Ayrı dünyalar ve Batı’dan estirilen rüzgârlar

Gazeteciler kendi eski başbakanları ile de söyleşiler yaptılar. Bugünlerde adı Avrupa Birliği Komisyonlarında çok önemli bir pozisyona getirileceği konuşulan Avusturya’nın eski başbakanlarından Wolfgang Schüssel’in anılarının toparlandığı bir kitap piyasaya çıkarıldı. Bu kitaptan dolayı Avusturya’nın ileri gelen gazeteleri kendisiyle söyleşiler yaptılar ve o söyleşileri allayıp pulladıktan sonar yayımladılar. Ancak hiç bir gazete ona Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiye yönelik soru sormadılar. Sormalı mıydılar? Aslında hayır, o konuda soru sormak zorunluluğu olmamalıdır.
Onun yerine başka ülkelerin eski başbakanları, bakanlarıyla veya diğer siyasi temsilcilerle yapmış oldukları söyleşilerde rahat rahat AB ye TR üyeliği soruldu ve cevaplar alındı. Başka ülkelerin eski veya yeni politikacılarıyla görüşmelerde Türkiye’nin Avrupa Birliği kapısına tek taraflı bağlanmışlığına dair sorular sorup, cevaplar aldıktan sonra kendi emekli politikacılarına neden aynı konuyu sormazlar diye sordum kendime.

Yıllarca Avusturya’nın Dışişleri Baklanlığı ve Başbakanlığı görevlerini yürütmüş ve Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile futbol bile oynamış Wolfgang Schüssel’e önemsiz siyasetçi olmasından dolayı soruların sorulmadığını da düşünmüyorum. Burada bir çekince bulunduğundan kendisine Türkiye’nin Avrupa Birliği kapısına tek taraflı bağlanmasına ait sorular sorulmamıştır. Avusturya’ da olan Türkiye konusundaki olumsuz havayı daha batıdaki başka ülkelerin politikacıların yardımlarıyla dağıtmak istilmesi havası var. Avusturya politikacıları için konu fazla hassas konudur, Türkiye Avrupa için çok önemlidir onun için de üyeliğine taraftarım diyecek politikacı oy kaybeder.
Avusturya’daki Türkiye hakkındaki olumsuz havayı dağıtmak için Avrupa’nın diğer ülkelerinin politikacılarıyla konuşup, onların olumlu düşüncelerini aktarmak bana 80’li yıllardaki bir anıma götürdü.
70 yılların ortalarından itibaren Türkiye’de toplumun bütün kesimleri tarafından kabul görmüş çok yönlü bir sanatçının kendisiyle yapılan söyleşide “Türkülerin Türkiye’de çok horlandığını, toplumun pek Türkü dinlemek istemediğini” anlatmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam, kendisine her gün daha fazla ihtiyacımızın olduğunu düşündüğüm Attila İlhan tarafından çıkarılan Sanat Olayı dergisinde bu söyleşi yayımlanmıştı. 70’li yılların ortalarından 90’lı yılların sonlarına kadar söylediği şarkı ve türkülerle gönüllerin bir numarası olan ve çok güzel türkü ve şarkılar söyleyen bu çok yönlü sanatçımızın sözlerini bire bir tam hatırlamıyorum. Ancak sözlerini çok garipsediğim için ifade ettiği düşüncesinin özünü yıllarca belleğimde sakladım. Sanatçımızın o zamanlar dile getirdiği düşüncesi özetle şöyleydi; “Devlet televizyonu ve radyosunda sanatçılar hem müzik aletlerini ruhsuz çalıyorlar, hem de seslendirdikleri türkü ve şarkıları devlet memuru mantığıyla sanki zorla söylüyorlar. Ruhsuz çalınan müzik, söylenen şarkı ve türkü de toplum tarafından sempati bulmuyor ve sevilmiyor. Onun için de türkülerimizi ve şarkılarımızı Batı’nın ürünü gibi sunacağım, zira Batı’dan gelen her şey toplumca kolayca kabul görüyor” diyordu. Kendisi de sahiden Avrupa’dan gelmiş ve müzik dünyasına bir çığır açmıştı. Sesinin, yüreğinin ve düşüncesinin güzel olduğu sürece çok güzel türkü ve şarkılarla dinleyicilerini büyülemişti. Onlardan birisi de bendim. Daha sonraki yıllarda almış olduğum bir çalışmasını sonuna kadar bile dinleyemeden bir dostuma vermiştim. Kendisinin katıldığı bir panelde dinleyici olarak bulunmuş ve yukarıdaki düşüncesini kendisine hatırlatmış ve o konuda da soru sormuştum. Panelde sorular panelistlere yazılı iletildiğinden kendisinden bir cevap gelmemişti.

Martti Ahtisaari ve Jean Asselborn

Son zamanlarda Avrupalı emekli politikacılarla yapılan söyleşileri birbiri ardı sıra okuduktan sonra, Avusturya medyası da Türkiye’nin AB için önemini keşfetmiş olacak ki, sanatçımızın izlediği yolu izliyorlar diye düşündüm.
Önce Avrupa’nın çeşitli politikacıları Türkiye’nin Avrupa Birliği için ne kadar önemli olduğunu dile getirdiler, daha sonra da Avusturya’nın eski politikacılarından ve önde gelen sanayicilerinden birisi “Esas Avrupa’nın Türkiye’ye ihtiyacı vardır” demişti. Türkiye’nin önünü tıkamak ve AB kapısında tutmak için bizim sanatçımızın “daha Batı’dan” getirme mantığı gibi, Türkiye’ye karşı Avusturya toplumunu basın aracılığıyla hazırlamak ve olumsuz havayı biraz olsun dağıtmak gerekiyor diye düşünmüş olabilirler. Zira Türkiye’nin AB’ye üyeliğine evet dediği andan itibaren Avusturyalı politikacı yandı demektir. Oylar, oylar ve oylar…

Avrupa’nın emekli politikacılarıyla Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği tartışmalarında iyi polislik görevi yüklenenlerden birisi Nobel Barış Ödüllü Finlandiya eski Devlet Başkanı Martti Ahtisaari oldu. Yugoslavya’nın dağıtılması ve “Kosova’nın gelecekteki statüsü” konusundaki çalışmalarından dolayı kendisine Nobel Barış Ödülü verilen Ahtisaari, söyleşide Türkiye’nin AB ile görüşme sürecinde “Kıbrıs’a baskı yapılmasının” gerekliliğini dile getirmişti.
Avusturya’nın sol liberal gazetesi olarak tanınan Der Standard gazetesinin kendisiyle yaptığı görüşmede, hem Türkiye’nin hem de Kıbrıs’ın aralarındaki sorunları çözmede adımlar atması gerektiğini söylemişti. Fransa ve Avusturya’nın görüşmeleri bloke etmeleri konusunda sorulan soruya cevap verirken, bu ülkelere “Yapmış olduğumuz anlaşmalara uyun, zaten görüşmeler yıllarca sürecek, o zamana kadar çok şey değişecektir” uyarısında bulunmuş. Avusturya ve Fransa’nın endişelerinin “Türkiye’nin büyüklüğünden dolayı” olduğunu, Avrupalı dostlarına bundan korkmamaları gerektiğini, “Biz İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış kendine güvenen toplumuz, kendilerine güvenmeleri gerektiğini öneriyorum” demiştir. Türkiye’nin “AB üyeliğine karşı durmanın nedeninin İslam fobisi olmadığını”, tersine “Avrupalıda oportünistlik ve popülistliğin varlığını” belirtmiş.
Kosova’nın Avrupa Birliği ülkelerinin tümü tarafından tanınmamış olmasından da üzüntülerini bildirmiş Ahtisaari. Çabalarına rağmen Kosova’nın Avrupa Birliği ülkelerinin hepsi tarafından tanınmamış olmasında istediği katkıyı sağlayamayan Ahtisaari’nin Avusturya kamuoyunda Türkiye’ye karşı nasıl bir etki yapacak, göreceğiz.

Ahtisaari ile Avusturya’da yapılan söyleşinin olduğu hafta içinde diğer bir gazetede de Luksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn ile yapılmış bir söyleşi göze çarpmaktaydı. Resmi bir gazete niteliği de olan, 1703 yılında yayın hayatına başlayan ve Avusturya’nın en eski gazetesi Wiener Zeitung Asselborn ile yapılan söyleşinin manşetini “Türkiye aracı olarak Avrupa Birliği için çok önemlidir” diye atmıştı. Sendikacılık ile siyasal kariyerine başlayan ve Luksemburg Sosyalist İşçi Partisi üyesi olan Jean Asselborn, Lizbon Anlaşmasında yaşanan zorluklara ve Avrupa Birliği’nin genişlemesine ait sorulara vermiş olduğu cevaplardan sonra sıra Avusturyalının Türkiye konusundaki tutumuna gelmiş. Burada Avusturyalının hislerine katıldığını, ancak “Avrupa Birliği’nin dünya politikasında belirleyici olmasında Türkiye’nin rolü tartışılmayacak derecede önemlidir” demiş. Avrupa Birliği için Türkiye’nin ölçülemeyecek derecede önemli olduğunu ve bu duruma da örnek olarak İsrail ve Suriye arasındaki aracılığını göstermiş. Kendi politikacıları olmasa da, Avrupa’nın politikacıları aracılığıyla Türkiye hakkında “olumlu sözler” ifade edilirken ülkede yaşayan biz Türklerle ilgili yeni tartışmalar ne boyutta, onu gelecek yazıda ele almak istiyorum.

1597880cookie-checkAyrı dünyalar ve Batı’dan estirilen rüzgârlar

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.