Yitik güvercinler*

Yılbaşı hazırlıklarını sürdürürken ateş yine yakınlarıma düştü…

Fevzi Kattab(kâtip) Mısır’lı, avukat arkadaşımdı. Diploması geçerli sayılmadığı için İsveçte avukatlık yapamıyordu. Dört yıl önce, ilk kalp krizini geçirdiğinde hastanede ziyaretine gitmiştim. Son günlerde, yüreğinden yine olumsuz sinyaller alıyordu. Boynunda, sırtında çoğalan ağrılar vardı. Evine son gittiğimde, masanın üstünde viski şişesi duruyordu. ”Bir ara gel, şu şişeyi devirelim!” dedi ya, bitkindi, hali hal değildi. Kızdım biraz, ” Bu gidişle sen kendini devireceksin Fevzi” dedim . İlaçlarını kullanmıyorsun, sigarayı bırakmıyorsun, durumun pek iyi görünmüyor ” Demez olaydım. Bir kaç gün sonra aradığımda telefonu yanıt vermiyordu, Evine koştum, zili çaldım, kapıyı açan olmadı. Bekledim, bir daha çaldım. Zilin sesini duyan karşı komşusu açtı kapıyı, ”Akşam fenalaştı, hastaneye kaldırdılar.” dedi. Kardiyoloji servisine gittiğimde morgun yolunu gösterdiler. Lanet olsun! Yaşam bu denli ucuz, bu denli çabuk muydu?

Finlandiyalı eşinden yeni ayrılmıştı.Çocukları annelerinde kalıyordu. Kriz geldiğinde evde yalnızmış. Anbulansı kendi çağırmış. Çocuklarına haber vermiş. Anahtarları masanın üstünde görünür bir yere koymuş. Evin dış kapısını açık bırakmış. Ölüme bu denli de hazırlıklı yani…

Fevzi’yi, Malmö’nün biraz dışındaki Müslüman gömütlüğünde toprağa verdik. Aralıksız kar yağıyordu, ama hava soğuk değildi. Daha biz gömütlükten ayrılmadan bir top güvercin geldi, taze gömüt toprağına kondu. Kar her yanı kaplamıştı, belli ki açtılar ve yiyecek bir şeyler arıyorlardı.

Birden çocukluğuma, çocukluğumun güvercinlerine gitti aklım…

Binboğalar’ın sarp kayalıklarında yaşayan dağ güvercinleri olurdu.Şehir güvercinlerine hiç benzemeyen, evcilleştirilmeleri zor, ele, avuca sığmayan boynuala kuşlarıydı bunlar. Herkesin ruhunda bir güvercin taşıdığına, ölümden sonra bu güvercinlerin bedenden çıkarak gökyüzündeki güvercinlere karışacağına inanırdık. Ölen iyi insanlar, ermiş kişiler güvercin donuna( görüntüsüne) girerek geri dönerlerdi. Akşam serinliğinde, güvercin sürüleri suya indiklerinde, onları uzaktan izlerken, ” Bak, şu Keleş Mustafa, şu Gül Ali, şu Bese nene …”derdik.Yavru güvercinler de, boğmacadan, kızamıktan ölen küçük kardeşlerimiz olurdu. Güvercinlerin kuluçkaya yattıkları günlerde, kayalara tırmanır, yuvalarından aldığımız yumurtalarını eve getirerek kümesteki tavukların altına koyardık. Ancak, tavuklar, bu yabancı yumurtaları çabuk tanır, gagalarıyla iterek folluğun dışına çıkarırlardı. Böylece, tavuktan güvercin çıkarma çabalarımız da boşa gitmiş olurdu.

Kayalıklardaki yumurtaları alınmış boynuala güvercinleri ise ayırdına varmadan günlerce boş yuva beklerdi.Sonunda, yavru çıkmayacağını anladıklarında, çığlık çığlığa yuvanın etrafında bir kaç kez kanat çırptıktan sonra uzaklara gider, bir daha geriye dönmezlerdi. Türküsü de vardı: “Çok yuva bekledim yavru çıkmadı/ Boş yuva bekleyen yoz kuşa döndüm”

Fevzi’nin gömütünden havalanan güvercinler, süzülerek üzerimizden geçti. Kimbilir, belki Fevzi’yi de aralarına almış, çok uzaklara gidiyorlardı. Gözlerimi, havada takla atarak uzaklaşan güvercinlerden hiç ayırmadım. İçlerinden birine, ”Fevziii!” diye bağırmak geçti içimden…

_________________

[email protected]
* Bu yazı, Cumhuriyet Gazetesi’nin Pazar Yazıları sayfasında da yayımlandı.

648020cookie-checkYitik güvercinler*

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.