Yukarıdakiler – Aşağıdakiler

Siz; hanımefendiler, beyefendiler (Ledies and gentlemans), nazik baylar, nazik bayanlar, merdivenden kayanlar, bir verip üç sayanlar, bir koyup beş alanlar, alçak dağları, yüksek dağları ben yarattım diyenler..


Siz; hanımefendiler, beyefendiler (Ledies and gentlemans), nazik baylar, nazik bayanlar, merdivenden kayanlar, bir verip üç sayanlar,bir koyup beş alanlar, alçak dağları, yüksek dağları ben yarattım diyenler, burnu  Kaf Dağı’nda olup, burnundan kıl aldırmayanlar, ta uzakları görüp, burunlarının dibindeki tuzakları ve  olup bitenleri göremeyenler, malikanelerde, kaşanelerde, köşklerde, saraylarda yaşayanlar, en yüce tepelerden kuş bakışı bakıp, kuş gibi düşünebilen servi boylu cüceler,  Olimpos Dağı’nda oturduğunu sanıp, aramızda Tanrı ya da Yarı – Tanrı edasıyla dolaşan insan kılıklı soytarılar, krallar, şahlar, padişahlar…


Siz; yönetenler (ya da yönettiğini zannedenler), yönetilenler, hem yönetip hem yönetilenler… Bir başka deyimle edenler, edilenler, hem edip hem edilenler, ilgili, bilgili geçinenler, ağalar, beyler, ağabeyler, gelenler gidenler, gelip gelip gidenler, gidip gidip gelenler, bitmeyen seyr-ü seferler…


Siz; şan, şöhret, mevki, makam tutkusuyla, para aşkıyla yanıp tutuşanlar, bu yüzden adeta Shakespeare (Şekispir)e taş çıkartırcasına Macbeth ve Lady Macbeth sendromu yaşayarak rahat uykularını öldürenler, “Tanrım benim mi bu kanlı eller?” diyerek aramızda dolaşanlar, en korkusuz korkaklar…


Siz;  aslında dört tane kazı gütmekten aciz olduğunuz halde, ülke yönetmeye kalkanlar, vurguncular, soyguncular ve Pinokyo gibi her geçen gün burunları uzayan en büyük yalancılar, büyüklere, küçüklere anlatılan ve bir türlü bitmeyen hep o aynı masallar, alanlar, satanlar, pazarlayanlar, emme-basma tulumba misali, ellerine ne geçirirlerse hortumlayanlar, kendi pirelerini deve edip, deveyi hamutuyla yutanlar…”ne sihirdir ne keramet! El çabukluğudur marifet!” diyenler, seçilmişler, seçkinler, seçenleri becerenler…


Siz; madrabazlar, oyunbazlar, hilebazlar, düzenbazlar, kumarbazlar, soytarılar, palyaçolar, baronlar, şişirilmiş balonlar, gündüz insan, gece kurt görünümünde yaşayanlar, her türlü aydınlıktan korkup, karanlık düşünceleriyle  birlikte karanlıklarda barınanlar, hamam böcekleri, omurgasız solucanlar, yumuşakçalar, atlı karıncalar, prensler, prensesler, şehzadeler ve bilumum dükler, zübükler, dilli düdükler…


Siz; vermeden alanlar, üretmeden tüketenler,’borç yiğidin kamçısıdır’ diyerek öğünenler, kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı ortamlarda söğüşle(y)(n)enler, uzak diyarların denizlerinde yüzüp, güneşlenenler, bitler, pireler, develer, iri gövdeli filler, ahtapotlar, balinalar, hiç doymayanlar, gözleri aç oburlar…


Siz; hanı yağma edenler, aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyenler, yedikçe semirenler, hazımsızca geğirenler, hem geğirip hem de fütursuzca yellenenler, eline, diline, beline sahip olmayı bilmeyenler, bitmeyen ihaleler, efsunlu bilmeceler…“bas(!) bas(!) paraları Leyla’ya bir daha mı geleceksin dünyaya!” diyenler, gelsin eurolar, dolarlar, yenler, dilberler, çılgın geceler, ballı yengeler, “denizde kum bende para” diyenler, para içinde yüzenler…


Siz; bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar, kendini ulema sananlar, kimliksiz, kişiliksiz, mesleksiz, mesnetsiz toplumları yaratanlar, el-etek öpmeyi marifet sayanlar, yağcılar, yalakalar, yağdanlıklar, yurdum insanlarını kapı kulu sananlar, halka talkın verenler, kendi salkım yutanlar,  kerameti kendinden menkul olanlar, cepleri hep dolanlar, adına destan yazılanlar, meftunlar, meczuplar, medyumlar, üfürükçüler, cinci hocalar…


Siz; yatçılar, katçılar, yap-satçılar, kap-kaççılar,  yankesici, zarfçı, tırnakçı, üç kağıtçı, dolandırıcılar, simsarlar, ayakçılar, kalpazanlar, kan emici yarasalar, tefeciler, gececiler, tufeyliler, sümüklü böcekler, bilumum alavereci, dalavereciler, sürün sürün süründüren, asıl sürünmesi gereken sürüngenler…


Siz; beyinlerini markalaştıramayıp, yaldızlanmış yaşamlarıyla markalaşmaya çalışanlar, giyimine göre karşılanıp, kişiliğine göre uğurlananlar, medya maymunlarını oynayanlar, kız girip, dul çıkanlar, günübirlik aşk yaşayanlar, depresyondayım deyip unutulanlar, çakallar, kurtlar, ayılar, nerede o eski  yol yordam bilen kabadayılar?… 


Siz; halk açlıktan, sefaletten, yoksulluktan, işsizlikten, aşsızlıktan, inim inim inlerken; halkla alay edercesine; “ne yani, çocuklarımız aç mı kalsaydı?” diyenler…Bin bir kılığa girip, bin bir gece masalları yaşadıkları halde; giydikleri sahte ‘melanet hırkası’ ile birlikte göz boyayıp; bir lokma, bir hırka misali yaşadıklarını söyleyenler, köpeksiz rast geldikleri köylerde (yerlerde) elleri değneksiz gezenler, bıyık burup, göz süzenler, gelmeden geleceği sezenler, hanendeler, sazendeler, tefler, dümbelekler…


Siz; kimsesizlerin kimi, sessizlerin sesi olduğunu söyleyip, herkesin sesini, nefesini kesenler, “ben ben miyim, ben kimim?” dedirtenler…Edebi, terbiyeyi şiar edinenler, vatandaşa küfredenler…”bizden olmayan patates dinindendir” diyenler ve götürdükleri paranın hesabını vermekten çekinenler…


Siz; hem tüyü bitmemiş yetimin tüylerini, hem kümesteki kazların, kuşların tüylerini yolanlar, kuştüyü, kaztüyü  yastıklarda, yataklarda yatanlar ve kendilerini ölümsüz sananlar, alaca karanlık kuşaklarında el yordamıyla yol bulanlar, her gece Lailalar, Rainalar, Dilaylalar…Adidas, Nike…ayakkabılar, çantalar, elbiseler, arabalar, her türlü markalar markalar, markayla yatıp, markayla kalkan, m(arkalanmış) insanlar…


Siz; enteller, danteller, dönekler, okumuş geçinen yarı cahiller, kara cahiller, numaralı cumhuriyetçiler, tatlı su solcuları, AB ve ABD yolcuları, cafelerde, barlarda, cazlarda buluşup konuşanlar, sağda solda vuruşanlar, vatan kurtaran aslanlar, ağzından çıkanı kulağı duymayan, kafadan bacaklılar, kırık kanatlılar, kırk ayaklılar…


Siz; bana ne lazımcılar, idare-i maslahatçılar, her devrin adamı eyyamcılar, ne sağcı ne solcu futbolcular, orta yolcular, maskeli bay ve bayanlar, kendileri yanmadıkları halde başkalarını hiç acımadan yakan ‘teflon’ insanlar…


Siz; yukarıdakiler, mağrurlar, efendiler, limon gibi sıkanlar, üzüm gibi ezenler, düşler aleminde gezenler, kendini beğenmiş kibirliler,  medyatikler, empatikler, telepatikler, sempatikler, antipatikler, sosyetikler, hiç bitmeyen tikler tikler ve yükselen değerler, sadece estetik kaygılarla değil her anlamda ülkeyi de gerenler gerilenler, postu yere serenler, er(kek)lerin defterini dürenler…


Size sesleniyorum; “Hiç düşündünüz mü(?) dünü, bugünü, yarınları, aç-susuz, işsiz, aşsız yoksulları, sevgisiz bırakarak, savaşlarda kırarak, geleceklerini, umutlarını çaldığınız kadın-erkek, çocukları, zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri kalmayan, her geçen gün biraz daha çıldıran, yılkı atına dönmüş bu çaresiz insanları”…


Vurun abalıya! Dünün, bugünün, yarının tuzu kuruları… ne de olsa bütün bunlar memleketimden insan manzaraları…


Ya siz; Aşağıdakiler, mağdurlar, üzüm gibi ezilenler, sömürülenler, hor görülenler, ‘Kunta Kinte’ler, köleler, aç gezdikleri halde kendilerini darı ambarında sananlar, Kerem misali yananlar, yalanlara, talanlara aldanıp ta kananlar, kendilerini maydanoz, limon, domates, fasulye misali nimetten sananlar, gece kondukları yerde sokaklarda yatanlar, varoşlarda varolmak için savaşanlar, seçenler, memurlar, işçiler, köylüler, emekliler, bilumum emekçiler…


Siz; oynanan her oyunda figüran yerine konulanlar, kuş, tavuk, kaz misali yolunanlar, belki ben de şöhret olurum diye, nerede olursa soyunanlar, ağzı dolu kan olsa da kızılcık şerbeti içtim diyenler, üçüncü ,beşinci, onuncu elden giyenler, ne bulursa kemiren, bir deri bir kemik, baldırı çıplak, yalın ayak, başı kabak gezenler, umduğunu değil bulduğunu yiyenler, adını, içeriğini dahi bilmedikleri Stockholm sendromlarına yakalanıp, kendi cellatlarını sevenler, eşeğine gücü yetmeyince semerini dövenler, gece gündüz ana avrat sövenler, hamasi nutuklarla övünenler, yaşarken de ölenler…


Siz; her hıyarım diyenin peşinden koşanlar, kapı gıcırtısında coşanlar, masallarla, ninnilerle, şarkılarla, türkülerle uyuyanlar, televizyonlarda kanal kanal dolaşanlar, filmlerde, dizilerde kendilerini bulanlar, kafa kağıdına göre vatandaştan sayılanlar, gazozla ayılanlar, limonla bayılanlar, hiç yaşanmamış, yaşanmayacak kaybolan yıllar…


Siz; analar, babalar, bacılar, gardaşlar, çocuklar, evlatlar, gelecek yarınlar, hiç sönmeyen ve bitmeyen umutlar, yuvasız kuşlar, kara sevdalar, gelinlik kızlar, delikanlılar, dokuz canlılar ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlar…


Siz; yazarlar, çizerler, ozanlar, oyun bozanlar; “gelin canlar bir olalım sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz!” diyen, Yunuslar, Mevlanalar, Ahi Evranlar, Pir Sultanlar, Hacı Bektaşlar, Hallacı Mansurlar, Dadaloğlu, Köroğlu, Karacaoğlanlar…


Size sesleniyorum;” Hiç düşündünüz mü(?) dününüzü, bugününüzü, yarınlarınızı, umutlarınızı, oylarınızı çalanları, aç-susuz, yalın-ayak, baldırı- çıplak, başı-kabak bırakanları, kardeşi kardeşe kırdıranları, barbarcasına insanları yakanları, beslemeyip asanları, dar ağacında fidanları, afra- tafra yapanları, caka satanları, hiç vermeyip, hep alanları, altınızı oyanları, yavuz hırsız misali soyanları, yalanları, talanları, kendilerini ulema, alemi aptal sananları, oyuna sahip çıkmayıp bir pula satanları, kurbanlık koyunları, yedi uyuyanları, bitmeyen hamam sefaları, lale devri çocukları, sizi çıldırtanları oyları ah oyları, yalancı dolmaları, muhteşem soysuzları…


Sever misiniz bilmem kanaviçe, nakış, ince iş oy(ma)ları, çok hoşuma gidiyor, Yurttan Tip Koroları, memleket havaları…
Kırılır elbet bir gün ahtapotun kolları…


“Anneme aşağılarda olduğumu söylemeyin! O benim yukarılarda olduğumu sanıyor!”


Mete Karakaş – araştırmacı/yazar


e-mail: [email protected]


METE KARAKAŞ’IN DİĞER YAZILARI


– Aşk eski bir yalan…
– Aşklar, şiirler ve şarkılar 
– Gittim, gezdim, gördüm
– …bağlı kadınlara selam olsun! (1) 
– Destan’dan destana yol gider (II) 
– Bunu biliyor muydu Bay Bush? (III) 
– ‘Amazon’ kadınlarından ‘Amansız’lara (IV) 
– Panik Odası mı? Nanik Odası mı? (V.) 
– Meryem ve Meryem (VI) 
– İki farklı Recep öyküsü… (VII) 
– Teflon insanlar (VIII) 
– Hippiler (Hippie) ve bonomolar (IX) 
– Hindi ve papağan (X) 
– Şiir üstüne ne varsa… (XI)
– Sanat (zanaat) ve sanatın başlangıcı (XII)
– Erkek Olmanın Dayanılmaz Hafifliği (XIII) 
– Düşünce yazıları…(XIV)
– Sigara – Nargile – Pipo (XV) 
– Acele karar vermeyiniz… (XVI) 
– Kararlı ol ve seçimini doğru yap! (XVII) 
– Öğrenmenin yaşı yoktur (XVIII) 
– Bitmeyen Senfoni (XIX) 
– Nazım Hikmet Kültür Merkezi…(XX) 
– Hayatın aynasıdır tiyatro! (XXI) 
– Mağdurlar ve mağrurlar (XXII) 
– Şu Çılgın Türkler (XXIII) 
– Benim sinemalarım… (XXIV) 
– Muhteşem gece! (XXV) 
– Pamuk eller cebe! (XXVI) 
– Yurttan Tipler Korosu! (XXVII) 
– Anıların izinde radyo günleri! (XXVIII) 
– Yaşamak ve sevmek üstüne! (XXIX) 
– Suçlular aramızda… (XXX) 
– Sen neymişsin be abi! (XXXI)
– Durdurun dünyayı inecek var! (XXXII) 
– Bir demet maydanoz…(XXXIII) 
– Tersine dünya…(XXXIV)



 

688310cookie-checkYukarıdakiler – Aşağıdakiler

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.