Aç insan önce ideallerini yer

şaşkınlığımızı ve topluma ne kadar yabancılaştığımızı hatırlatmakta o kara leke….


22 Temmuz gecesi, sandıktan Türk siyasetinin en büyük sürprizi çıktı. Evde hiçbirimizin ağzını bıçak açmadı o gece. Neden sonra mırıldandı annem: “80 senedir cağdaş Türkiye’yi savunurak kendimizi kandırıyormuşuz meğer. Azınlığız artık. İşin kötüsü bizi temsil etmesi beklenen parti de allaha emanet… Baykal, ‘nasıl olsa AKP’nin ne mal olduğu anlaşıldı, artık insanlar elleri mahkum bana oy verecekler’ diyerek kenara çekildi. Oysa çalışmadan olmaz bu işler. AKP kapı kapı dolaşırken sen fildişi kulenden derdini kimselere anlatamazsın…zahmet edip Anadolu’ya inmeden, anlamadan dinlemeden, Ankara’dan bağıra çağıra Diyarbakır’daki adama “Ne Mutlu Türküm Diyene” dedirtmeye çalışamazsın…..”


İnsanımızın yarısının değer yargılarında, söylemlerinde ve icraatlarında açık açık Atatürk’e karşı olan bir partiyi desteklemesi hepimizin kanını dondurdu elbet. Ancak bu sonucu tek bir liderin çapsızlığına, ihtirasına ve bencilliğine indirgersek fenomeni tam tahlil edememiş oluruz. Karga-tulumba içine itildiğimiz, “laiklik-dincilik” eksenine indirgenerek neredeyse ‘rejim referandumu’na dönüştürülmüş olan bu seçimin iç yüzünü biraz deşelemek lazım. 


Bu bir “ekonomi seçimi” miydi yoksa e-muhtıraya tepki mi? “İstikrar seçimi” miydi yoksa alternatifsizlik mi? Alternatifsizlik olduğunu sanmıyorum. Alternatifi olmadığını düşünen adam ya hiç oy kullanmaz yada boş atar. ‘Bu da halkın muhtırası’ gayet popülist bir söylem olsada çok gerçekçi gelmedi bana. Halk açlığa, yokluğa, işsizliğe, gelir dağılımı adaletsizliğine, sağlık ve eğitim hizmetlerinin kalitesizliğine ve onca yolsuzluğa muhtıra vermeyecek de Abdullah Gül’ün “maduriyeti” için mi muhtıra verecek? Yani kendi ekonomik-sosyal sorunlarını bir kenara bırakıp oyunu Gül’ün gül yüzü için mi harcayacak? Merak etmeyin kimse bu kadar fedakar değil.


“Meydanlarda hep izledik, insanlar önce tüm partileri ‘ağlama duvarı’na çevirdiler. Sonra tıpış tıpış gittiler ve kendilerini soyup soğana çeviren, topladıkları vergilerle yedi sülalelerini + her nevi tarikat-cemaat üyelerini + aşırı yüksek faizle cezbettikleri yedi kat eli bile besleyen AKP’ye oy verdiler. Bu nasıl iş? Bir ülkede 4.5 senelik bir iktidar bedel ödemek yerine oylarını arttırıyorsa orada “dolce vita” bir hayat yaşanıyor demektir. Her şey günlük gülistanlıktır. Herkes dert üstü murad üstüdür. Demek ki bundan sonra feryat figan “iflas ettik…öldük, bittik….” nidalarıyla tarlasında mahsülü bozulan köylüye, siftah yapamayan esnafa, günde 1 YTL zam alan memura, ezilen işçiye, sigortadan yoksun emekliye acımak yooooook……” diyenlere gülüp geçiyorum. Ne demişler, aç insan önce ideallerini yer.


Tabii burada AKP’nin asıl meziyeti, yolsuzluğu tabana yaymak oldu. Olabildiğince geniş bir tabana… 1992’de yurt çapında belediyeleri ele geçirdiklerinden beri altını oydukları ülkeden, 15 yıl sonra herkesin nemalanacağı koca bir “yolsuzluk havuzu” yarattılar. İşte AKP’nin yoksul seçmeni “bu yolsuzluk havuzuna dalarak kısa zamanda zengin olma hayaline” oy verdi. AKP’nin varsıl seçmeni ise “düşük döviz kuruna, yükselen borsaya, sıcak paraya, işletmelerini daha yüksek fiyatlarla pazarlama umuduna”. AKP’nin yıllardır alttan alta verdiği “Boşverin Türkiye’nin laik, demokratik ilkelerini falan, bu sistemin altını oyabilirsek sizde payınıza düşeni alırsınız” mesajı kendisine epeyce “suç ortağı” toplamışa benziyor. En azından ülkenin %50’si kadar. Sonuçta kapalı-devre bir “kazan-kazan sistemi” oluşturmuşlar; fakirlere ümit, zenginlere $, AKP’ye oy.


AKP tabanının bu oylarını cehalette yada duyarsızlığa bağlamak da mümkün değil. Gayet bilinçli, gayet hesaplı tercihler bunlar. Oylarıyla AKP’nin kafasındaki laik cumhuriyeti ‘ılımlı islam’a dönüştürme projesini onayladıklarının farkındaydı bu insanlar. Ama yine de bu sistemden bir şekilde nemalanacakları umuduyla “kollektif yolsuzluğu” seçtiler. Belki de gönül rahatlığıyla ‘oyumu AKP’ye verdim’ diyemiyor olmaları bu yüzdendir. Kişi suç işlediği zaman saklanmayı, anonim kalmayı tercih eder çünkü. Kim bilir belki de yaşadıkları suçluluk psikolojisi Mustafa Kemal’e karşı bir mahçubiyetlerinden kaynaklanıyordur….(çok mu hayalperesttim???)


Peki bu noktaya nasıl gelindi? Erol Manisalı’nın analizinden de hareketle aklıma gelenleri aktarayım:
• AKP ulusal ve uluslararası sermayenin tam desteğini aldı. Bu kitlenin oy oranı çok olmasa da silahları çok etkindi (Medya gibi mesela. Medya AKP’nin yaptığı herşeyi reform olarak sunma ve AKP’ye seçenek oluşturabilecek her türlü hareketi karalamayıp sindirme görevinde çok başarılıdır malum)
• AKP “sosyal devlet”i yıktı. Sosyal devletin yokluğunda insanlar AKP ile karşı karşıya kaldılar. Devlet yerine AKP’den birşeyler bekler, AKP’den medet umar oldular. Vatandaş yeşil kartını mı alacak, oğlunu işe mi sokacak, bir yere tayini mi çıkacak hep AKP’nin, yani tarikatın-cemaatin, kapısını çaldı. Erzağını, kömürünü rüşvet yardımı olarak Belediyelerden bekledi. Böylece de bu yolsuzluk sistemine göbekten bağlanmış oldu. Dolayısıyla da açlık sınırının altına da düşseler, ağızlarını açacak olunca azar da işitseler AKP’ye oy vermek zorunda kaldı sözünü ettiğimiz bu yoksul kesimler.
• AKP’ye dış güçlerin açık desteği vardı. (ABD, AB, İsrail, Yunanistan, Kıbrıs, Barzani, Talabani…vs. hepsi kendi çıkarları için toplumun farklı kesimlerine AKP’yi empoze ettiler. Mesela yabancı yatırımcı, “İstikrar=AKP olmazsa gelmem” diyerek para babalarını korkuttu. AKP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da tulum çıkartmasıysa Kuzey Irak yönetiminin bu bölgelerdeki etkinliğini kanıtlamış oldu.)
• AKP’nin tarikat uzantıları yoksul kesimlerde, gecekondularda ve tarım kesiminde inanılmaz etkili oldu.
• AKP bu seçimlerde tek kale maç yaptı aslında. İktidara ve çoğu belediyelere hakim olmanın bütün olanaklarını seferber ederek ahlak ve yasa-dışı bir kampanya yürüttü. (Muhtarlar eliyle yapılan TIR dolusu yardımlar, istemeyenlerin dahi evlerinin önüne yığılan kömürler, AKP’li belediyelerin kapı kapı dolaşıp: “Oyunuzu AKP’ye verirseniz bu hediye çekleri her ay devam edecek.” rüşvetleri, altın dağıtmalar…vb. Yalnız bu sefer işi çok daha sıkı tutmuşlar. Organize suç şebekelerine taş çıkartacak bir teşkilatlanma ile yardım verilenlerin kayıtlarını belediyelerin bilgisayarlarında tutup gerçekten oy verip vermedikleri sandıklardaki listelerden kontrol etmişler(!) Halkı önce fakirleştirip üç kuruşa muhtaç etmenin sonrasında da “seçim sadakası” dağıtarak insanların acizliklerini oya dönüştürmenin adına da “demokrasi” koymuşlar. Dahice!)
• Son 60 yılda Türkiye giderek muhafazakarlaştı (Yoksul kesimden bir vatandaş: “Evet bize vaat ettiği bişey yok ama o Müslüman Başbakan” diyebilecek seviyeye geldi. Sanki diğerleri Hristiyan yada Yahudiymiş gibi. Yada kişinin hangi dinden olduğu birşey fark ettirirmiş gibi) 
• Somut vaatlerden yoksun muhalefet partileri (Kimi kavgacı üslübuyla insanların üzerine “yağlı ipler” fırlatır, kimi “mafyacılık” oynayarak Susurluk’u hatırlatır, kimi planını programını halkın dilinde anlatamayacak kadar elitist yaklaşır…)
• CHP’nin halkı gerektiği gibi temsil edemeyerek tarihi kozunu değerlendirememiş olması. (CHP Cumhuriyet mitinglerindeki momentumu sandığa taşıyamadı. Halkın o mitinglerde dile getirdiği mesajlar çok açıktı. İnsanlar “ulusalcı ve anti-emperyalist” bir çizgide durmuşlardı.  Ama Baykal seçim meydanlarında ne ulusalcılıktan ne de anti-emperyalizmden bahsetti. Sadece AKP’nin yolsuzlukları üzerine gidip seviyesiz bir ağız dalaşına alet olundu.)


Velasıl sonuçlar ortada. Şu noktada milletten başka millet aramayalım. Malzeme bu işte. Bundan sonrası için yapılması gereken meydanı AKP’ye bırakmamak, rahatça at koşturmalarını engellemek olmalıdır. Hepimiz bir çift göz, bir çift kulak olmalıyız. Her işte bir hayır vardır derler, belki bu sayede Türkiye’de ‘sivil toplum’ zihniyeti gelişir, demokrasinin mayası tutar. Tandoğan, Çağlayan ve Gündoğdu mitingleri bu sivil uyanışın ilk adımlarıydı. Belki II. AKP Devri’nde gerisi gelir…


 

701820cookie-checkAç insan önce ideallerini yer

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.