Ana dilde eğitim Kürt Sorunu’nu çözer mi?

Türkiye’nin bugünkü politik yapısını şekillendirilecek anayasa tartışmaları devam ediyor. Parlamentoda bulunan siyasi partilerin katılımı ile oluşan komisyon, çok sayıda kişi ve kurumla görüşmeler yaptı, öneriler aldı. Nisan ayından itibaren tartışmalar çok daha somut bir plan üzerinde yürütülecek. Önümüzdeki sonbahar aylarında ise sonuçlandırılması bekleniyor.

12 Eylül 1982 yılında, darbeci generalleri tarafından yapılan ve onlarca kez değişikliğe uğrayan ‘faşist’ anayasa, Türkiye’nin politik ihtiyaçlarına yanıt vermediğini artık herkesin kabul ettiği bir durum. Yamalı bohçaya dönmüş ve meşruiyetini yetirmiş olan ‘askeri’ anayasa, hem küresel sistemin ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzak, hem de Türkiye’nin bölgesel çıkarlarına yanıt vermiyor.

Anayasa tartışmalarının merkezinde ise Kürt sorunu duruyor. Bu, aynı zamanda, Türkiye’nin iç politik krizini çözmeye yönelik politikaların belirleneceği bir anayasa olacaktır. Bu bakımdan anayasanın içeriği ve kapsamı meselenin özünü oluşturuyor. Kürt sorunun çözümüne dair somut formüller anayasada yer alacak mı? Bu sorunun yanıtı, çözüme ilişkin bakış açısını da ortaya koyacaktır. Kürtlerin sosyal, kültürel ve politik taleplerinin anayasadaki yerine dair sistem güçleri tarafından henüz söylenen somut bir değerlendirme söz konusu değil. Devletin sömürgeci politikasını savunan temel zihniyet, anadilde eğitimin tartışılmasına dahi karşı çıkıyor.

Bu bakımdan anayasa kapsamında en çok tartışılan konu ‘anadilde eğitim’ meselesidir. Özellikle Kürtlerin anadilde eğitim hakkı olacak mı? Tartışması anayasanın en önemli noktasını oluşturuyor.

Dil, bir etnik grubunun kendisini tarihsel olarak var eden en önemli araçlardan biridir. Nasıl ki etnik grupların varlığı ‘sosyolojik’ bir konu olarak ele alınıp inceleniyorsa, dil de bu sosyolojik grupların kendisini var eden en önemli nedenlerden biri olduğunu belirtmek gerekir. Bir etnik grubun kendi dilini kullanıp kullanmaması üzerine tartışma yapılamaz ve bunun her hangi bir hak alıp vermeyle de kıyaslamak da mümkün değildir. Çünkü etnik bir grubun kendi dilini kullanması, geliştirmesi ve zenginleştirmesi doğal-sosyal varlığıyla ilgilidir. Bu konuda ne bir devletin ve kurumun, ne de bir başka topluluğun karar verme hakkı vardır.

Bir sosyal grubu var eden temel unsur, dilini özgürce kullanılmasıdır. Eğer bir ‘sosyal’ topluluk, kendisine ait olan temel hakları kullanamazsa, kültürel, sosyal ve politik olarak başarılı olma şansı azdır.

Diller tarihsel gelişme süreçlerinin en önemli halkasını oluşturdukları gibi toplumsal gelişmenin de motorudurlar. Toplumların sürekliliğini sağlayan, onların sosyal ve kültürel değerlerini kesintisizce geleceğe taşıyan tek temel olgu dildir. Bu bakımdan bir topluluk için vazgeçilmez olan en büyük varlık dilin sürekliliğidir. Toplumsal yaşamda dilin yok edilmesi ile o topluluğun tarihten silinmesi arasında kesin ve mutlak bir bağ vardır. Bu bakımdan egemen toplumsal güçler, bir topluluğu tarihsel-kültürel olarak yok etmek için önce onların ortak yaşam alanını oluşturan diline yönelirler. Bu başarıldığında asimilasyon süreci esasen tamamlanmış olur.

Egemen sistem güçleri bir bölgeyi işgale yöneldiklerinde öncelikli hedef, bölge halklarının dillerinin ortadan kaldırılması olmuştur. Bir topluluğun kendi tarihsel değerleriyle olan güçlü bağlarını koparmak ve onu hiçleştirmek için öncelikli olarak anadilinin unutturulması sağlanır. Bu başarıldıktan sonra da topluluğu istenen kalıplara sokmak çok kolaydır. Bu bakımdan dilin varlığını ve sürekliliği için gerekli araçların yaratılması stratejik değere sahiptir. Söz konusu araçlar denilince, dilin bilimsel verilerle öğretilmesi ve eğitim aracı olarak kullanılmasıdır. Bu olmaksızın bir topluluğun kendisini geliştirmesi, sosyal bir kategori olarak tanımlaması zor olacaktır. Klasik olarak tanımlanan ‘her dil bir kültürdür, bir yaşamdır’ tespiti bilimseldir ve tarihsel deneylere dayanmaktadır.

Asya kıtası bunun somut bir örneği olup diller bakımından çok büyük bir zenginliğe sahiptir.
Kıta devletlerinin resmi dilleri dışında hemen her bölgede çok yaygın olarak kullanılan diller var. Bunların bir kısmı bölgesel-yerel resmi diller olarak devlet tarafından kullanılmakta, bazıları da halkın günlük yaşamda kullandığı diller özelliğine sahiptirler. Özellikle özerk cumhuriyetlerden bölgesel otonomlara kadar birçok alanda, hem cumhuriyetlerin kendi dilleri kullanılmakta hem de bölgede kullanılan çok farklı dillerin yaşaması için gerekli destekler sunulmaktadır.

Örneğin Endonezya’da 200’ün üzerinde dil konuşulmaktadır. Hindistan’da kabile dilleri dışında eyaletler düzeyinde kullanılan 22 tane resmi dil bulunuyor. Rusya’da 21 özerk cumhuriyetin ve otonom bölgelerinin kullandığı 40’a yakın dil bulunuyor. Ayrıca özerk cumhuriyetler içerisinde bulunan farklı dillerin kullanılması için de bütün yasal olanaklar tanınmıştır.

Burada dikkat etmemiz gereken temel nokta, Rusya, Çin, Hindistan ve Endonezya’da bulunan özerk veya yerel yönetimleri, kendi dillerini resmi dil olarak kullanmalarıdır. Bu aynı zamanda yerel özerk yönetimleri oluşturan halkların kendi tarihsel varlıklarıyla bir bütünlük oluşturmaları anlamına gelir, Yani oluşturulan özerk ve yerel yönetim sistemleriyle kullanılan kendi ‘resmi’ diller arasında da politik bir ilişki bulunuyor.

Türkiye’de ‘yeni’ anayasa kapsamında, Kürtlerin sosyal ve politik statüsünün ne olacağına dair yapılan değerlendirmeler bir yana, yaklaşık olarak 20 milyon insanın ‘ana dili’ olarak konuştuğu Kürtçeye dair ciddiye alınır düzeyde bir tartışma zemini yaratılmış değil.

Dil, tarihten gelen bütün sosyolojik grupları var eden temel bir faktör olmasına rağmen, buna dair hiçbir somut adımın atılmak istenmemesi, Kürt sorunun stratejik olarak çözümsüzleştirmektir. İnkâr ve tasfiye politikasının sürekliliğini sağlayan veya devam ettiren en önemli patrik yansıma, Kürtçenin, Kürtler için ‘eğitim’ dili olarak kabul edilmemesidir. Her topluluk gibi Kürtlerin kendi dillerini konuşması, verilen bir hak değildir, sosyolojik-toplumsal bir zorunluluktur. Bu dilin kullanılmasının bir hakkın verilmesi olarak gösterilmesi, o topluluğa yapılmış en büyük aşağılamadır.

Dünyada çok küçük topluluklara ait olup ve hatta yok olmakla karşı karşıya olan dillerin yaşatılması için Birleşmiş Milletler, özel projeler oluşturmaktadır. Asya, Afrika’ya baktığımızda, sadece birkaç köyde konuşulan topluluğa ait diller dahi, eğitim dili olarak kullanılırken, Türkiye’de devleti temsil eden sistem kurumlarının nerdeyse tamamı ‘Kürtçenin ana dilde eğitimine’ karşı çıkmaktadırlar. Küçük bir olasılık olarak ‘seçmeli dersler’ grubuna alınması planlanmaktadır.

Devletin ideolojik felsefesi dikkate alındığında, Kürtçenin ana dilde eğitim kategorisine alınması oldukça da zor görünüyor. Çünkü Türk devletinin politik varlık nedenlerinden biri, Kürtlerin yok sayılması ve Kürtçenin yasaklanmasıdır. Bu bakımından Ortadoğu’nun en eski halklarından biri olan Kürtlerin ‘anadilde eğitim’den vazgeçmeleri, sosyal, kültürel ve politik tasfiyesinin onaylanması anlamına gelecektir.

Örneğin Güney Kürdistan Federasyonu’nda Kürtçenin anaokulundan üniversiteye kadar eğitim dili olarak kullanılmaktadır. Bu somut durum Türk devletinin Kürtçeye yönelik politikalarını fiilen boşa çıkartmaktadır. Kürtçenin edebiyat ve yazım dili olarak kullanılması ve bu alandaki tarihsel zenginliğini de tartışmanın dışında tutuyoruz.

Ayrıca vurgulamak gerekir ki, anadilde eğitim, Kürt sorunun çözümünde atılmış çok önemli somut bir adım olarak görülse de, tek başına yeterli değildir. Bunun dünyada çok sayıda örneği var. İrlanda ile İngiltere, Bask ile İspanya arasında devam eden sorunlar bunun somut yansımasıdır. İngilizler, İrlanda’yı işgal edip sömürgeleştirdiler. İrlandalıların kendilerine özgü olan dilleri asimile edildi ve bugün çok az bir kişi tarafından biliniyor. Yani İngilizce İrlandalıların ‘resmi’ dili haline geldi. İrlanda ile İngiltere arasında dil sorunu şuan bulunmuyor. Ama İrlanda sorunu varlığını devam ettiriyor. İkiye bölünmüş bir ülke gerçeği var. Ayrıca İngiltere’nin denetiminde olan İrlanda’nın kendi özerk parlamentoları, yönetim sistemleri olmasına rağmen, bu sorun çözümlenmemiştir. Çünkü iki İrlanda’nın birleştirilmesi politik mesele olarak varlığını devam ettiriyor.

Aynı durum Bask bölgesi içinde geçerlidir. Basklılar İspanyolca ile birlikte kendi dillerini eğitim dili olarak kullanıyorlar. Bask bölgesinin özerk yönetimi, parlamentosu, milletvekilleri, bakanları bulunuyor. Bask dili aynı zamanda özerk bölgenin resmi dilidir. Özerk bölge yönetimi, bütün resmi yazışmalarda kendi dillerini kullanırlar. Ama Bask meselesi henüz çözümlenmiş değildir. Çünkü İspanya ve Fransa tarafından işgal edilerek ikiye bölünmüş bir Bask gerçeği var. Bölünmüşlüğün ortadan kaldırılması, Bask ülkesinin en önemli meselesinden biridir.

Bu iki etnik yapı, kendi sorunlarının çözümünde çok önemli mesafeler elde ettiler. Kürtler, İrlandaların ve Basklıların elde etmiş oldukları hakların tek birine dahi sahip değiller. Çünkü Türk devletinin varlık nedeni Kürtlerin yok sayılması üzerine kurulmuş. Bu kuruluş felsefesi bir bakıma devam ettirilmek isteniyor. Bu bakımdan Kürtlere ‘anadilde eğitim’ hakkının verilmemesi için bütün gücünü kullanacaklardır. Başbakan Erdoğan’ın Almanya’nın başkenti Berlin’de Türk kökenli göçmenlerin anadilde eğitimi için yaptığı konuşma ile Ankara’da Kürtlerin anadilde eğitimi için yaptığı konuşma karşılaştırıldığında, devletin bakış açısını çok daha net olarak anlaşılmaktadır.

Almanya’da yaşayan Türk kökenli göçmenlerin ‘Anadilde Eğitimi’ için şunları söylüyor: “Kimse bize anadilimizden vazgeçmemizi beklemesin, asimilasyon bir insanlık suçudur.” Bu doğru tespit, Kürtlere gelince tersyüz oluyor. Ankara’da ise Kürtler için anadilde eğitime karşı çıkıyor ve bu sözlerin tam tersini söylüyor: “Kimse bizden anadilde eğitim beklemesin. Tek millet, tek dil vardır…” Türk devletinin Kürtlere yönelik stratejik belirlemesi budur.

Kürtlerin tarihsel sosyo-politik gerçeği dikkate alındığında ‘anadilde eğitim’ sorunu, Bask ve İrlanda gibi örneklerden çok farklı olarak stratejik bir rolü bulunuyor. Kürt gerçeğinin kabul edilmesinde tarihsel önemdedir. 21.yüzyılının genç Kürt kuşağının ruhsal değişimi bakımından çok büyük bir öneme sahip olan Kürt dilinden eğitimin yapılması, Kürdistan coğrafyasındaki toplumsal dönüşümün stratejik ana halkalarından birini oluşturacaktır. Bunun anayasal bir statüye kavuşturulması, sistemin kuruluş felsefesinin çözülmesi anlamına gelecektir. Anadilde eğitim meselesinin aşılması, aynı zamanda, Kürt sorununda politik çözüm sürecinin başlamasıdır.

Anadilde eğitim, Kürtlerin stratejik hedefleri bakımından sadece bir halkadır. Kürt sorunu, tarihsel sosyolojik bir realitedir yani sosyo-politik haklarını bütünlüklü olarak kullanma meselesidir. Parçalanmış bir Kürdistan gerçeği olarak bölgesel ve uluslararasıdır. Bütün bunlar masaya yatırılmadan Kürtlerin bütünlüklü olarak özgürleşmesi beklenemez.

Anadilde eğitim hakkı ise tarihsel bir zorunluluktur. Bunun kazanılması çözüm sürecinin bire bir kendisi olmayacaktır ama en önemli adımı olacaktır. Kürtler, yeni anayasada kendilerini görmek istiyorlarsa, özellikle anadilde eğitim hakkını mutlaka anayasal güvenceye aldırmalıdırlar. Bu sağlanmadan Kürtlerin hiçbir hakkı güvencede olması mümkün değildir.

1607670cookie-checkAna dilde eğitim Kürt Sorunu’nu çözer mi?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.