü iletişimin bütün nimetlerini kullanarak yetiştirdi kendisini… Kullanabileceği kaynaklara daha kolay ulaşabiliyor. Kötü, silah zorunu bile kullanabiliyor, oysa iyi buna tevessül etmez ve hedef teşkil edebilir iyi olduğu için… Kötü arkadan konuşur, tuzak hazırlar, kuyu kazar… İyi ise direk tavır koyar, kurnazlık aklına gelmez… O zaman hep kötü kazanıyor gibi görünür… Ama sadece, gibi görünür…


Dengeli bir gezegen için daha büyük tehlike, hep kötünün kazandığını görüp, iyilikten vazgeçmeye meyil edilmesidir… Zamanımızda bu süreç ne yazık ki çok etkin… İyilik sebat gerektirdiği için,  ağır tahriklere veya ulufelere dayanamayıp bu sebatı koruyamayanlar, kötülüğün çekim alanına kapılabilirler. Zaten kötülerin çoğunluğu böyle oluşmaktadır ama, o zaman daha da nadir hale gelen iyi, daha da nadideleşmektedir. Bu kıymet artışının iyiye bir faydası var mıdır bilinmez ama gösterdiği direnç,  en azından kötünün suni gücünü kendinden menkul hale getirip, gerçekleri iyot gibi açığa çıkarabilmek adına iyilikler dünyasına kalıcı ve içtihadi bir hizmettir, örnek teşkil edebilecek…


Siyasi partiler, siyasi kimliklerinden önce sivil toplum örgütüdürler… Sivil toplum yararına ve çıkarına çalışmak zorundadırlar, kendi yararlarına ve çıkarlarına değil… Bireylerinin hiç değil… Sivil toplum  örgütlerinin tarihsel gelişimine bakıldığında,  ilk çağlarda insanların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri  için  oluştukları görülür. Zamanla bu, toplumsal ihtiyaçlara dönüşmüş, sınıflar arası çıkar çatışmaları ve kutuplaşmalar  başlamış, insanlar ortak amaçları ve görüşleri  çerçevesinde ayrışarak kurumsallaşmışlardır. Feodalizmin etkisiyle bazı tüccarlar ve meslek gruplarına bağlı zanaatkarlar kendi aralarında birlikler, loncalar ve benzeri  kurumlar çatısı altında  örgütlenmişlerdir.


Ancak uygar toplumlarda, altıncı güç olarak faydalı ve yönlendirici olabilen bu kurumlar, ne yazık ki alaturka ortamlarda,  bireysel ihtiraslar, basit çekememezlikler ya da makam düşkünlükleri nedeniyle, temel kuruluş amaçları olan dayanışma olgusuna ters düştükleri için asla evrimleşemezler, içten gelen bir ekip sinerjisi üretemezler ve faydalı olamazlar toplumlarına… Aslında, Osmanlılar hatta Selçuklular zamanına kadar uzanan ama güdüm altında tutulan sivil toplum hareketleri, Cumhuriyetten sonra bir de soyut olma kaygısıyla ve kısır döngülerle, içlerine kapanık cemiyetlere dönüşünce, aynı genetik devamlılıkla, kooperatif katılımlar sağlayamaz ve verimler üretemez olmuşlardır, birkaçının dışında… Körler sağırlar birbirini ağırlıyorsa o kurum kısırdır… Ekip mutabakatı ile de olsa, tepkisellikten de olsa, Çömez gibileri çıkarabilen kurumlar şanslıdır…


Hele bu siyasi partilerde veya demokrasinin bir enstrümanı olarak doğmuş olan ve halkın dayanışma ve kalkınma ümitlerinde roller üstlenmesi gereken sivil toplum kuruluşlarında içten yükselen tezat bir ses kamuoyu oluşturabiliyorsa , hala daha ümit var demektir gezegenin kötülerce işgal edilmesine karşı… Çünkü insan kaynakları ve yerel dinamikleri harekete geçirme potansiyeli ile siyasal partileri de genel tanım alanı içinde barındıran Sivil Toplum Örgütleri, kamu ve özel sektörün dışında adeta bir üçüncü sektör olarak iyi bir örnek teşkil etmek zorundadırlar kamuoyu nazarında… En yalın tarifiyle, askeri, totaliter veya siyasi bir güdümün dışında hareket edebilen kuruluş anlamında, hür ve sivil olabilen, çoksesliliği sindirebilecek ve Romalıların binlerce yıl önce dahi demokratik olarak becerebildikleri forum ortamlarında, akılcı ve bağımsız kararlar alabilen çok sesli ve dinamik kurumsallıklara ihtiyacı vardır, bu paslanmış zihniyetlerle atıl ve geri bırakılmış ülkenin…
Nitelikli siyasi partiler gibi, nitelikli sivil toplum örgütleri de bazı stratejik ve elle tutulur proje  ve  planlar üreterek ülkenin ve toplumun refah  seviyesini arttırma, yaşam alanlarını genişletme gayretinde olmalıdırlar… Kamu sektörünün yeterli olmadığı alanlarda , bazı tamamlayıcı veya katılımcı projeler üretip, kamu hizmetinin aksamasını engelleyebilirler ya da iyileştirici olabilirler. Özellikle  serbest piyasa ekonomilerinde, kültür, sanat, sağlık, eğitim, spor veya hayır odaklı bazı kurumlar ve hizmetler  sivil toplum örgütlerinin katkılarıyla yürütülür… İnsanımızın kurduğu sivil toplum örgütlerinin, % 80 i , bu saydığımız  amaçlara hizmet etmek için kurulmuşlardır ama içlerinden çok azı bu kavramların içini doldurabilecek birikime, fikre, altyapıya, niyete, kaynağa ve insan malzemesine sahiptir ? Kaçı bu kuruluş amaçlarından hiç olmazsa birini uygulayabilmektedir?  Ayrıca Sivil Toplum  Örgütleri , özel finansman  kaynaklarının,  kamu yararına yönlendirerek  kullanılabilmesini ve kamu finansmanına dayalı merkeziyetçi ve müdahaleci yönetim düzeninin konumuna, kar  paylaşım amaçları gütmeksizin talip olabilmeli,  topluma fayda merkezli anlayış düzenine  geçiş sürecini körükleyebilmelidir. Oysa bırakın sivil toplum örgütlerini, bizdeki gelmiş geçmiş siyasi partilerin bile birçoğu, bireysel baza indirilmiş çıkar veya prestij sağlama odağı haline dönüşmüştür… O zaman Unakıtanlar türer ve cirit atarlar ve tepkisel olarak Çömezleri doğururlar. Verimlilik solo performanslar icra etmek değil,  koro ama çok sesli bir uyum içinde olunabilmesidir… Ve bireyin değil, partinin değil, toplumun ve ülkenin çıkarını gözetebilmektir…
Çoğulculuk sivil toplum örgütlerinin  en belirgin  fonksiyonudur… Sivil toplum örgütleri ancak bu fonksiyonuyla vatandaşların,  kamu görevlerine gönüllü katılımını  sağlayabilirler, o zaman nicelik gücü elde edip, halk ile idare arasında bir nevi  köprü  vazifesi görürler ve ancak o zaman aralarından nitelikli birisinin idareye katılmasını sağlayabilecekleri ütopik güce kavuşabilirler…  Bir siyasi partinin grup kararı alması demokratik bir uygulama değildir, tutarlı ilkeleri olan ve ilkelerine güvenen, grup kararı alarak üyesini bağlama gereği duymaz… Bu, bireysel iradeyi zaptı rapta almak demektir… Ve partinin grup kararına uyulması için, üyelere aba altından sopa gösterip, zorlama yapmak asla demokratik olmadığı gibi , bir acizlik belirtisidir… Hele korkup ta, gizli tehditlerin  totaliter basıncıyla,  asıl inandığının tersine oy kullananlar da demokrasilerin kabul edebileceği kişilikli ve katılımcı birey tarifine uymazlar…  O nedenle Çömez gibiler pek nadir çıksalar da, demokratik toplumların hem gereksinimi hem de eğitmenidirler…


Vicdanı olan hiçbir AKP milletvekili, Maliye Bakanının icraatlarını tasvip etmemekte, çıkarcılıklarını görmekte,  içine sindirememekte ama sesini yükseltmek gibi bir koca yürekliliği gösterememektedir, sanki kaybedeceği şey, insanlığından ve şahsiyetinden daha değerliymiş gibi… Oysa Çömez gibiler , insani değerlerini ve vicdan özgürlüğünü bir güdüm altına sokmamak adına, kişilikli biçimde göze alabilmektedirler kötülerin cürümleri kadar gazabını…


Çömezler desteklenirse gelecek olur… Kendi dışındaki herkesi çömez sananlar için ise gelecek yoktur… Haketmeden hasbelkader ulaştıkları makamların dahi olgunlaştıramadığı cevher yoksunları için, tek çare çömezleri dinlemektir…



Metin Sözüçetin

687670cookie-checkİyi , kötü ve çömez…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.