AVUSTURYA’DAN… Dink’in ardından Mumcu’ya mektup

Aramızdan ayrılmandan bu yana tam tamına ondört sene geçti, sana her zamankinden daha fazla ihtiyacımızın olduğu bu sürede dünyamız ve ülkemiz çok önemli olaylar yaşadı.

Hiç de sevmediğin Amerika ülkemizle sınır oldu, ancak Iraklı direnişçiler direnişlerinde başarılı olurlarsa, ABD’nin sınır komşumuz olmasından kurtulacağız.
Amerika’nın komşumuza saldırıya geçtiği dönemde bazı sözde anti emperyalistler “Ne Sam Ne de Saddam” diyerek ABD’lilerin ellerini güçlendirerek, onların emperyalist saldırılarını desteklediler. O günden bu yana tam tamına 650.000 Iraklı hayatını kaybetti. Bir de ABD’lilerin kışkırtması ile mezhep ve millet çatışması sonucu ölenlerin sayısı bir milyona çıktığı dile getirilmektedir. Hedefte ise bizim ülkemiz var. Türkiye’nin yeni haritalarını çizmeye başladılar bile. Buna da “Ne Sam Ne de Saddam” diyen çevreden hiç bir tepki gelmedi. 

Senden önce Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Turan Dursun’u aramızdan çekip almışlardı, gene aynı çevre senden sonra Onat Kutlar’ı, Ahmet Taner Kışlalı’yı, Gaffar Okkan’ı Necip Hablemitoğlu’nu  da katletmişlerdi. Ne acıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti’ni ölümüne savunan sizlere Türkiye Cumhuriyeti sahip bile çıkamamıştı. Katledilen aydınlarımızın hepsi Cumhuriyetimizin değerlerine sadık, sahip ve onu ölümüne kadar savunan aydınlık yüzlü Atatürkçü aydınlardı.

İşte senin aramızdan alınışının 14. yıl dönümünü anmaya hazırlandığımız Ocak ayının 19’unda Türkiye bir evladını daha kaybetti.  Bu sefer  Ermeni kökenli Agos Gazetesi ‘nin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink seçilmişti. Onun katili kendinden önce katledilenlerin aksine,  iki gün içersinde yakalandı. 17 yaşlarında bir çocuk Hrant Dink’i öldürdüğünü itiraf etti ve şimdi ise katilin arkasında örgüt var mı yok mu soruşturması yapılmakta.

Hrant Dink’in arkasından yüzbinler yürüdü ve onu mezarına taşıdılar. Daha önceden öldürülenlerde de aynı yüzbinler yürümüş olsaydı, öldürmelere dur demiş olsalardı, acaba Hrant Dink hala aramızda olur muydu! Kim bilir belki!

Hrant Dink olayına gelmeden, senin aramızdan ayrılığından beş yıl sonraki bir iki olayı anlatmak isterim. 1998 ilkbaharıydı,  İstanbul Beyazıt Meydanı ilginç bir ittifaka sahne olmuştu. Kendilerini solcu, sosyalist gören bazıları, Hizbullahcılar, İBDA-C’cılar, Çillerciler, Erbakancılar, Yazıcıoğlucular ve daha niceleri ile biraraya gelmiş, Cumhuriyet Devrimi ile boy ölçüşmeye  kalkmışlardı. O günün fotografı beynimde bir çivi gibi çakılıdır. Bilimum neosolcular o zamanın aktuel konusu türban hakkında tarikatçı, şeriatçı ve, ırkçılarla birliktelerdi. Milliyetçi demiyorum, üstüne basa basa her türden ırkçılarla beraberlerdi diyorum.

Ankara’nın bir kasabası olan Sincan’da bir belediye başkanının öncülüğünde şeriat gösterileri yapılmıştı da, Milli Güvenlik Kurulu o zamanlar gerekli müdahelede bulunmuştu.  Gene aynı neosolcu ve sosyalist çevre, şeriatçı gösterinin başı olan belediye başkanını o zamanlar “fikir suçlusu” diyerek desteklemişlerdi.

28 Şubat günü Türk Silahlı Kuvvetleri zamanının hükümetini alaşağı etmiş ve hükümet ortağı bir partiyi de kapatmıştı. İşte o kapatılan parti üyesi olan, şimdilerde ise TC Başbakanı olan şahıs ceza almıştı. Gene aynı solcu çevre o şahsa  ve irticaya destek olmak için meydanlara inip “Ne şeriat ne darbe” diyerek desteğini sunmuş ve hatta neosolcu bir partinin o zamanlarki genel başkanı “sol Fetullahcılık yapacağız” diyerek, Cumhuriyet Yasaları’nın gazabından  kaçıp Amerikalara sığınan bir tarikat liderini övebiliyordu.

Kısaca ırkçılara, seriatçılara, tarikatçılara, irticacılara ve daha nicelerine destek olmayı içlerine sindirebiliyorlardı da, bir Cumhuriyet’i,  onun kazanımlarını ve cumhuriyetçi güçleri bir türlü içlerine sindirememişlerdi. Şimdi bütün bunları unutmuşa benziyorlar, aslında durdukları yer gene aynı yer.

Gelelim senin meslektaşın Hrant Dink’e. Bu meslektaşın karanlık güçler tarafından öldürüldü, katil olarak 17 yaşlarında bir çocuk çıktı. Katilin boynuna hemen milliyetçi yaftası  asıldı ve Karen Fogg’un emri ile yazı yazan ülke sevmez bütün çevre hep bir ağızdan vurun Türkiye’ye dedi; her önüne gelen Türkiye ve Türk insanı ile hesaplaşmak istedi. Türkiye’nin gazeteleri, yabancı gazeteler bir milliyetçi avına çıktılar,  milliyetçilik suçlandı, Türk olmak karalandı. Aslında milliyetçiliği ırkçılıkla ve faşistliği birbirine karıstıranlar, milli kuvvetlere saldırıda bulunurken, bir şeyin üstünü kapatmaya çalıştılar; o da, Hrant Dink’in katledilmesi her türden ırkçılığın, tarikat ve bölücülüğün ve neosolcuların işine yararken, tek milli güçler bu cinayetten zarar gördüler.

Katledilen diplomatlar, askerler, aydınlar, yazarlar ve sıradan vatandaşlarımızın öldürüldüğünde sesiz kalan ve sokağa çıkmayanlar, birden bire düğmeye basılmışcasına “Hepimiz Ermeni’yiz” dovizleri ile sokakları doldurdular.

Onbinlerce insanın ellerindeki dovizleri ile gazetelere yansıyan fotoğraflarını  görünce ister istemez gerilere gittim ve anılarımı tazeledim. Gurbete geldiğim ilk yıllardı. Türkiye’den gelmiş bir üniversiteye kayıt yaptırmaya çalışan, geldiği toplumu küçümseyen, “buralara neden daha eğitimli insanlar gönderilmedi” diyerek hayıflanan insanlar tanımıştım. Amca, dayı, abi ve baba gibi yakınlarının  parasını yiyerek ayakta kalmaya çalışan bu erkek öğrenciler, ekmeklerini yedikleri insanları beğenmiyorlardı.  İçinden çıkıp geldiği toplumu küçümsemelerinin temelinde yatan neden, onların “kültürsüzlükleri”, kendilerinin ise “kültürlü” bireyler olduklarını iddia etmeleriydi, kabuğunu beğenmeyen kaplumbağa gibiydiler. Onlara göre, bu “kültürlülük ve kültürsüzlük”  olgusu yerli ve yabancı kökenli bayanlarla ilişki kurmalarına engel oluyordu. Onun için de hanımlara yaklaşırlarken Türkiye’den değil de, ya İspanya’dan veya Yunanistan’dan  geldiklerini söylüyorlardı. Bu onların komplekslerinin dışa vurmasıydı. Küçümsedikleri ve cahil gördükleri insanların  paraları ile okuyamayan bu kompleksli insanlar, daha sonraki süre içerisinde kesmeyen, kör bir baltaya bile sap olmadan, yok olup gittiler. Kalanlardan bazıları da şimdilerde de müthiş Türk milleti karşıtı oldular.

Dönelim gene Dink olayına. Çeşitli güdümlü gazeteler suçluları hemen bulmuşlardı zaten. Onların köşe yazarları sanki daha önceden olaydan haberleri varmış gibi,  oturup bir çırpıda yazılar yazıp, şuçluyu tesbit etmişlerdi bile.  Bazıları ise suçlunun “Ne Mutlu Türküm Diyene” de olduğunu tesbit etti. Kısaca suçlu olarak seni ve senin gibi düşünen A.T. Kışlalı, N. Heblemitoğlu, T. Dursun, B. Üçok, M. Aksoy ve Gaffar Okkanları buldular.

Zira sn ve diğer Cumhuriyet Devrimi Şehitleri yaşadığınız süre içinde Cumhuriyet Devrimlerine sadık,  onlar için canını feda eden ve  onları her şart altında savunan insanlar oldunuz. Cumhuriyetin temel ideolojilerinden “Ne Mutlu Türküm Diyene”yi savundunuz ve o uğurda da bazılarının 1998 yılında ortak eylemde buluştukları şeriatçı, tarikatçı, ırkçı, etnik milliyetçiler ve ayrımcıların kurşunlarına hedef oldunuz.

Kalpaksız Kuvvacı, sevgili Uğur Mumcu,   bir türlü içlerine ısınmayan Cumhuriyetimizin kazanımlarının nimetlerinden faydalanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin üniversitelerinde çalışan ve oradan da maaşını alan devlet memurları bile,  senin öldürülmenin üzerinden 14 yıl geçtikten sonra katledilen Hrant Dink’in katilini sen ve senin düşüncen  olduğunu yazdılar. 

Kalpaksız Kuvvacı, gerçek katillerin nerelerden çıkacağını biliyoruz aslında. Sen, senden önce ve sonra öldürülenlerin ideolojileri,  Nobel ücretli yazarın  ne o solcu arkadaşları tarafından katil olarak tespit edildiniz.  Sizlerin ölümüne savunduğunuz Cumhuriyet Devrimini, senin ölümünden 14 yıl sonra katil ilan eden Nobel ücretli kişiler ağızlarını her açtıklarında yoksul halkları birbirine düşürecek açıklamalar yaparak, emperyalistlerin tetikçiliğini yaptıklarını hatırlatmak istiyorum.

Nobel ücretli kişiler ve onun yandaşları “1 milyon Ermeni’yi ve 30 bin Kürdü Türkler katletmişlerdir” sözleri ile etnik çatışmlara çanak tutmuşlardır. Ettikleri Türkiye karşıtı sözlerle de  emperyalizmin tetikçiliğini yaptıklarını hiç düşünmüyorlar bile. Belki de düşünüyorlardır, ancak almış oldukları ücretin bedeli bunu gerektiriyordur.

Dünyanın ezilen haklarına bağımsızlık savaşında örnek olmuş  Mustafa Kemal’in “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü Hrant Dink’in katili olarak belirleyenler, aslında sana Muammer Aksoy’a Bahriye Üçok’a, Ahmet Taner Kışlalı’ya, Turan Dursun’a, Necip Hablemitoğlu ve Gaffar Okkan’a ve  Hrant Dink’e birer kurşun daha sıkmış oldular.
Bu tetikçiliklerinden dolayı da kurşunu sıkanların kendilerinin yanlarında aranmalıdır. Onun için de sevgili Kalpaksız Kuvvacım, önce sizlerin, daha sonra da Hrant Dink’in
öldürülmesi ile emperyalist ve onların işbirlikçilerinin saldırılarına ve kuşatmalarına karşı daha da gür bir sesle gene de Ne Mutlu Türküm Diyene demenin tam zamanıdır diyorum, ölümünün 14. yılında seni tekrar anarken, Hrant Dink’e rahmet, eşine, çocuklarına ve Ermen yurttaşlarımıza sabır ve başsağlığı diliyorum.

Sevgili Uğur Mumcu, katilleri Ne Mutlu Türküm Diyen’de arayan kişilere düşünme ve olayı yeniden yorumlamaları için  Hrant Dink’in bir televizyonda söylediği güzel ve anlamlı sözleri ile noktalıyorum.  Bu sözler Dink’in gerçek katillerinin nerelerde aranması gerektiğine yeterli ipuçları vermekte. 

“İngiliz, Fransız, Rus ve Almanlar geçmişte bu topraklarda oynadıkları oyunları bugün de tekrarlıyor. Geçmişte Ermeni halkı onlara güvendi. Kendilerini Osmanlı’nın zulmünden kurtaracak zannetti. Ama yenildiler; çünkü onlar kendi işlerini, hesaplarını yapıp gittiler. Bu topraklarda da kardeşi kardeşe kan içerisinde bıraktılar. Bugün Kürtler aynı oyuna alet oluyor. Amerika Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti oluşturmak üzere geldi. Amerika Kürtleri Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurmak bahanesi ile kullanıyor, geçmişteki oyun aynen bugün de oynanıyor. Siyasi hesaplar, parti farklılıkları bir tarafa itilmeli. Amerika bu. Gelir kendi işin bakar, işi bittiğinde de çeker gider. Sonra da buradaki insanlar kendi aralarında didişir.”

1597210cookie-checkAVUSTURYA’DAN… Dink’in ardından Mumcu’ya mektup

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.