Yunanistan dersleri

Bir zamanlar “Avrupa’nın şımarık çocuğu” unvanı ile anılan Yunanistan, hem şımarıklığının hem de merkez kapitalizme verdiği hizmetlerinin sonucunda ağır bedel altında kıvranmaktadır. Meseleyi yüzeysel yorumlamak çok kolay; Almanya ve Fransa üretti, Yunanistan da hovardalık yaparak merkez sermayeye pazar işlevini gördü. Evet, görüntü böyle.

Daha da ileri giderek, işlerin bu aşamaya gelinceye kadar, nasıl oldu da Avrupa Merkez Bankası’nın ya da ülkelerin hükümet yetkilerinin gidişatı görmediğini eleştirerek suçluyu saptamanın rahatlığını yaşayabiliriz. Yüzeysel yorumu daha da derinleştirip, hatta biraz da bilimsel bir görüntüye bulayarak, finans dünyasının daima dengesiz genişleme yaratıp, ekonomilerde balonlar oluşturduğunu da ileri sürebiliriz. Hatta, yorumu biraz süslemek ve parlatmak için, Yunanistan’a yapılan ve/veya yapılacak yardımın bizzat Alman ve Fransız bankalarının kurtarılmasına yönelik olduğu da dillendirilebilir.

Hangi yaklaşıma ağırlık verirsek verelim, sonuçta Yunanistan’ın bugün bir bedel ödemesi gerektiğini kabul edip, meseleyi gerek Yunanistan, gerekse Avrupa Birliği açılarından ayrı ayrı irdeleyebiliriz. Nitekim, bugünlerde yaşananlar tam da bu çerçevede cereyan ettiğinden, yorumun doğru olduğu yargısı ile, taraflar arasında varılacak sonuçlara odaklanılabilir.

Tüm görüşlerde isabet olduğu ve eleştirilecek bir noktanın bulunmadığı ileri sürülebilir. Zira, daha 2010 başlarında da Yunanistan’ın önemli bir borç stoku vardı ve gidişat hiç de iç açıcı değildi. Ancak Yunanistan bu dönemde borç yapılandırılmasına yanaşmadı ve borçlanmayı sürdürdü. Böylece bir tür Ponzi borçlanma sistemine sürüklenen Yunanistan bugünlere geldi. Görülüyor ki, ekonomilerin içsel dinamiklerine müdahale edilmediği durumda, sistem dengeye gelmiyor, tam tersine, hızla dengeden uzaklaşıyor. Bir yandan piyasa ekonomisinin olguları perdeleme gizemi, diğer yandan hükümetlerin oy kaygıları ve halkların kısa görüşlülüğü sistemi bozdu ve raya oturtulması için bir tür dış dayatmaya gereksinim ortaya çıktı.

Buraya kadar çok hızla ve yüzeysel olarak ileri sürülen görüşler için doğru ya da yanlış ifadesi kullanılamaz. Zira bir görüşün doğru ya da yanlışlığı bakış açısına göre değerlendirilir. Hemen değerlendirme yapacak olursak, piyasa hakimiyetinin öne çıkarıldığı neoliberal süreçte, bazı detay itiraz ve düzeltmelerle, Yunanistan’ın durumu ve gelişiminde de, bugün Troyka’nın dayatmalarında da itiraz edilecek fazla bir şey yoktur. Nitekim görüşümüzü biraz genişletip 2008 krizini hatırlarsak, ABD’nin de nasıl krize saplandığını, hatta krizden daha iki yıl öncesinde FED başkanı Ben Bernanke’nin krizlerin sonlandığı ve artık büyüme meselelerine odaklanması gerektiği şeklinde beyanlarda bulunduğu, aynı doğrultuda beyanda bulunan Nobel ödül sahibi Robert Lucas’ın da Bernanke’nin yanında yer aldığı hatırlanırsa, Yunanistan’ın vahim atlama ve hataları bunların yanında biraz teferruat kaldığı görülür.

Nasıl bu kadar vahim hatalar yapılıyor ve işler iyice sarpa sarıncaya kadar kimsenin kılı dahi kıpırdamıyor, ancak bıçak kemiğe dayanınca güçlüler harekete geçip, faturayı güçsüzlere kesiyor? Süreç bir merkezden yönetilmediğinden ortada bir hata yoktur. O nedenle kurumlara ya da politikalara eleştiri yöneltmeden sisteme ve sistemin işleyişine bakmamız gerekmektedir. Sistem mekanizması yol alırken, tüm bileşenleri çeşitli yöntemlerle ve bizzat onların rızaları ile sistemin içine almaktadır. Sermaye birikime yönelirken, emek sermaye adına sömürülmeye, süreci algılayamadan, razı olmakta; yükselen finans bir yandan maddi sermayenin piyasa olanaklarını genişletirken aynı anda sermayeden aslan payını almakta; tüketiciler de kazandıklarından fazlasını harcarken mutluluk hormonuna boğulmaktadır. Böylece herkes kendi çıkarını güder göründüğü halde, tüm ekonomik ajanlar sermayenin çıkarına hizmet etmiş olmaktadır. Bir kanser dokusu şeklinde büyüyen sermaye tehlikeli boyuta ulaşınca, bizzat sermayenin güçlü bölümleri ile başlatılan “yaratıcı yıkıcı” operasyonla verimsiz unsurlar ayıklanmakta, aylak dokular törpülenmekte ve sistem yeni bir dengede raya oturtulmaktadır. Kısacası, ne krizin oluşumunda ne de çözümünde halk ya da sermayenin zayıf dokusu yer almaktadır, bunlar krizin sorumlusu değildir. Krizin oluşum aşamasında da sonlandırılmasında da sermayenin güçlü bölümü başat rol oynamakta ve sonuçta da karlı çıkmaktadır. Görülüyor ki, sistemi odağa koymadan ne süreç anlaşılabilir ne de anlamlı çözümleme yapılabilir.

Bu görüşün ışığı altında Yunanistan olgusunun önümüze serdiği öğretilerden kısaca söz etmek istiyorum. Birincisi, günümüz ekonomi koşullarında hiçbir düzenleme yapılmadan ekonominin piyasa dürtüleri ile uygun yol alacağını düşünmek ciddi bir hatadır. Tüm işleyiş piyasa dürtüsüne bırakılamaz.

İkinci olarak, 2000 IMF-Derviş politikalarının Türkiye’yi oturttuğu rampa sanayisizleşmedir. Böyle bir rampada 75 milyonluk bir ekonomi bir yere varamaz.

Bankacılık denetim altına alınmalıdır, dış kaynaklı bankaların genel sistemde giderek ağırlığının artması ekonomi için kesinlikle bir tehlike işaretidir. Özellikle kriz dönemlerinde kar oran ve/veya miktarı yükselen yabancı bankaları denetim altında tutmak güç olabileceği gibi, kar transferlerinde de ekonomi büyük sıkıntılara düşebilir.

Syriza hükümetinin izlediği politikayı “sosyalist” olarak tanımlamak, programın içeriği itibariyle teorik olarak doğru olmadığı gibi, emperyalist Troyka karşısındaki durumu itibariyle de solun aşağılanmasına vesile oluşturabilir. Program kısmen sosyal demokrat nitelikli olduğundan, emperyalistlerle çetin mücadele sonucunda bir yönü ile erimeye mahkûmdur. Programın abartılmadan gerçek niteliği ile ortaya koyulması sol politikaların emperyalistler karşısında tutunamadığı şeklindeki kasıtlı yorumların önünü alır.

Emperyalistler Yunanistan’ı ürün ve sermaye piyasası olarak sömürmenin sonucunda, bugün de Euro’dan çıkmasını açık veya kapalı telkin ederken, bu kez de aşırı devalüasyonlara iterek, ikinci hamlede de ekonomiyi soymaya yeltenmektedir. Bu itibarla, IMF ya da Dünya Bankası veya güçlü ekonomilerin zayıf devletleri program yapma görüntüsü altında zaman zaman sabit kur ya da dalgalı kur rejimleri önermelerinin altındaki görüşü çok net anlamak durumundayız.

Yunanistan askeri işgal benzeri sıkı emir ve komuta altında yol almaktadır. Son oylamada halkın çok büyük oranını arkasına almış olan hükümet Troka karşısında işgal altına ülke yönetici muamelesi görmektedir. Bu süreci geçmiş dönemlerin askeri işgal altındaki sömürgelerin yönetimine analojik olarak algılayarak, günümüzde emperyalistlerin dayatmalarını bu bağlamda değerlendirmek durumundayız.

1596690cookie-checkYunanistan dersleri

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.