Antakya-Halep-ŞAM gezisi (III)

Suriye bize o kadar yakın ve o kadar da uzak tutulmuş bir ülke. Burnumuzun dibinde olmasına karşın Türkiye’deki ulusal basının Suriye’de temsilcisi bile yok. Suriye haberlerini ABD kökenli ajanslardan çevirerek aktarırlar.

Osmanlı’nın 500 asır hüküm sürdüğü bu topraklarda her yüz kişiden birisi Türktür. Sokakta Türkçe bağırsanız mutlaka sizi yanıtlayan çıkar.

Osmanlı’ya rağmen Suriye’de Türk imajı çok olumlu olduğu izlenimi edindik. Ne yazık ki uzun yıllar ikili ilişkilerde ABD, Rusya ve Batı’nın empozesi ve çıkarlarının gölgesi düştüğü de bir gerçek..

Şam’da Osmanlıdan kalma asırlık cumbalı bir ev

Suriye petrol ülkesi olduğu için ülkede benzin ve doğal gaz oldukca ucuz. Hayvancılık ve dokumacılığın gelişkin olması et ve giysi fiyatlarını da ucuz kılmış. Türkiye’den sanayi ve ara sanayi malları satın alıyor ve petrol satıyor. Ayrıca sınıra yakın şehirler arasında güne birlik ticaret gezisi çok yaygın.

Sokak satıcıları genellikle Uzak Doğu eşyaları ve rengarenk şekerler satıyordu…

Ülkede asgari ücret 180 dolar dolayında. Emekliler çalıştığı dönemdeki son aylığının yüzde 75’ini alabiliyor. Asgari ücretin düşük görünmesine karşın, sosyal yardımlar ve tüketim mallarında devletin destek payı oldukca yüksek. Suriye’yi gezmek isteyenlerin cuma günlerinin resmi hafta sonu tatili olduğunu ve bütün işyerlerinin kapalı olduğunu unutmamalarını da yazmalıyım…

ŞAM’A GİDERKEN…

Suriye’de Halep’ten Şam’a 4 saatlik bir otobüs yolculuğu yaptık. Yollarda Arapça yol tabelaları ve otomobil plakalarında latin harfli açıklamalarının yer alması, yaşamın pratiğinde yazı dilinin dış dünya ile bütünleşmeye zorladığını düşündürüyordu.

Japon ve AB ülkesi kökenli marka otomobiller karayollarını işgal etmişti. Suriye önemli petrol ihracatcısı olmasına karşın sanayide batıya bağımlı bir ülke. Kıbrıs ile aynı meridyeni paylaşması iklimi ile yetiştirdiği sebze ve meyveler hakkında bilgi verir sanırım. Yol boyunca Akdeniz meyvelerinin küçük kamyonetlerde başkente taşındığını gözledik.

Şam’da güvercinlere yem verenler…

Şam’ın çevresiyle birlikte nüfusunun 6,5 milyona ulaştığı sanılıyor. Osmanlıların 16’ncı yüzyılın başında Suriye’yi ele geçirince Şam’da önemli bir hac yolu ve ticaret merkezi olmuş. Şam o günden bugüne önemini sürdürmüş.

***

ŞEHRİN GÖBEĞİNDE DEDEMAN DAMASCUS (ŞAM) …

Şam’ın Anadolu’da bir ilçe garajı büyüklüğündeki garajının çıkışında bekleşen taksi şoförleri çantalarımıza sarıldılar. Yine sıkı bir pazarlığa tutuştuk. 1000 Suri’den başlayan pazarlık 200 Suri’ye kadar düşmesine karşın sonunda garaja yolcu getiren bir başka taksi şoförü bizi 100 Suri’ye otelimiz Dedeman Damascus’a götürmeyi kabul etti. Türkiye’de olsa taksiciler arasında kıyameti koparacak bu olaya garaj taksicilerinin sessiz kalmasını ülkedeki polis korkusuna bağladık.

Suriye’de sokakta gördüğümüz polisler yaka paça dağınık olarak pek disiplinli görünmeseler de, halka “kanun benim” mesajını veriyorlardı. Trafiğin yoğun olduğu bölgelerde sürücüler trafik polislerinin uyarılarına ikiletmeden uyuyorlardı.

Şam’ın merkezinde olan Dedeman Damascus’a girince iki kültürün damıtıldığı Osmanlı havasını soluduk. Resepsiyonda iyi İngilizce konuşan çalışanlar işlemleriniz yapılıncaya kadar sizi Türk kahvesinin de sunulduğu cafe alanında konuk ediyor. Bir diğer köşede ise otel restoranı Sultan Sofrası’nda Arap ve Türk yemeklerini açık büfe olarak bulabiliyorsunuz. Ertesi sabah aynı kattaki kahvaltı salonunda da yalnızca kuş sütünün eksik olduğunu görecektik…

Şam’daki ilk gecemizde otelin karşı sokağındaki restoranda Suriye’ye özgü geleneksel yemekleri tatmayı tercih ettik. Restoranda Türkçe konuşan müşterilere rastlamak da hoş sürprizdi. Restoranın Şam’daki Amerikan okulu mezunu sahibi sıkı bir İstanbul hayranı çıktı. Ona göre, “Bir Suriyeli eğer yurdışına seyahate çıkacaksa aklına ilk olarak Türkiye gelir…”

***

Roma’dan Osmanlıya tarihi kalıntılar yaşamın içinde…

ARKEOLOJİ MÜZESİ

Ertesi sabah yürüyerek kentin merkezini gezdik. İlk işimiz dünyanın en önemli müzelerinden Şam Arkeoloji Müzesi’ne gitmekti tabii. Mezepotamya uygarlıklarından Osmanlı’ya kadar uzanan binlerce kalıntıyı gezerken gerçekten çok büyük keyif aldık. Dünyanın ilk yazılı (taş) alfabesine gözümüz değdi. Pek çok kalıntı dünya uygarlığının kilometre taşı niteliğindeydi. Benzerlerini Antakya ve Gaziantep’te gördüğümüz mozayikler ve mezar taşları etkileyiciydi. Ayrıca korunmak amacıyla ülkenin ücra köşelerinde bulunup müzeye taşınan lahitleri ve ilk havralardan birini de görme şansımız oldu. Müzedeki Havra’nın özelliği Yahudilikte de duvar resimleri yasak olmasına karşın Tevrat’ta geçen olayların duvarlara resmedilmiş olmasıydı. Bir gün Suriye-İsrail barışı gerçekleşirse Yahudilerin bu ilk Havra’yı gezmek için Şam’a akın edeceğini düşündük.

***

Osmanlı’nın dönemin “Büyük Ortadoğu Projesi” sayılan Hicaz Demiryolu gar girişi

HİCAZ DEMİRYOLU’NDAN GERİYE GARI KALMIŞ

Osmanlı’nın dönemin “Büyük Ortadoğu Projesi” sayılan Hicaz Demiryolu’nun garına hayran olduk. 1911’de inşa edilen Tren Garı’nın taş binası olduğu gibi korunsa da tren rayları bir kaç yıl önce sökülmüş…

Garın pençerelerindeki vitraylar renk çümbüşü yaratıyordu.

Osmanlı’nın Ortadoğu’da başlayan İngiliz ve Fransız ilgisine karşılık İslam topraklarını bir arada tutabilmenin bir aracı olarak gördüğü önemli bir proje olan Hicaz Demiryolu, 1900’da resmi bir törenle açılmış ve 40 gün süren yolculuğu dört güne düşürmüştü.

Garın önünde Anadolu’dan Şam’a sefer yapan bir trenin lokomatifi konulmuştu.

Garın duvarında ise Suriye Komunist Partisi’nin afişi…

***

Mimar Sinan’ın eseri Süleymaniye Camisi

SÜLEYMANİYE CAMİSİ

Şam’ı süsleyen muhteşem yapılardan biri de Mimar Sinan’ın eseri Süleymaniye Camisi ve Külliyesidir. Şam’ın merkezinde yer alan bu yapı tadilat dolayısıyla kapalı olmasına karşın Türk pasaportlarımızı gösterince büyük bir misafirseverlikle “buyur” edildik. 25 yıldır yurtdışında yaşayan bir Türk vatandaşı olarak ilk kez Türk pasaportuna gösterilen bu pozitif ayrımcılık beni sevindirdi doğrusu.

Süleymaniye Camisi’nin külliyesi

Cami duvarında yer alan tabelaya göre Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye arasında 2007’de yapılan anlaşma gereği Türkiye bu ata yadigarının yenilenme projesini mali ve teknik kısmını yüklenmiş. AKP’ye benden ilk defa “bravo”yu bu kapıda aldı… Umarım Halep Kapalıçarşısı’na da el atarlar…

Cami ve külliyedeki çinilerin korunma bilincinin geliştiği günümüze kadar eksiksiz gelebilmesi bizi sevindirdi.

Caminin bir özelliği de Osmanlı sultanlarının mezarlarına ev sahipliği yapması… Ak sakallı mezarlık görevlisi bize ezberlediği Türkçe sözcüklerle rehberlik etti. En sondaki ve en mütavazi mezar ise son Osmanlı padişahı Vahdettin’e aitti. Vahdettin sürgünde olduğu İtalya’da zorlu bir yaşam sürmüş ve 1926’da 65 yaşında son nefesini verdiğinde alacaklıları tabutuna dahi haciz koydurmuştu. Türkiye son padişahın cenazesini kabul etmemiş ve yakınları cenazeyi alacaklılardan kaçırarak zorlu bir yolculukla Şam’da ata yadigarı Süleymaniye Camii’sinde hanedan mezarlığına defnetmişti.

Resmi tarihin “hain” diye nitelediği, yoksulluk içinde ölen son sultanın mezarı başında, son günlerinin hüznüne ortak olduk.

Süleymaniye Camii ve Külliyesi’nin uzantısında el sanatları çarşısında dizi çekimine tanık olduk.

Çarşıda esnaf boş zamanlarını tavla oynayarak ya da tahta ve mermer oyarak değerlendiriyordu. Çarşıda yer alan “İnformasyon” ise Şam ile ilgili her türlü bilgiyi size vermeye hazırdı…

***

EMEVİ CAMİİ

Şam’da Emeviye Camii’yi gezdik. Bazı Müslümanlar arasında ahir zamanda Mehdi’nin ve İsa’nın bu camiye ineceği inandığını öğrendik. Hz. İsa’yı vaftiz eden Yahya peygamberin kabri ve Hz. Hüseyin’in kesik başının muhafaza edilmesi Emevi Camii’nin önemini daha da artırıyor.

Emeviye Cami’nin yanında inci satan dükkanlar ve baharatçılar arastasından yine bir Osmanlı yapısı Hamidiye Çarşısı’na ulaştık.

Hamidiye Çarşısı ise yine İstanbul’daki Kapalıçarşı’yı andırıyordu.

Uzakdoğu ürünlerinin işgal ettiği sokakta ünlü Şam Dondurması’nı yedik. Oyuncak ve ipek üzerine dükkanların çoğunlukta olduğu çarşıda Türk kökenli esnafla Türkçe muhabbet etme şansımız da oldu.

***

Osmanlı valisinin sarayı şimdi müze…

AZİM PALAS ESAT PAŞA SARAYI

Emevi Cami’den 5 dakika yürüyüş mesafesindeki taş yapı Azim Palas ise turist çeken bir mekan… Osmanlı’nın son valisi, Esat Paşa tarafından 1749’da yapılan saray, müze haline getirilmiş.

Sarayın ince taş işlemeciliği ve mimari yapısı dikkat çekiciydi…

Sarayın hareminden hamamına kadar o dönemin yaşamı, mankenler giydirilerek anlatılmaya çalışılmış. Özellikle kunduracı, itfayici, dokumacı gibi halkın yaşamının gerçeklere uygun olarak yansıtılması sevindirici. (İngiltere’de kraliçenin sarayını gezdiğimde duvardaki resimlerde krallar, şovalyeler ve din adamları dışında halkı ve onların yaşamını anlatan bir şeyi göremeyince şaşırmıştım…)

***

Suriye’deki Dedeman hotellerinin genel müdürü Birol Kaymas iki ülke dostluğunun ekonomik kalkınmaya da yansıyacağını söyledi

SURİYE SOHBETİ

Suriye’deki Dedeman hotellerinin genel müdürü Birol Kaymas ile Suriye ve Türkiye ile ikili ilişkileri üzerine sohbet ettik.

Kaymas, Dedeman’ın Suriye’ye yatırım yapmaya başladığı 2008’den bu yana Şam’daki Dedeman’ın da genel müdürlüğünü üslenmiş. Suriye halkını “İki devlet, bir millet” diyecek kadar Türklere benzetiyor. İki ülkenin vizeleri karşılıklı kaldırmasını çok olumlu bulduğunu ve bunun ikili ilişkileri her yönden olumlu geliştireceğini söylüyor.

Suriye’nin bugünkü halini 1960’lar Türkiye’sine benzeten Kaymas, Dedeman’da ağırlama şansı bulduğu Devlet Başkanı Başer Esad’ın halk desteği de bulan açılım politikasıyla ülkeyi hızla kalkındıracağını umuyor. Kaymas’a göre Suriye bugünlerde Türkiye’nin bir zamanlar yaşadığı dış dünyaya entegre ve bürokrasiyi azaltma sancılarını yaşıyor.

Şam’ın çok kültürlü yapısı önemli bir turizm potansiyelini de barındırıyor…

Suriye’nin tarihsel, kültürel zenginliği ve renkli mozayiği ile dünya turizmdeki pastasını hızla büyüteceğine inanan Kaymas, “Dedeman’ın ilerideki yatırım planları”yla ilgili sorumuzu da şöyle yanıtladı:

“Dedeman, Şam’ın ikinci 5 yıldızlı hoteli olma gururunu taşıyor. Şam’da herhangi bir taksiciye Dedeman dediğinizde otelimize getirir. Çok iyi bir imajımız var. Şam’da Dedeman Akademisi kurmaya çalışıyoruz. 4’ncü hotelimizi de Lazkiye’de açmayı planlıyoruz. Turizm kendisi dışında pek çok sektörü de etkileyen ve sinerji yaratan bir sektör. Biz yatırımlarımızla Suriye ekonomisine olumlu katkıda bulunmayı sürdüreceğiz. Başer Esad da bizim ülkeye katkılarımızın bilincinde ve bize Türklerle gurur duduğunu söyleme inceliğini gösterdi.”

GEZEMEDİKLERİMİZ…

Şam’da vitrinleri süsleyen devlet başkanı Başer Esad’ın posterleri…

Şam’da iki gece, iki gündüz kalmak yeterli değildi. Şam’da bulunduğumuz günlerde kenti terketmeyen sis, Kasyon Tepesi’nde Şam panoramasını görme şansımızı elimizden aldı. Şam’ın kuzeyindeki bu tepenin bir önemi de kutsal kitaplarda dünya tarihindeki ilk cinayetinin işlendiği (Kabil ile Habil olayı) yer olarak geçmesi…

Ayrıca Guinnes Rekorlar Kitabı’na giren dünyanın en büyük restoranı “Şam Kapısı”na da uğrayamadık… Restoranın 2 bin 500 metrekarelik mutfağı ve 6 bin 14 müşterilik hizmet kapasitesi bulunduğu basına yansımıştı.

Görülmeye değer Osmanlı mirası Selahattin Eyyubi Türbesi’ni de koşturmacadan ziyaret edemedik…

***

Şii’lerin yoğun olduğu bir sokakta Kerbela anma günü dolayısıyla Kerbela katliamını protesto eden afişler…

DÖNÜŞ YOLU…

Dedeman Şam’dan Halep’e otobüsle döndük. Halep Garajı’ndan “Halep Türk Garajı”na taksiyle geçerek Gaziantep’e giden taksi dolmuş aramaya başladık. Türkçe konuşan ayakçılar adam başına 3000 Suri istemelerine karşın sonunda 600 Suri’ye anlaştık. Yol arkadaşlarımız Türk kökenli bir Suriye vatandaşı ile Gaziantep’li ve Türk kökenli Suriyeli bir çift ve onların bebekleriydi.

Şoförümüz pasaport ve kimliklerimizi alarak karakola kaydettirdikten sonra yola koyulduk. Yol arkadaşlarımıza Suriye’de halkın gündemini sorduk. Takside bana anlatılanları başlıklar halinde aktarırsam:

– Son günlerde petrole zam yapılarak kaçakcılığın önüne geçilmeye çalışılmış ama halkın mağdur olmaması için de sosyal yardımlar artırılmıştı.
– Halk Devlet Başkanı Esad’ı seviyor ve dış dünyaya açılım için samimi çaba gösterdiğine inanıyordu.
– Suriyeliler dost bir devlet olarak Türkiye’nin Suriye’nin kalkınmasında anahtar ülke olduğunu düşünüyordu.
– Araplara göre Türkiye bölgenin AB’siydi…
– Türkiye-Suriye arasında vizenin kalkması yalnız ekonomik değil sosyal ve kültürel açıdan da ilişkileri geliştirecekti.
– Halk, İsrail ile barışa inanmıyor ve ABD’ye karşı tepkiliydi.

SURİYE SINIRINDA ÇİLE

Şam’da el oyması tahta işleri

Suriye’den Türkiye Öncüpınar kapısından giriş için geldiğimizde kamyon ve tırlardan oluşan bir sıraya ulandık. Geniş bir odanın iki köşesindeki can çerçevelerin arkasında vize işlemi yapan Suriyeli görevlilerin çalımlarından geçilmiyordu. Salonda sigara içilme yasağına başka görevliler olmak üzere uyan yoktu. Salonda sigara dumanından göz gözü görmez hale gelmişti. Gişelerin önünde birbirlerinin üzerine çuvallanmış Tırcılar ile vize kuyruğundakileri sürekli azarlayan görevliler görülmeye değmezdi…

Gümrük kapısındaki bekleyişin nedenini bilgisayar sistemindeki kesintiden oluştuğunu zar zor öğrendik. Sıraya giremediği için kapıda ellerini birbirine bağlamış bekleyen 2 metre boyundaki İtalyan yolcu ise kaşını gözünü oynatarak ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu.

Sigara dumanı ve gişelerin önündeki yağlı güreşi andıran düğümlenmiş et yığını arasına giremeyen kadınlar, çocuklar, Avrupalılar ve bendeniz kapının dışında 2 saate yakın bekledik… Sonunda bizi getiren taksi dolmuşun becerikli şoförü sayesinde çıkış vizemizi alarak Türkiye’ye gümrüğüne girdik… İki ülke gümrüğü arasında da Birol Kaymas’ın dediği gibi bir 50 yıllık fark vardı.

Biz Suriye’yi sevdik… Suriye’ye bir daha gitmek isteriz…

BİTTİ…

İLGİLİ DİĞER YAZILAR:
ANTAKYA-Halep-Şam gezisi (I)
Antakya-HALEP-Şam gezisi (II)

1083190cookie-checkAntakya-Halep-ŞAM gezisi (III)
Önceki haberGalata surlarını ararken…
Sonraki haberNerede Kalmıştık?
FARUK ESKİOĞLU
Faruk Eskioğlu, (1958, Akşehir) gazeteci ve yazar. 1985'ten bu yana yaşadığı Londra'dan Türkiye'deki ulusal medyaya yönelik muhabirlik, temsilcilik yaptı. Londra'da yayınlanan Türkçe toplum gazetelerinde çalıştı ve bazı gazetelerin kuruluşunda yer aldı. Halen sosyolojik değeri olan haber ve araştırmalara ağırlık veren yazar, halen 2004'te kurduğu Açık Gazete'yi (acikgazete.com) yönetiyor ve köşe yazarlığını sürdürüyor.Eskioğlu, 13'üncü yüzyılın sonunda Horasan'dan Akşehir Maruf köyüne yerleşerek tekke kuran Hasan Paşa soyundan geliyor. Hasan Paşa'nın oğlu Şeyh Hacı İbrahim Veli Sultan'ın "Mülk Allahındır" felsefesiyle Anadolu'da bir ilk sayılan kendine adına kurduğu yoksullara yardım vakfı ise halen faaliyettetir.Eskioğlu, ilk ve orta öğrenimini Akşehir'de tamamladıktan sonra 1979’da AİTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. 1984’te Gazi Üniversitesi Ekonomi Fakültesi’nde "master" yaptı. THA’da gazeteciliğe başladı. Aralık 1985’te kendi deyimiyle "siyasi sürgün" olarak geldiği Londra’da ilk 2 yıl baba mesleği kasaplık yaptı. İngilizce öğrendikten sonra medya okudu. Uzun yıllar Nokta dergisi İngiltere Temsilciliği, Hürriyet Londra bürosunda habercilik yaptı. Gazeteciliğin yanısıra 1986-98 arasında grafiker tasarımcı olarak çalıştı. Ayrıca pek çok siyasi afiş ve logo tasarladı.1998’de Türkiye’ye döndü. Hürriyet Gazetesi Ekonomi Servisi’nde haberci ve star.com.tr’de ekonomi editörü olarak görev yaptı. “Basında etik ve toplam kalite yönetimi” üzerine araştırmalar yaptı, bu konudaki konferans ve panellere katıldı.Türkiye’deki 2001 ekonomi krizinde Londra’ya dönerek grafiker tasarımcılık ve gazeteciliği sürdürdü. Toplum gazetelerinden Olay’da genel yayın yönetmenliği yaptı. Londra’da ilk Türkçe internet gazetesini çıkardı ve toplum gazetelerine ilk ajans hizmeti sundu. 2004’te dünya haberleri veren acikgazete.com’u kurdu. İki ayrı toplum gazetesini yayına hazırladı. Türkiye’deki bazı tv kanallarına haber geçti, uzun süre Akşam Londra Temsilciliği’ni üstlendi.Londra'da 2004’te "İçimizden Birisi: Vanunu" başlıklı bir kısa film çekti. Londra'daki toplumu anlatması açısından bir ilk sayılan "Aşkolsun! Adı Aşkolsun" başlıklı belgesel romanı 2007’de Türkiye’de yayımlandı. Türkiye'den 150 ve Kıbrıs'tan 100 yıllık İngiltere'ye göçün anlatıldığı 3 ciltlik "Londra'da Bizim'Kiler" başlıklı araştırması 2019 sonunda çıktı. Eskioğlu’nun Su ve Defne (2004) adlı ikiz kızları bulunuyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.