Zamparanın önüne kahrı çekilir yosma çıkarsa…

İstanbul romanları arasında bir şaheser eser, Ref’i Cevad Bey’in Eski İstanbul Yosmaları…

Serdar Müteferrika Serhatlı
Şubat 2012

Yine ne varsa, eskilerde var!
Bu sözü boşuna söylemiyorlarmış.
Bunu, son dönemde, Türk romancılığı içine düştüğü hikâye edememek sorunu ile düşüş gösterip ¨irtifâ kaybederken¨ daha çok anlıyor oldum.
Arkası arkasına yayımlanan romanlar içersinde, birkaçı hariç dişe dokunur bir elma bulabilmesi, git gide zorlaşmaya başladı; hemen hepsi, çürük elma…
Kitap değerlendirmesi yapan yazarlar, eleştirmenler, gazeteciler de, hâliyle durum böyle olunca, okurunu aşka getirtip bir koşu kitabevine gönderecek, içindeki hâyal dünyasının külhanına ateş atacak, okuma hevesini yerine koyduracak yazılar yazamaz oldu.
Son dönemin gazete kitap eklerine, kitap dergilerine bakınız, roman eleştirisi bulmak ne zordur; tarih araştırması, siyaset, psikoloji ve çok gözde olan kişilik geliştirme gibi öteki konu başlıklarından ise geçilmiyor…
Türk edebiyatında, özellikle romancılığında bir duraksama, hatta gerileme dönemi yaşandığı apaçık…
Bunu aşmanın yolu, dünya edebiyatından beslenmekle, aynı zamanda Türk roman klasiklerini tekrar tektar elden geçirmekte şifa aranmasıyla bulunacaktır, sanırım…
Nitekim, günümüzde yayımlanmış iki ya da üç kitabı okuduysam, asılan yüzümün gergin kaslarını rahatlatacak bir eski dönem romanına koşuyorum; Türk romancılığının vâhasında dinlenmek istiyorum.
İyi de oluyor, hem eski diye yüzüne bakılmayan yazarların kıymetini anlıyor, hem ayrıca bugüne yönelik olarak ne yapılabilir, onlardan ne elde edebiliriz yanıtını düşünüyorum.
Eski derken, fî tarihinin antikalarından söz etmediğimizi okur anlayacaktır; zaten epi topu, Türk romanı yüz, yüz elli seneliktir.
Şuncacık söylemek için lafı gezdirdiğim şeyin kısası şu: Birkaç haftadır elimde bir bitse de kurtulsam eziyeti içinde sürünen kitapların hemen ardından, sandık arasında bulunup eski zaman terzisi elinden çıkmış ipek gömlek misali bir romanla avunmak kısmet oldu.
1959 yılında, iki cilt olarak, Mermer Köşkün Sahibi başlıklı bir romanla kitaplaşmış ¨Eski İstanbul Yosmaları¨ romanını, saat tutmacasına bir mesai gününde bitirmek, ¨Aşk tekrarı sevmez¨, ¨Sevgilime nasıl git dedim¨, ¨Erkeğe dur deme sanatı¨ gibi başlıklarla elime ulaşan çoksatmak amacındaki kitaplar arasında iyiden iyiye ezilip bunalmış bu sıkılan ruhuma iyi geldi; demek eski romanların böylesine Lokman Hekim Ruhu gibi ferahlatıcı yanı da var…
Eski gazetecilerimizden, gazete fıkracısı, romancı, tiyatro yazarı ve çevirmen Refi’ Cevad Ulunay‘ın Eski İstanbul Yosmaları’nın elimdeki baskısı Arma Yayınları tarafından yapılmıştır. Bizim yayıncılarımızın kitap künyesine adam gibi, doğru dürüst bilgi koymaktan aciz olmaları yüzünden anlayamadığımız ayrıntıları artık uydura kaydıra yerine koymak okura kalır. Yine öyle oldu; Arma Yayınları, kitap künyesinde, elimdeki 3.Baskı’nın hangi yıl yapıldığını koymayı zahmetten saymış olmalı… Bunun önemi vardır, zira kitabın baskısı eğer, diyelim ki beş yıl önce yapıldıysa, belki 4. veya 5. baskıları da vardır; nereden bilebiliriz!
Ulunay, hem gazeteciliğin ve fıkra yazarlığının verdiği kalem kıvraklığıyla hem edebiyatçı olmanın üzerinde bıraktığı ağırlıkla romanını su gibi okutturan yazarlardan birisidir.
Refi’ Cevad’ın inişli çıkışlı yaşamında sürgün, siyasi yasaklar, cezalarla geçen günleri kadar İstanbul’daki bohem hayatının döküntülerini, ayrıca bilgi birikimini harcayacak yer bulamayan entelektüelizmini romanlarında görmek kolaydır.
Bu anlamda Türk edebiyatının büyük isimlerinden Refik Halid Karay‘a benzer, aynı zamanda onun kaderine de benzeşir yaşamı…
İki yazarımız da Milli Mücadele günlerinde Ankara Hükümeti’ne duydukları güvensizliği yazılarında belirtince, 150’likler Listesi diye tarihe geçmiş sürgün konvoyunda yer almıştı; yurt dışında ikâmete mecbur kaldılar…
Eski İstanbul Yosmaları, Galatasaray Lisesi mezunu olan Refi’ Cevad’ın bir bakıma kendi tanıklığına dayanır; görüp geçirdiklerini yazar ki zaten romanın içinde bir hikâyeden ötekine zıplarken arada okurun kulağına fısırdamayı unutmaz:
¨Geçmiş zamanlara ait bu gravürleri canlandırırken eski İstanbul’u tanımış olmanın günâhını, vebalini de yüklenmek lazım geliyor. Anlatılan vakıalarda realist olmak icab ettiğine göre Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi üstadlar, eğer günâh ise, bu günâhtan kendilerini tenzih edememişlerdir. Bu itibarla bu yazılarda bir nevi günâhların itirafı gibi oluyor… Yaşanmayan hayat yaşatılamaz. Mazinin yosmalarına dair yazdığım hatıralarda rivayet yoluyla gelenler olduğu gibi belki yakından tanıdıklarım da olmuştur. Okuyuculardan nasılsa hâlâ yaşayan ne pinpon zampara dostlarım var ki onlara açtığım bu tarih sahifelerini okuduktan sonra bana rastladıkları zaman, gözlerinde ama yalnız gözlerinde uyanan bir neş’enin hazzı ile koluma girerek bir sır verir gibi, kulağıma, -Ah azizim, ben de Râ’na’yı tanıdım. Ne kadındı o?- diyenler oldu. O hâlde, eğer şimdi küllenen aşk hatıralarının mangalını kalemimle karıştırırken bir günâh işliyorsam, hepimiz suç ortağı oluyoruz. Ben yazdığım için, siz de okuduğunuz için…¨
Yazarın, iki meşhur yatık yosmayı ayrı ayrı tanıttığı iki bölümlük roman arasında bir geçiş yapıp intermezzo kullandığı bu kısa paragrafında adı anılan Râ’na, romanın ilk yosma kadınıdır; saray köşelerinde, köşk odalarında görülür. İkinci yosma ise Kel lakabıyla bilinen İpek’tir; yoksul muhitten gelmiştir, kabadayılar âleminden fırsat bulup cemiyet basamaklarında pek yukarı adım atamamıştır. Ama her ikisi de İstanbul’un 20.yüzyıl başlarındaki zamparalarını peşinde gezdirip deli divane eden kadınların önünde gelir.
Ulunay’ın romanında olup bitenler 1900’lü yılların başına aittir.
İstanbul’un Pera’sında ateş almış zevk ve sefâhat fitillerinin Boğaz yalılarına, mesire yerlerine kadar sarkıp uzadığı, orada yanmaya devam ettiği zamanlar.
Feraceli, yaşmaklı yosmaların o kadar kumaş yığını altında göz edip işmâr eylediği zamanlar…
Râ’na’nın hayat hikâyesini anlatarak romana koyulan Refi’ Cevad, istenmeyen evliliğinden kaçmak hazırlığındaki dünya güzeli bu genç kıza göz koyup onu ayarttıktan sonra evine kapatan sosyetenin kadın taciri Hafız Hanım’ın becerikli ellerinde Râ’na’yı paşaların gözdesi, yosması yapacaktır; günâhı yazarın boynuna…
Refi’ Cevad, ¨Râ’na, Hafız Hanım’ın yumuşak bir örümceği hatırlatan elini öptü¨ diye bir içtenlik örneği sergileyip lüks ve şatafat içinde yaşamaya kalkışan kenar mahalle güzeli genç kızın geleceğini düşünmeye başlayan okurunu da ikilemde bırakır.
Bir yandan Râ’na’yı içinde bulunduğu yaşamdan çekip çıkaracaktır, üstelik genç kız kendi istenci ve arzusuyla girdiği bu yolda Osmanlı saray süprüntüsü ne kadar asilzâde sınıfından zampara varsa onlarla düşüp kalkarken okura bu hafiflikleri onaylatır, bir yandan da tüh yazıklar olsun çektirir.
Bu, usta bir romancının becerebileceği duygu kompleksidir, bunu kolayca her yazarın kaleminde bulamazsınız.
Yine Râ’na’yı düştüğü çukurdan çıkarmak merakında olan erkekler de zûhur etmekte gecikmez, her zaman olduğu gibi düşmüş kadınlara nikâh kıyma hevesindeki iyi koca adaylarıdır bunlar; Cophetua Kompleksi diye anılan bu durumdakilerin ¨Fahişeyi bataktan kurtarmak¨ ısrarını da okuruz…
Kalem sürçmesi, Latincesiyle Lapsus Calami hatasına düşmeyen Refi’ Cevad’ın tarihin ünlü randevü evi madamlarından esinlenerek, kitonyen-şeytanî bir ruhla tasvir ettiği Hafız Hanım’a da kızacağınız yerde, zaman zaman aferin verdiğini görürsünüz; hatta siz de buna katılırsınız, kendinize şaşarsınız…
Kötü ve iyi bir arada, Refi’ Cevad’ın romanındadır…
Râ’na’yı, alt sınıflardan bir güzeli alıp sosyete gülü yapmak üzerine yazılmış İngiliz müzikâli My Fair Lady’deki Eliza Doolittle gibi yetiştiren, el bebek gül bebek yapan Hafız Hanım, sonunda ona ilk müşterisini bulur; bir Osmanlı Paşası’na geceliğine teslim eder. Gelsin kese içinde altın mecidiyeler!
Romanın intermezzo’sundan sonra bu kez, daha kenar köşede kalmış bir İstanbul mahallesinden fışkıran İpek’le, nâm-ı diğer Kel İpek’le tanışırız; lakin saçları lepiska sarısı, dalga dalgadır.
İpek’in acıklıdır öyküsü, zira bir süre orada burada itilip kakılan, gözden düşen bir yosma olacaktır. Bununla beraber, cami yıkılmış ama mihrap yerinde kalmış denilecek biçimde yaşlandıkça olgunlaşan İpek’in macerası da bitmez; kahrı çekilir yosma arayanların arayıp bulamadığı cinstendir.
Romancımız Ulunay, Râ’na ile İpek’i, iki kardeş paşazâdenin evine çağrıldıkları gece karşılaştırır.
Bir daha rast gelip görüşmezler.
Ancak iki yosmadan birincisi açıkgözdür, aç gözlüdür, önünde engel tanımaz, bu anlamıyla tarihin ünlü yosmalarından olup iktidara kadar çıkan kadınları anımsatır; İpek ise, felaketlerin sınırında dolaşan bir kadındır, ancak mert ve dürüsttür, ötekisi gibi kirli aksatalar yapmaz, bedeni kirlidir ama ruhunu temiz tutar.
Her iki yosmanın başlarından geçen binbir hikâyeyi sade, temiz bir Türkçeyle aktaran Refi’ Cevad’ın bu romanında özel bir mesajı da yoktur, hele bugünün kimi roman yazarları gibi şapkadan tavşan çıkartmaya debelenmez, sırlar ve bulmacalar kurmaz. Okur, daha romanın ilk sayfalarında neler yaşanacağını sanki önceden biliyor olduğu bir masalla karşılaşır, ama aynı masalı her gece dinlese bıkmayacak olan bir çocuk içtenliğiyle okumaya devam eder.
Siyasî geçmişi bir yana, belki de masal tadında roman yazdığı için sırf bu yüzden Refi’ Cevad’ı romancıdan saymamışlardır, onu daha ziyade gazete tefrikacısı gibi görenler çıkmıştır; oysa değildir.
Nitekim, Selim İleri, bir süre önce Zaman gazetesindeki köşesinde yazıyordu:
¨Sonra, 1959 tarihli Eski İstanbul Yosmaları’nı okudum. Belgesel çizgisi de olan bir roman. Ulunay’ı kimseler romancıdan saymazdı. Oysa, 1945’te yayımlanmış Köle, edebiyatımızın hakkı yenmiş pek çok romanından biri. Köle’yi Türk Romanından Altın Sayfalar’a aldığımda şaşıranlar çıkmıştı. ‘Okudunuz mu?’ diye soruyordum; okumamışlardı. Ama, okumadıkları Köle’yi romandan saymıyorlardı.¨
Şuncacık alıntıyı yapmamızın nedeni, size, Eski İstanbul Yosmaları’nı okumanızı salık vermekliğimdir; okudunuz mu bari diye sorulduğunda, bu yazının yazarına da hak vereceğinizi, kendi beğeninizi de sunacağınızı biliyorum…
Öte yandan, Arma Yayınları’nın bu önemli yapıtı tekrar okura kazandırmasındaki çabanın yanı sıra, daktilo-typing hatalarıyla dolu bir kitabı özenli okurun göz ve okuma zevkinden mahrum bırakacak biçimde sunması eleştirilmelidir.
Basit gramer kuralları, basit sözcük hataları yüzünden romanı dikkatle okuyan gözlerin rahatsızlığı anlatılır şey değildir; bu kitapta da roman dikkatli bir editör elinden çıkmamışa benziyor.
Romanı yayına hazırlayan Sayın Metin Martı’nın kitap künyesinde adı geçiyor, ama yaptığı iş zayıf kalmıştır. Bundan sonraki baskılarında Arma Yayıncılığın dikkatini ummak dışında söylenecek bir şey yok!
Bir de, belki bu romana illustrasyon-canlandırma resimleri konursa, bir sanatçı ve editör işbirliği içinde bütün bunlar yapılırsa, o vakit romanın dram ve mizah etkisi daha çok ortaya çıkar, diye düşünüyorum.
Hani, pastel meşe renkli mutfak dolapları ortaya çıksın diye duvarını taba rengine boyamak gibi bir şeydir, bu!
Son olarak eklemeliyim ki romanı okurken, bir yandan da eski İstanbul türküsü olan şu şarkıyı arada bir söyledim, durdum; okumak hevesindeki mırıldanma müzisyenlerine salık veririm:

¨Asmalarda üzüm,
Yosmalarda gözüm,
Biraz daha büyüsem,
Çapkınlıkta gözüm…¨

____________________

* [email protected]

Eski İstanbul Yosmaları, Roman
Refi’ Cevad Ulunay,
Yayına hazırlayan: Metin Martı
Arma Yayınları
3.Baskı, İstanbul
393 sayfa

717930cookie-checkZamparanın önüne kahrı çekilir yosma çıkarsa…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.