Bozcaadalı bir Rum’un gözünde ‘Anayurt’

Avustralya’da, Türkçe konuşamayan Türkiyeli bir azınlık mensubunun anılarını İngilizce; hem de Avustralyalıların okuması için kitaplaştırılmış bir formatta okumak, çok değişik bir duygu. İnsana “Sen boş ver Avustralyalı okuru, yazdıklarını en iyi ben anlarım, çünkü ben de oralarda büyüdüm” duygusu veriyor.

Türk – Yunan ilişkilerinin en sancılı döneminde Bozcadalı bir Rum çocuğun geçmişi nasıl değerlendirdiğini, o Rum çocuktan, Dmetri Kakmi’den dinliyoruz.

“Geçmis, geride kalmış ölmüş bir şey değildir. Canlı, her an içimizde yaşayan bir şey. Çevrenizi saran dünyayı nasıl algıladığınıza bağlı. Avustralya’ya ilk geldiğimizde geçmişi unutmak için elimden gelen her şeyi yaptım. Geçmiş bana çok acı veriyordu. Türkiye’yi geride bırakmak, her şeyi geride bırakmak istiyordum. Düşünmek bana acı veriyordu. Ama 30’lu yaşlarıma geldiğimde 1993’de annem öldükten hemen sonra, geçmiş üzerime büyük bir güçle geldi. Öyle bir geldi ki, inkar edemedim. Hatıralarım, öylesine canlı bir şekilde gözümün önüne geliyordu. Geçmişi inkar edemeyeceğimi anladım.”

Kakmi’nin inkar edemediği geçmiş, o canlı hatıralarda neler var? Dmetri Kakmi, 8 – 9 yaşında bir çocuk olarak hatıralarının mutlulukla dolu hatıralar olduğunu söylüyor ve devam diyor:

“Elbette belalı zamanlardı. Ama sen bir çocuk olarak oynadığın oyunları, arkadaşlarını, güzel şeyleri hatırlıyorsun. Bütün bunların ortasında acı veren hatıralar da var. Ama ben, en iyi arkadaşım Refik’i hatırlıyorum. Bizi birbirimizden kimse ayıramazdı. Ama zaman kötü zamandı, kültürel şeylerin de etkisi vardı. Refik’le okul dışında bir araya gelip oynayamazdık. Ancak okulun bahçesinde bir araya gelebilirdik. Birlikte sokakta oynadığımızı görseler, köydeki Rumlar beni döverdi. Bir araya gelmememiz gerektiğini ikimizde biliyorduk. Çok iyi biriydi. Keşke şimdi nerede olduğunu bilebilsem.

“Çocukluğumdan çok canlı olarak hatırladığım ikinci şey, kitapta Levent Efendi olarak adlandırdığım öğretmenim. Aslında kitapta Levent Efendi şahsında iki öğretmenimi birleştirdim. Bu iki öğretmenin üzerimde derin etkisi olmuştu. İkisi de bana örnek olan, ilham veren kişiler oldular. Bu karakter bende etkili olan Türk kültürünün, Türkleri sevmemin benim, Türk kökenimin kaynağıdır. Kitapta ondan bir alıntı da yer alıyor. Aşağı yukarı şöyle diyor bu öğretmen “Biz iki ateş arasında kalmış kişileriz. Hem Türküz, hem Rum. Biz aynı zamanda iki kişiye aşık olan birine benziyoruz.”

“Kitabımın özetidir aslında bu. İki kültür arasında kalanların ve bu iki kültür tarafından da reddedilenlerin hikayesi.”

Dmetri Kakmi, gençlik yıllarındaki Türkiye ve Türklere olan nefretini şöyle anlatıyor:

“30 yaşıma kadar olan dönem, Türkiye’den ve Türklerden nefret ettiğim bir dönemdir. Türk ismini ağzıma almak, o dili konuşmak istemiyordum. Kendimi Türkçe’yi unutmaya zorladım. Şimdi bu dili hiç konuşamıyorum.  Kabul etmeliyim ki, Avustralya’ya geldiğimiz ilk yıllarda Türklere karşı, şimdi çok pişman olduğum şeyler de yaptım.
Annem öldükten sonra; ki o zaman artık orta yaşta bir kişiydim; Türkiye ve Türklere karşı öfke dolu bir kisi olduğumun farkına vardım. Bu durum beni yiyip bitiriyordu. İşte o zaman, bize karşı yapılanlar konusunda hiç bir sorumluluğu olmayan bu ülke ve halka karşı bu öfke ve acıyla mezara gitmek istemediğime karar verdim. Olanlar tarih ve siyasetin sonucuydu. Dünyanın her yerinde olan şeylerdi. Bunlara takılıp kalamazsın. Bundan sonra kendimi, kendi kültürüm konusunda eğitmeye başladım. Türk tarihi, halkı konusunda bulabildiğim her şeyi okudum. Türk kültürünün içine adeta daldım. Öğrendikçe Türkiye’yi yeniden sevdim. Şimdi 47 yaşındayım. Samimiyetle söylemeliyim ki şimdi Türkleri, Yunanlılardan daha iyi tanıyorum. Atina’da yaşayan çok yakın bir arkadaşım kitabı okuduktan sonra bir tarafı tutmamamı çok beğendiğini yazdı. Amerikada bir dergi çıkaran Türk editor, kitabımı okuduktan sonra bana gönderdiği mesajda, ‘benden daha Türksün’ diye yazıyordu. Şimdi, Türklere karşı olumsuz bir duygu taşımıyorum. Geçmiş yıllardaki kızgınlıklarımdan sıyrıldım. Aksine, Türkçeyi duymak, Türklerle arkadaşlık etmek beni rahatlatıyor.

“Bunları ben babamdan öğrendim. Babam basit bir insandır. Okur yazar değildir. Balıkçıdır. Babam Rumdan daha çok, Türktür. Türk arkadaşlarım Vecihi ve Hatice Başarın babamla bir yemekte tanıştılar. Yemekten sonra onları evlerine götürürken yolda bana şok olduklarını, bana gelirken Türkçe konuşan bir Rumla tanışmayı umduklarını, ancak Rumca konuşan bir Türkle tanıştıkları duygusuna kapıldıklarını söylediler. Babam, Türkçe’yi, Rumca’dan daha iyi konuşur. Bence Küçük Asya’da yaşayan Rumların açmazı bu. İki kültür arasına tam anlamıyla sıkışmış durumdalar. Gerçekte, sahip oldukları Türk kültürü, Yunan kültürüne daha ağır basıyor. İstanbula gittiğimde bazen Rumlarla konuşuyorum. Yunanca bilmiyorlar. Kiliseye gidiyorlar, orada bile Türkçe konuşuyorlar.”

Dmetri kakmi 1999’dan bu yana her yıl Türkiye’ye gittiğini söylüyor. İstanbul’da ev kiralarmış. Orada, aralarında kitabında da yer alan çocukluk arkadaşlarının da bulunduğu kişileri ziyaret ediyor. Kitapta adı geçen en iyi arkadaşı Sinan’ı şöyle anlatıyor:

“Sinan’in gerçek ismi Ahmet Çimenoğlu’dur. Mükemmel bir insandır. Eğer öyle bir şeye inansaydım, kendisini benim koruyucu meleğim olarak tanımlayabilirdim. Pek çok bakımdan beni kurtaran kişidir. Türk kültürünü, halkını ve Türkiye sevgimi ateşleyen kişidir. Geçmişimle onun sayesinde barıştım. Çok iyi eğitim görmüş bir insandır. Gercekte Türkiye’ye her yıl onu görmeye giderim. Beni Turkiye’de o gezdirir. Türkiye’de Sinan gibi iki çok yakın arkadaşım daha var.”

Dmetri Kakmi tarihin siyah ya da beyaz olmadığına inanalardan. Yazar, gectigimiz haftalarda Avustralya’da yayın yapan Radio National’da Phillip Adams’ın konuğu oldu. Bu söyleşide Kakmi şunları söylüyordu:

“Bu kitapla her şeyin siyah ve beyazdan oluşmadığını göstermek istedim. Benim okuduklarım hep Türklerin şeytan, Rumların kurban olduğunu söyleyen ifadelerle doluydu. Benim Türkiye tecrübem öyle değil. Bir tarafın hareketi, diğer tarafın tepkisini yaratıyordu. Evet Türkler kötü şeyler yaptı, ama biz çocuklar da kendi hesabımıza boş durmadık.”

Kakmi’nin kitabında yer alan bir de itirafı var. Çocuk aklıyla intikam için diğer Rum çocuklarla Bozcaada’daki kedi ve köpekleri öldürmüşler. Phillip Adams, kedi köpek katliamını “müthiş bir itiraf” olarak değerlendiriyor.

Dmetri Kakmi’nin Mother Land adlı kitabı Avustralya’da Giramondo Yayınları’ndan çıktı. Kitabın Türkçesi “Anayurt” adı altında gelecek yılın başında E Yayınları tarafından Türkiye’de de yayınlanacak.

FOTOĞRAF: Dmetri Kakmi

 

731650cookie-checkBozcaadalı bir Rum’un gözünde ‘Anayurt’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.