Zaman var mı?

“Her şey için zaman vardır.” Fransızlar böyle derler. Çoğumuz zamansızlıktan yakınırız. Ev hanımı bile zamansızlıktan yakınır. Dolmayı ocağa vurup şöyle iki dakika Fatma hanıma uğramış, ezanı Muhammedi okunmadan eve dönmüştür, tahtaları şöyle yalan yanlış silmiş, derken akşam olmuştur. Gidiş gelişin hızı insanların çok önemli işlere koşturduklarını düşündürür bize. Oysa önemli işlerin peşine gidenlerin sayısı az. Alışverişe geç kalanlar, kahveye ya da “café”ye geç kalanlar, ev toplantılarına geç kalanlar, Akif eniştenin ya da Nazlı teyzenin sohbetine geç kalanlar ve benzerleri koca koca kentlerde o büyük, o başdöndürücü devinimi yaratıyorlar. Cep telefonuyla konuşanlardan kulağımıza çalınan en yaygın söz şudur: “Beş dakikaya kadar oradayım.” En ciddi görünen insanlar bile, çok ciddi olması gereken kurumlar bile zamanı özenle öğütürler.  Bir sabah benim de görev yaptığım bir eğitim kurumunun başı olan arkadaşımız odama geldi ve öfkeli bir tonda uzun uzun yakındı: öğretim elemanları kuruma gelmiyorlardı. Bunun için bir şeyler yapmak gerekirdi. Kendisine şu soruyu sordum: “Sabah sekiz buçuktan akşam altıya kadar burada olanlar yararlı olabiliyorlar mı?” Arkadaşım hayır diye yanıtladı. Bazıları gelmiyor, gelenler çalışmıyor. Bu işi düzeltmenin tek yolu nitelikli insan yetiştirmektir.

Başka bir kurumda çalıştığım yıllardı. Zaman zaman okula ayağı düşen arkadaşımızdan biri gene bir gün çıkageldi. Selamlaştık, hal hatır sorduk, hoşbeş ettik. Derse geldiğini söyledi. Sohbete başkaları da katıldı. Bir ara arkadaşlardan biri bu çok değerli sanatçıya “Hani siz derse girecektiniz?” dedi ve şu yanıtı aldı: “Evet, girecektim girmesine de Afşar beyin sohbetine takıldım kaldım, artık bugün de böyle olsun!” Çok zaman arkadaşlarımız odalarında bütün bir günü laklakla geçirirler. Çaylar kahveler gazozlar içilir, fıkralar anlatılır, vakit ölür gider. Bazıları da derste söyleyecek sözleri olmadığından kaytarırlar. Hoca nerede? Toplantıda. Her gün döne döne aynı şeyi anlatmak da olmuyor. Bazıları kurnazlık eder, derste “tartışma” açarlar. Örneğin: “Bugün sizinle özgürlüğü tartışacağız.” Bilen de bilmeyen de konuşur. Efendi kardeşimiz sanki zamanı doğru dürüst kullanmış gibi dersten çıkarken şöyle der: “Bu konuyu bugün yeterince irdeleyemedik, gelecek derste gene bu konu üzerinde duracağız!”
Eğiticinin kendini kurumuna iplerle ya da zincirlerle bağlı duymaması elbet çok önemlidir. Ona neredeydin demek onu küçültmek gibi bir şeydir. Burada değilse elbet gene eğitimle ilgili bir işin peşindedir. Devlet iyi kötü bir maaş veriyorsa bunu bütün iş zamanı için veriyor. Öğretim elemanının işi ders vermekle sınırlı değildir. O her şeyden önce bir araştırmacıdır. Yok efendim Avrupa’da eğitimciler ikiye ayrılırlarmış, birileri ders verirken öbürleri araştırma yaparmış. Her neyse, öyle olsa ne değişir ki! Eksik yapılan görev karşılığında alınan para hırsızlık parası gibi bir şeydir. “Alın, alın, bana dokunmaz, bu devletin parası!” der Marquis de Sade. Bu acı bir durumdur. Örtünün altını kaldırıp olan bitene baktığınızda şunu görürsünüz: her kişi bir kesimin, bir topluluğun, bir örgütün, bir partinin, bir kliğin adamıdır. Biri arkasını şuraya dayamıştır, bir başkası buraya. Çoklarının arkasında devlet desteği vardır. Devlet onlara şöyle mi demek ister: “Sen benim güvendiğim adamsın, çalışıyorum ayağına kendini hırpalaman gerekmiyor. Rahat ol ve durumu kolla. Biz senden bunu istiyoruz.” Ben devletin bu kadar duyarsız, bu kadar ilgisiz, bu kadar sorumsuz davranabileceğine hiçbir zaman inanmadım. Ama inandığım bir şey var: devlet birilerine arka çıkarak eğitimi zora sokuyor.

Kimseler bir şeylere zaman bulamadan yaşam akıp gidiyor dostlarım.  Fatma teyze de zamansızlıktan yakınıyor, Arif amca da, Minürdün bey de, muhtar Şerafettin efendi de, müdür bey de, romancı kardeşimiz ev hanımı Ayten Yazardurur da, gece bekçisi Hüseyin Uyuroğlu da. Buna karşılık emekliler evde ya da kahvede nasıl bunaldıklarını bir edebiyat adamı inceliğiyle anlatıp duruyorlar. İnsana tam anlamında bir özgürlük sunan emeklilik yılları boşa akıp gidiyor. Hele artistlerin hiç vakti yok: onlar geceyi şurada burada geçirirken dizi yapmaya bile vakit bulamıyorlar. Korkunç bir devinim her yanda gözlerimizi karartıyor. Adamın acele işi var, size omuz vurup geçiyor. Çıtkırıldım bir hanım ellerinde paketlerle soluk soluğa kalmış. Yüz yirmi kiloluk bir abla oflaya puflaya koşuyor. Bir başkası acelem var ayağına otomobili insanların üzerine sürüyor. Ve Maurice Sachs şöyle diyor:“İnsanlar bir şeyler yaptıkça bir şeyler yapmak için zaman bulurlar. İnsan az iş yaptığı ölçüde az şey elde eder: aylakların kendilerine ayıracak bir dakikaları yoktur.”

642320cookie-checkZaman var mı?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.