Bitmeyen tutkunun sonu

Flaubert’in Louise Colet’ye olan aşkı özellikle edebiyat çevrelerinde epeyce ilgi uyandırdı ve epeyce eleştiri aldı, bazen de alay konusu oldu. Flaubert olanlardan büyük ölçüde incindi. Louise Colet yayımladığı bir kitapta Flaubert’i “Léonce” adıyla kendine göre bir güzel hırpalıyordu. Bu Flaubert’i çıldırttı. Flaubert 1859 kasımında Amélie Bosquet’ye yazdığı mektupta şunları söylüyordu: “Madam C’yle olan ilişkim sözcüğün derin ve duygusal anlamında bende hiçbir ‘yara’ bırakmadı. Olan belki de daha çok epeyce uzun sürmüş bir etkilenmenin anısıdır (izleri şimdi de sürüyor). Onun kitabı bardağı taşıran son damla oldu. Bu konuda yorumlara sorulara alaylara dokundurmalara bakın, kitap yayımlanalı beri ben bütün bunlara konu oldum. Siz bile bu işin içine girince ne yalan söyleyeyim sabrı elden kaçırdım, çünkü onun bunun diline düştüm. Anlıyorsunuz değil mi? Bunu sorun ettiğimi düşünmeyin. Hayır. Benim için söylediğiniz incelikli sözlerden ötürü sizi kucaklıyorum. İşte gerçek bu…”

Madam Amélie Bosquet Rouen’da bir öğretmendir, Flaubert’in yaşıtı gibidir, daha doğrusu ondan bir yaş daha büyüktür. Gazetecidir aynı zamanda. Bu arada kadıncı anlayışta romanlar da yazar. Flaubert belli ki çok kişiye gücenirken ona da gücenmiştir. “Neden siz de alay ediyorsunuz? Neden siz de başkaları gibi yapıyorsunuz?” Koca yazar kadın peşinde koşan bir duygucu gibi alınmaktan son derece rahatsızdır. Onu birileri bir serseri gibi bir sarhoş gibi gösterirken Madam Amélie Bosquet’nin onlarla bir olması gerekir miydi? Bazı satırlarda bir özeleştiri havası da sezilir. “Ne ikiyüzlü biriyim ne de poz atan biriyim. Ne önemi var! İnsanlar benimle ilgili olarak yanlışa düştüler. Suç kimin? Suç benim değil mi? Sanıldığından daha içli biriyim.”

Flaubert şöyle sürdürüyor mektubunu: “Bugün bile bir yeni yetme gibi pısırık biriyim, solmuş çiçekleri çekmecede saklayabilen biriyim. Gençliğimde ölçüsüz sevdim, dönüşsüz sevdim, derinden derine sessiz sessiz. Aya bakmakla geçen geceler, alıp kaçırma tasarıları, İtalya’ya gitme planları, onun uğruna başarılı olma düşleri, bedenin ve ruhun çektiği işkenceler, bir omuz kokusundan sarsılmalar, bir bakış karşısında sararıp solmalar, ben bunların tümünü yaşadım ve iyi tanıdım. Hepimiz gönlümüzde bir kral odası gezdiririz. Ben onu yıkmaya çalıştım ama o yıkılmadı. Kadınların fahişeliğe doyduğundan sözedildi. Erkeklerinkiyle ilgili bir şey söylenmedi. Zevk kızlarının işkencesini yaşadım. Uzun süre seven ve artık sevmek istemeyen bir erkek yaşadı bunu. Sonunda insanın korkuya kapıldığı yaş geldi. İnsanın her şeyden korktuğu, bir ilişkiden bir engellenmeden bir düzen bozulmasından… İnsanın hem mutluluğu özlediği hem mutluluktan ürktüğü… Doğru değil mi?”

Bütün bunlar bize şu soruyu sorduruyor: Louise Colet’nin amacı neydi, bu hırslı kadın bu büyük yazarın etine dişlerini geçirmeye çalışırken ne yapmak istiyordu? Çok belirgin olan bir şey var, o da Louise Colet’nin yeteneksiz demeyelim ama yetersiz bir yazar şair olduğudur. Belli ki birçok yazar gibi onun da hırsları becerilerinin önüne geçiyordu ve hırslarını gerçekleştirme yolunda her kapıyı çalabiliyor her olanağı kullanmaya çalışıyordu. Flaubert gibi bir yazarın desteklediği biri olmak azımsanır bir kazanç olmayacaktı. Buna karşılık duygulu bir insan olan ve yüreği alabildiğine sevmeye yatkın olan büyük romancı bu geçkin kadında bir sevgili sıcaklığı bulmaya çalışıyordu. Ona içtenlikle yöneldi hatta sanki yararlı olabilecekmiş gibi onu içtenlikle eleştirdi. Ona yazdığı son mektuplarından birinde şu eleştirili bakışla karşılaşıyoruz: “Son iki manzum oyununu okudum, yeniden yeniden okudum (şimdi onlar gözlerimin önündeler). Onlar üzerine söylenecek çok şey var. Güzel dizeler epeyce var. (..) İyi dizeler iyi oyunlar için yeterli değildir. Bir yapıta değerini katan şey onun kavrayış’ıdır, onun yoğunluk’udur. Üst düzeyde yetkin bir araç olan dizelerde özellikle düşüncenin kendi üstüne dönmesi gerekir. Kızıma oyununu duygu açısından pek zayıf buluyorum. Şiiri bir yana bırakırsak, bütün bunları bütün anneler hemen hemen aynı biçimde söyleyebilirler doğal olarak.(..) Birinci kıtanın yalnız birinci dizesi bana çok güzel göründü, özellikle sonuncu dize de pek güzel. Düşünce birbirine benzer küçük cümlelere bölünmüş. Ve aynı anlatım durmadan yineleniyor.” Bundan sonra Flaubert yapıtı ince ince ayrıştırıyor, dizeler üstünde duruyor, dizelerin neden yetersiz olduğunu anlatıyor, böylece mektup sayfalarca uzuyor. Büyük romancının sabrına hayran olmamak elde değil. Madam Louise Colet Flaubert’in eleştirilerinden yararlanıp daha iyi şeyler yapabilir miydi? Buna evet diyebilmek kolay değil. Gözünü hırs bürümüşlerin dost olmakta da başarılı olmakta da eksik kalması doğaldır. Hırslılar amaçlarına ulaşabilmek için en kutsal değerleri bile kullanabilirler.

645570cookie-checkBitmeyen tutkunun sonu

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.