Yırtıklık ya da pişkinlik

Zor günlerimde de rahat günlerimde de hiç bozmadığım ama şimdi tavsattığım iki alışkanlığım vardır: yılda bir kere kalkan balığı almak ve gene yılda bir kere enginar dolması yapmak. İkinci alışkanlığımı hanımın ölümünden sonra nedense bıraktım. Enginar dolmasını pek severdi. Enginar dolmasının yapılışı zahmetlidir: enginarı oymak, doldurmak, pişirmek güç ve zaman ister. Çocuklar da severler enginar dolmasını. Bu yıl da yapamam, belki gelecek yıl çocuklara bir enginar dolması ziyafeti çekebilirim. Kalkanlar birden tezgahları doldurunca biraz çekinerek de olsa balıkçımın dükkanına dayandım. Balıkçım diyorum ama aldırmayın, hepsi bir, hangisinden olsa alıyorum. Balıkçıyı değiştirmek birçok bakımdan gereklidir. Çekinerek de olsa dedim, ben de biliyorum o Bursa ekibinin kalkanı kadar büyük kalkanın daha verimli olduğunu. Gelgelelim ona ödenecek param pek olmaz benim. Her elim rahatladı dediğimde bir masraf çıkıveriyor. Hem ben biraz tutumlu bir kişiyim. Öyle olmasaydım geçmişteki fırtınalı günlerde gemiyi karaya oturtur çıkardım.

Balıkçı içeriden çırağına bağırdı: “Bırak onu, bana bak, olmaz o, sen abime şunlardan ver. Dur sen, bana bırak.” Dışarı çıktı, orta boy bir kalkan aldı. Balığın bir o yüzünü bir bu yüzünü bana gösterdi. “Sana mis gibi bir erkek kalkan veriyorum, afiyetle yiyin” dedi. Tezgahın arkasına geçti, balığı parçalayıp temizlemeye başladı. Bir ara balığın içinden kocaman bir yumurta kesesi çıkarıp dağılmasın diye özenle taşın üstüne yatırdı. İşini bitirince balık parçalarını torbaya koyarken balık yumurtasını ayrı bir kaba yerleştirdi.“Bunu una bulayıp kızartacaksın beyabicim, çıtır çıtır pek güzel olur” dedi. Herkes için her zaman iyi düşünmek ilkesinden yola çıkarak şöyle düşündüm: “Demek ki balıkçı erkek balıkların da tıpkı dişiler gibi yumurtladığını düşünüyor.” Gözlerinin içine biraz derinden baktım, orada tam anlamında bir anasının ipliğini satmış insan yırtıklığı yakaladım. Hiç tınmadı. Pişkin pişkin güldü ve tam bir bilge kişi olgunluğu göstererek beni saygıyla uğurladı.
Dürüst genç insanlar böyle şeylere çok kötü kızıyorlar. Onlar benim gibi güç yaşam koşulları gereği feleğin çemberinden geçmiş olmadıkları için böyle bir davranışı insanlığın bittiği nokta sayıyorlar. Elbet ben de böyle bir davranışı insanlığın başladığı nokta sayıyor değilim ama o zavallı adamın bu garip toplumda öyle biri olmaması için yeterli koşulun bulunmadığını bildiğimden daha hoşgörülü oluyorum. Toplumun durumunu iyi ayrıştıramazsanız ve niteliklerini iyi göremezseniz aşırı duygusal yorumlara ve olmadık çözümlere yönelebilirsiniz. Sonunda da tüm suçu yönetenlerin sırtına yükler çıkarsınız. Oysa yönetenlerimiz bize çok benzerler. Bir toplumun ortak bilinç düzeyi onun tüm tutumlarını ve davranışlarını sonuna kadar açıklayacak özellikler ortaya koyar. Gençlerle tartışmalarımızda ben hep onların birilerinden yakındıklarını ama toplumun bütünüyle ilgili bir tutarsızlığı benimsemek istemediklerini görüyorum. Şöyle diyorum çok zaman: “Sen çok güzel yüreğinle haklı olarak demokrasinin sözde kaldığı bir toplumda yaşadığına inanıyorsun. Doğrudur. Bu bir suçsa, bu suçun şu ya da bu kişilerde olduğunu düşünüp rahatlama. Burada suçtan çok bir toplumun olgunlaşmamışlığı var. Bunun adı öteden beri azgelişmişliktir biliyorsun. Her zaman şöyle diyebilmeliyiz: biraz daha ışık!”

Geçenlerde alışveriş yaparken Ali’ye şöyle dedim: “Demokrat olmanın kolay bir şey olmadığını, bunun toplum bilinciyle ilgili bir durum olduğunu şu kadının ne yaptığına bakarak anlayabilirsin.” Güzel, temiz giyimli, kendini bilir görünen bir genç “bayan” çilek tezgahının önünde ağır ağır çilek seçiyordu. Çilek seçmek karpuz ya da portakal seçmeye benzemez. Çileği seçerken ister istemez şu tutum içinde olursunuz: kötülerini başkaları yesin. Hep görüyorum, sözde İstanbul’un biraz daha uygar görünen ortamında eğitilmiş kadınlar ve adamlar fasulye seçmekte, bamya seçmekte, kiraz seçmekte ustalaşmışlar. Benden ötesi beni ilgilendirmez demek değil midir bu? “Ali, bu iki süslü kadın yumurtaların üzerine neden böyle abanmışlar biliyor musun? Karton kutuların içinden yumurtaları seçiyorlar, büyük yumurtaları kendilerine ayırıyorlar, küçük yumurtaları başkalarına bırakıyorlar, sözde çaktırmadan.” Benim gibi feleğin çemberinden geçmiş olmadığı için Ali’nin gözleri dört açıldı.

Demokrasiyi bir istemede gelecek bir Hüma kuşu gibi görmek yanlışına düşüyoruz. Demokrasi bir yönetim biçimi değil her şeyden önce insan saygısıyla belirgin bir kavrayış biçimidir. Dünyanın her yerinde, özellikle azgelişmiş ülkelerde cumhuriyetler içleri demokrasiyle doldurulmadıkları için baskı rejimlerine dönüşüyorlar. İnsanlar bir yandan baskıdan yakınırken bir yandan da büyük yumurtaları ve küçük çilekleri kendilerine ayırıyorlar.

643040cookie-checkYırtıklık ya da pişkinlik

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.